İnsanın değeri
İnsanın değeri
- 28-01-2021 10:52
- 2230
- 28-01-2021 10:52
- 2230
-Gerek ağlat, gerek güldür, Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur, Kahrın da hoş, lütfun da hoş.-
İnsanın değeri nedir, nasıl anlaşılır!
Uzaktan gördüğü, yakınlık hissettiği, sempati, ilgi, vesair duygular besledikleri ve uzaktan uzağa verilen değer de çok değerli, o bir yana…
Yakını, yakınları, yakın gördükleri, birebir muhatap oldukları arasında olanların gözünde, karşısındaki değeri nedir insanın!
Çetrefilli değil, basit bir sorudur amma cevabı da çok kolaymış gibi gelir…
Neye nisbetle ölçerse, herkesin de ona göre değerli bir cevabı vardır elbet.
Kendisine de değer verilmesi ya da kendisine aynı ölçüde olmasa da verildiğini sandığı ya da umduğu bir şeyler vardır belki de muhataba verilen değer karşılığında..
Oysa, insanın insana verdiği gerçek değerin herhangi bir şekilde bir karşılığının olması, böyle bir şeyin beklenmesi bir ölçü değil; bu gerekli de değil.
Değere layık görülenin, sadece gönülde bir yerinin olması yeter insana; hiç bir şey ve hiç bir karşılık beklenmeden.
İnsan, gönlü kadar insandır.
Verdiğine ille bir karşılık beklemesi, verme sebebini de açığa çıkarır.
Bu sebeple, hiç bir şey ummadan değer vermeli insan insana, sonu belki hüsran olsa da..
Değer verdiğinde umduğunu -niyeyse o da- bulamamanın hüsranı daha sonra belki.
Beklentisi yahut bir umudu, korkusu varsa; sevdiğini, değer verdiğini kaybetme korkusudur esas o da..
Kediye-köpeğe, kuşa-böceğe, çoluk-çocuğa, ağaca, oduna bile her ne olursa, sırf var ve orada diye; -elini süremese, dokunamasa da- beslenen muhabbet gibi verilen bir değer; yıllar yılı da sürebilir böylesi, gönülde o his kaybolmadıkça.
Her neye karşı olursa; bir harfe-heceye, yıldıza-aya, güne-geceye, seslere bile, durup dururken ve içten gelerek hitabet, iltifat, itibar, hürmet, o bakılan ya da duyulanı sevmenin çeşitli hallerle açığa vurulması ya da taa gönülde de anılması ne demektir; en azını da olsa bilmeyen yoktur.
İnsan ki taşlaşan kalbiyle de olsa insandır.
Aslında insanın -muhatabı olan- insana verdiği değerin tek bir karşılığı var; söylediğinin ya da -muhatabın ölçüsüne göre- en basit ‘istek’lerinin, küçücük de olsa bir karşılık bulmasıdır o da.
Biraz ar varsa, değil birbirinden istemek, insan her şeyi bahşeden Allah’tan istemeye bile utanır ya!
Neyse…
-Ve…
“Dua” da istemekse bir anlamda, “Dua edin, icabet edeyim; -isteyin vereyim-” diyen; vermesi de vermemesi de hayra ve hamde çıkan Allah-û Azim’üş-Şan’dan da istenmezse, “Kulum benden neden istemiyor -beni niye anmıyor-” diye, “O da gücenirse” gibi aynen, kişinin sevdiğini anması, istemesi de o kadar normal amma her durumda esas olan “istemek” değil, anmak ve andığını hissettirmek.-
Kulu kula veren de kuldan kula verdiren de O değil mi!
“Caaanım kurban, kıymet bilene…” denilen nokta bir yana; peki, hiçbir karşılık beklemese, uzak olan gene neyse de muhatabına verdiği değerde, oranlar -belki- aynı olmasa da karşıdan kendisine verilen değeri nasıl anlayabilir insan ya da değerin aslında bir yeri olmadığını, verilen değerin kaldırılamadığını gördüğünde ne yapar; ne yapmalı!
Hava gibi olmaktan, varlığı bilinen amma görünmeden yaşatmaya çalışmaktan; toprak gibi alıp içine sindirmekten ve her tür pisliği verimle fışkırtmaktan öte yapılabilecek ne var ki!..
Mahremiyet bir yana, kendisine vahşi kediler gibi idrarıyla sınırlar çizerek “Alanıma kimse müdahale etmesin” mantığı, “işime kimse karışmasın” havası, mahremiyeti de deşifre ederek bir yandan, hep kendi başına buyruk tavır takınması, her söylenenden kendi mantık çerçevesinde akl-etmeden sonuç devşirmeye kalkması, muhatabı rencide ettiği gibi ona hiçbir değer vermediğinin de göstergesi bir anlamda.
Bu ise -kör bir inançla, kendince doğru olduğunu zannetmeye ve üstelik de yaptığını savunmaya kalkışarak her yapılana, her hataya bir gerekçe üretmeye kalkmak- iblisvari yaklaşımdır.
Ademe has olan bu değil.
Has olan, af yolunu tutmak.
Aksi giden tavırların değiştirilmesinden daha iyi af biçimi de yoktur!
Ve bir de…
Kana kana içmek ister ya bazan insan; o da aslında biraz içeriden ya da değişik bir noktadan bakınca açığa çıkar belki şöyle kendince…
Ilık sıcak sıvı kıvamında, ısıtan saran ve kana kan olası bir şeyle dolmak usul usul, keyifle…
İnsan ya; ister ya!
“Ya da tam zıddı bir şekille” diye gelir bir ses; “boşalmak öylece!..” diye..
Her ne varsa hepsinden birden…
Saplanası değil de sevda ile sürülesi bir şeyle süzülüp gitmesi kılcal damarlara dek bütün olanın öylece…
İki damla gözyaşının süzülmesi gibi gözden…
Kurban olunası bir muhabbetle var olamıyorsan eğer, ötesinde olanla kandır kandır kendini, neyle nereye kadar…
Her şeyin çöp haline getirildiği bir alemde, çöp kadar da değeri olmayan insan tekleri, tek tek neyin peşinde ne için, sonu ne…
Birbirine karşı olsa da olmasa da duydukları yeter insana.
Kahreden eziyetlerle işitilmedik daha hangi küfür, azar, hakaret kaldı etrafta bir bak.
“Bu da bir imtihanmış!.. Her şeyin daha beteri var… Bundan daha beteri ne olur ki!..” desen de dahası da vardır ve çoktur… Bütün olan-bitene gene de şükür en iyisi, en doğrusu…
Bazı değerleri nasıl da hakketmediklerini göstermenin çabasında iken bazıları, bazılarının değerinin ortaya çıkması için ise göçüp gitmelerinden başka bir yol da yok gibi şu dünyada.
Bütün değerlerin ortaya serileceği o yerde olmanın derdine düşmüş olanın, umurunda değildir göçüp gitmek de.
Olmuyorsa o da şayet; aldığı yaralarla daha değerlenir insan, daha bir kıymet bulur ya; insanın muhatabına verdiği-vereceği değer de göğüs kafesine sığdırabildiği vicdanı kadardır.
Görmek için bir çift göz gerekse de dost yüze bakıldığında, gülümsemese de o tebessümü görebilir insan; yakında değil, göze görünmese de o ifade gelir göz önüne ve hatta alındığı, kızdığı, şaşırdığı bile görülebilir ta uzaktaki bir dostun bile; bir olabilmek budur bir bakıma da...
Ne olursa olsun, bulduğunda bırakamayacağı, bırakmayı gözüne kestiremeyeceği, insana insan olduğunu ve kendisini değerli hissettiren bir şey de vardır ki onu bulmayı ve kavuşmayı nasibetsin her kula Allah.
Bütün bela ve musibetler bir yana, insanın insana ettiğinden öte, insana dair ne varsa insandan da öte; değere-kıymete de değil, insan sevdiğine hasret hep…
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com
-Gerek ağlat, gerek güldür, Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur, Kahrın da hoş, lütfun da hoş.-
İnsanın değeri nedir, nasıl anlaşılır!
Uzaktan gördüğü, yakınlık hissettiği, sempati, ilgi, vesair duygular besledikleri ve uzaktan uzağa verilen değer de çok değerli, o bir yana…
Yakını, yakınları, yakın gördükleri, birebir muhatap oldukları arasında olanların gözünde, karşısındaki değeri nedir insanın!
Çetrefilli değil, basit bir sorudur amma cevabı da çok kolaymış gibi gelir…
Neye nisbetle ölçerse, herkesin de ona göre değerli bir cevabı vardır elbet.
Kendisine de değer verilmesi ya da kendisine aynı ölçüde olmasa da verildiğini sandığı ya da umduğu bir şeyler vardır belki de muhataba verilen değer karşılığında..
Oysa, insanın insana verdiği gerçek değerin herhangi bir şekilde bir karşılığının olması, böyle bir şeyin beklenmesi bir ölçü değil; bu gerekli de değil.
Değere layık görülenin, sadece gönülde bir yerinin olması yeter insana; hiç bir şey ve hiç bir karşılık beklenmeden.
İnsan, gönlü kadar insandır.
Verdiğine ille bir karşılık beklemesi, verme sebebini de açığa çıkarır.
Bu sebeple, hiç bir şey ummadan değer vermeli insan insana, sonu belki hüsran olsa da..
Değer verdiğinde umduğunu -niyeyse o da- bulamamanın hüsranı daha sonra belki.
Beklentisi yahut bir umudu, korkusu varsa; sevdiğini, değer verdiğini kaybetme korkusudur esas o da..
Kediye-köpeğe, kuşa-böceğe, çoluk-çocuğa, ağaca, oduna bile her ne olursa, sırf var ve orada diye; -elini süremese, dokunamasa da- beslenen muhabbet gibi verilen bir değer; yıllar yılı da sürebilir böylesi, gönülde o his kaybolmadıkça.
Her neye karşı olursa; bir harfe-heceye, yıldıza-aya, güne-geceye, seslere bile, durup dururken ve içten gelerek hitabet, iltifat, itibar, hürmet, o bakılan ya da duyulanı sevmenin çeşitli hallerle açığa vurulması ya da taa gönülde de anılması ne demektir; en azını da olsa bilmeyen yoktur.
İnsan ki taşlaşan kalbiyle de olsa insandır.
Aslında insanın -muhatabı olan- insana verdiği değerin tek bir karşılığı var; söylediğinin ya da -muhatabın ölçüsüne göre- en basit ‘istek’lerinin, küçücük de olsa bir karşılık bulmasıdır o da.
Biraz ar varsa, değil birbirinden istemek, insan her şeyi bahşeden Allah’tan istemeye bile utanır ya!
Neyse…
-Ve…
“Dua” da istemekse bir anlamda, “Dua edin, icabet edeyim; -isteyin vereyim-” diyen; vermesi de vermemesi de hayra ve hamde çıkan Allah-û Azim’üş-Şan’dan da istenmezse, “Kulum benden neden istemiyor -beni niye anmıyor-” diye, “O da gücenirse” gibi aynen, kişinin sevdiğini anması, istemesi de o kadar normal amma her durumda esas olan “istemek” değil, anmak ve andığını hissettirmek.-
Kulu kula veren de kuldan kula verdiren de O değil mi!
“Caaanım kurban, kıymet bilene…” denilen nokta bir yana; peki, hiçbir karşılık beklemese, uzak olan gene neyse de muhatabına verdiği değerde, oranlar -belki- aynı olmasa da karşıdan kendisine verilen değeri nasıl anlayabilir insan ya da değerin aslında bir yeri olmadığını, verilen değerin kaldırılamadığını gördüğünde ne yapar; ne yapmalı!
Hava gibi olmaktan, varlığı bilinen amma görünmeden yaşatmaya çalışmaktan; toprak gibi alıp içine sindirmekten ve her tür pisliği verimle fışkırtmaktan öte yapılabilecek ne var ki!..
Mahremiyet bir yana, kendisine vahşi kediler gibi idrarıyla sınırlar çizerek “Alanıma kimse müdahale etmesin” mantığı, “işime kimse karışmasın” havası, mahremiyeti de deşifre ederek bir yandan, hep kendi başına buyruk tavır takınması, her söylenenden kendi mantık çerçevesinde akl-etmeden sonuç devşirmeye kalkması, muhatabı rencide ettiği gibi ona hiçbir değer vermediğinin de göstergesi bir anlamda.
Bu ise -kör bir inançla, kendince doğru olduğunu zannetmeye ve üstelik de yaptığını savunmaya kalkışarak her yapılana, her hataya bir gerekçe üretmeye kalkmak- iblisvari yaklaşımdır.
Ademe has olan bu değil.
Has olan, af yolunu tutmak.
Aksi giden tavırların değiştirilmesinden daha iyi af biçimi de yoktur!
Ve bir de…
Kana kana içmek ister ya bazan insan; o da aslında biraz içeriden ya da değişik bir noktadan bakınca açığa çıkar belki şöyle kendince…
Ilık sıcak sıvı kıvamında, ısıtan saran ve kana kan olası bir şeyle dolmak usul usul, keyifle…
İnsan ya; ister ya!
“Ya da tam zıddı bir şekille” diye gelir bir ses; “boşalmak öylece!..” diye..
Her ne varsa hepsinden birden…
Saplanası değil de sevda ile sürülesi bir şeyle süzülüp gitmesi kılcal damarlara dek bütün olanın öylece…
İki damla gözyaşının süzülmesi gibi gözden…
Kurban olunası bir muhabbetle var olamıyorsan eğer, ötesinde olanla kandır kandır kendini, neyle nereye kadar…
Her şeyin çöp haline getirildiği bir alemde, çöp kadar da değeri olmayan insan tekleri, tek tek neyin peşinde ne için, sonu ne…
Birbirine karşı olsa da olmasa da duydukları yeter insana.
Kahreden eziyetlerle işitilmedik daha hangi küfür, azar, hakaret kaldı etrafta bir bak.
“Bu da bir imtihanmış!.. Her şeyin daha beteri var… Bundan daha beteri ne olur ki!..” desen de dahası da vardır ve çoktur… Bütün olan-bitene gene de şükür en iyisi, en doğrusu…
Bazı değerleri nasıl da hakketmediklerini göstermenin çabasında iken bazıları, bazılarının değerinin ortaya çıkması için ise göçüp gitmelerinden başka bir yol da yok gibi şu dünyada.
Bütün değerlerin ortaya serileceği o yerde olmanın derdine düşmüş olanın, umurunda değildir göçüp gitmek de.
Olmuyorsa o da şayet; aldığı yaralarla daha değerlenir insan, daha bir kıymet bulur ya; insanın muhatabına verdiği-vereceği değer de göğüs kafesine sığdırabildiği vicdanı kadardır.
Görmek için bir çift göz gerekse de dost yüze bakıldığında, gülümsemese de o tebessümü görebilir insan; yakında değil, göze görünmese de o ifade gelir göz önüne ve hatta alındığı, kızdığı, şaşırdığı bile görülebilir ta uzaktaki bir dostun bile; bir olabilmek budur bir bakıma da...
Ne olursa olsun, bulduğunda bırakamayacağı, bırakmayı gözüne kestiremeyeceği, insana insan olduğunu ve kendisini değerli hissettiren bir şey de vardır ki onu bulmayı ve kavuşmayı nasibetsin her kula Allah.
Bütün bela ve musibetler bir yana, insanın insana ettiğinden öte, insana dair ne varsa insandan da öte; değere-kıymete de değil, insan sevdiğine hasret hep…
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com