İnsanoğlunun mikroplarla olan haksız savaşı
İnsanoğlunun mikroplarla olan haksız savaşı
- 30-08-2020 08:02
- 776
- 30-08-2020 08:02
- 776
Dünya tarihine göz gezdirdiğinizde birçok salgın hastalıkla karşılaşırsınız.
Dünyayı kasıp kavuran, milyonlarca insanın ölümüne yol açan salgın hastalıklar, tarihe silinmez derin izler bırakmıştır.
İnsanoğlu, başına gelenlerden ders çıkarmak yerine her zaman dünyanın dengesiyle oynayarak, salgın hastalıkların ve diğer afetlerin önüne geçebilmenin hayaliyle yaşamış, dedeleri depremle yok olan ve kayalardan ev yontan Semud kavminin; ses ile helak olması gibi her zaman da ters köşeye mecburen yatmıştır.
Bütün salgın hastalıklar değil ama birkaç salgın hastalığın “aşı” üretimi ile son bulduğu varsayılsa da kanıtlanmamıştır. Çünkü tarihte, ortalığı kasıp kavuran birçok salgın hastalığın aşısı halen olmasa da bir şekilde yok olup gitmiştir.
Dünya üzerinde Allah’ın sanatının yansıması olarak milyonlarca çeşit mikrop yaşamaktadır.
Bu mikropların birçoğunun yaşam alanı ise biz makro-canlılardır.
Mikroskobun icadından sonra, hastalık olan bölgenin incelenmesinde bu mikroplarla ilk defa karşılaşan insanoğlu, suçu hemen onlara atmış, bu mikropları egale etmek için envai çeşit antibiyotik ilaçlar üretip, kendi vücudunu koruyan bu flora bakterileri ile sonu gelmez bir savaşa girmiştir.
Ağızdan makata kadar sindirim sistemi, cildimiz, mukozalarımız vücudumuzun dış sınırlarıdır.
Dışarı ile temas eden bu yüzeyi, bağışıklık hücrelerimizle birlikte buranın vatandaşı statüsünde olan flora bakterileri korur. Vücudumuzun bir parçası hastalandığında, o bölgenin incelemesinde elbette oranın vatandaşlarını göreceğiz; şimdi olay yerinde onlar var diye, suçlular da onlar mı olacak?
İşte bu teori yavaş yavaş yıkılıyor.
Mesela gastritlerde, yeme içme alışkanlıklarından dolayı koruyucu tabakası aşınan midenin üst tabakasına göç etmeye başlayan Helicobacter Pilori’nin aslında, midenin alt tabakasında doğal olarak yaşayan flora bakterisi olduğu yakın zamanlarda anlaşıldı.
Daha bunun gibi nice bilgileri öğreneceğiz zamanla.
Mikroplara karşı haksız bir savaş başlatan insanoğlu, antibiyotik ürettikçe bakteriler de antibiyotiklere karşı savunma stratejileri geliştirdiler.
Savaşta an hali ile artık arsız, hiçbir antibiyotiğe cevap vermeyen hastane bakterileri türedi.
Milyonlarca çeşit mikrobun yaşadığı dünyamızda, otuz kırk tanesine aşı üretilmesi ve bu aşıların, sanki hayatı sigorta altına alarak milyonlarca olasılığa karşı vücudu koruyorlarmış gibi çığırtkanlığını yapmak ne bilime ne de akla sığar.
İşte ‘Covid’ adı altında bir hastalık çıktı, bunun aşısı yoktu.
Her an, ismi cismi farklı birçok mikrop çıkıp, dünyanın dengesini değiştirebilir.
Çıkmayan, çıkma olasılığı olan ve halihazırda olan milyonlarca mikroba karşı nasıl aşı üreteceğiz?
Nereye kadar bu savaşı devam ettireceğiz?
Oysa beden ülkesinin savunma sistemini güçlendirme adına çalışmalar yapsak, hijyen ve temizliğe önem versek (kimyasal kirleticilerle değil, dengede ve doğru temizlik yöntemleri ile) daha güzel olmaz mıydı?
Savaş devam ettikçe, bir gün bizi helak edecek canavarların çıkması sürpriz olmayacak.
.
Dr. Bekir Tok, dikGAZETE.com
Dünya tarihine göz gezdirdiğinizde birçok salgın hastalıkla karşılaşırsınız.
Dünyayı kasıp kavuran, milyonlarca insanın ölümüne yol açan salgın hastalıklar, tarihe silinmez derin izler bırakmıştır.
İnsanoğlu, başına gelenlerden ders çıkarmak yerine her zaman dünyanın dengesiyle oynayarak, salgın hastalıkların ve diğer afetlerin önüne geçebilmenin hayaliyle yaşamış, dedeleri depremle yok olan ve kayalardan ev yontan Semud kavminin; ses ile helak olması gibi her zaman da ters köşeye mecburen yatmıştır.
Bütün salgın hastalıklar değil ama birkaç salgın hastalığın “aşı” üretimi ile son bulduğu varsayılsa da kanıtlanmamıştır. Çünkü tarihte, ortalığı kasıp kavuran birçok salgın hastalığın aşısı halen olmasa da bir şekilde yok olup gitmiştir.
Dünya üzerinde Allah’ın sanatının yansıması olarak milyonlarca çeşit mikrop yaşamaktadır.
Bu mikropların birçoğunun yaşam alanı ise biz makro-canlılardır.
Mikroskobun icadından sonra, hastalık olan bölgenin incelenmesinde bu mikroplarla ilk defa karşılaşan insanoğlu, suçu hemen onlara atmış, bu mikropları egale etmek için envai çeşit antibiyotik ilaçlar üretip, kendi vücudunu koruyan bu flora bakterileri ile sonu gelmez bir savaşa girmiştir.
Ağızdan makata kadar sindirim sistemi, cildimiz, mukozalarımız vücudumuzun dış sınırlarıdır.
Dışarı ile temas eden bu yüzeyi, bağışıklık hücrelerimizle birlikte buranın vatandaşı statüsünde olan flora bakterileri korur. Vücudumuzun bir parçası hastalandığında, o bölgenin incelemesinde elbette oranın vatandaşlarını göreceğiz; şimdi olay yerinde onlar var diye, suçlular da onlar mı olacak?
İşte bu teori yavaş yavaş yıkılıyor.
Mesela gastritlerde, yeme içme alışkanlıklarından dolayı koruyucu tabakası aşınan midenin üst tabakasına göç etmeye başlayan Helicobacter Pilori’nin aslında, midenin alt tabakasında doğal olarak yaşayan flora bakterisi olduğu yakın zamanlarda anlaşıldı.
Daha bunun gibi nice bilgileri öğreneceğiz zamanla.
Mikroplara karşı haksız bir savaş başlatan insanoğlu, antibiyotik ürettikçe bakteriler de antibiyotiklere karşı savunma stratejileri geliştirdiler.
Savaşta an hali ile artık arsız, hiçbir antibiyotiğe cevap vermeyen hastane bakterileri türedi.
Milyonlarca çeşit mikrobun yaşadığı dünyamızda, otuz kırk tanesine aşı üretilmesi ve bu aşıların, sanki hayatı sigorta altına alarak milyonlarca olasılığa karşı vücudu koruyorlarmış gibi çığırtkanlığını yapmak ne bilime ne de akla sığar.
İşte ‘Covid’ adı altında bir hastalık çıktı, bunun aşısı yoktu.
Her an, ismi cismi farklı birçok mikrop çıkıp, dünyanın dengesini değiştirebilir.
Çıkmayan, çıkma olasılığı olan ve halihazırda olan milyonlarca mikroba karşı nasıl aşı üreteceğiz?
Nereye kadar bu savaşı devam ettireceğiz?
Oysa beden ülkesinin savunma sistemini güçlendirme adına çalışmalar yapsak, hijyen ve temizliğe önem versek (kimyasal kirleticilerle değil, dengede ve doğru temizlik yöntemleri ile) daha güzel olmaz mıydı?
Savaş devam ettikçe, bir gün bizi helak edecek canavarların çıkması sürpriz olmayacak.
.
Dr. Bekir Tok, dikGAZETE.com