'İstihbarat’tan bir 'Bandocu Muro' geçti!..

'İstihbarat’tan bir 'Bandocu Muro' geçti!..

Saat: 06.30

Nizamiye kürsüsü çağırışda…. “Hazır ol!..” deyişiyle bugün başka… “Rahat!..” dediği anda, ism-i yavuzluğum kudret de!..

Yine adrenalin kanımda hızla akıyor. Heyecan önemli lakin heyecana yer yok bu şehirde!..

Şehrin selameti, ülkenin güvenliği ve devletin bekası… Bu üçgende her daim zihnim açık, kalbim ve mantığım sağlıklı olması gerekiyor. 

Adımlıyorum… 

Bakıyorum ki kır, soğuk ve sert dağlar… 

Sanki karşımda bir silsile yığını değil de ölümlerin ve mücadelelerin yığınla hikâyesi var. 

Fırat bugün daha sessiz, çağlamıyor. Belki aşamadığımız Fırat’ın diyarları, bize sessizce kinini akıtıyor. 

Şehre dönüyor gözlerim… 

Kültürün şehrine, tarihin mekânlarına… 

Toplum sıcak, şehir de mümkün oldukça ‘’yabancı’’ kelimesini barındırtmamaya çalışıyorlar. Çünkü hepsi aynı gönlü ve aynı toprağı paylaşmayı dert edinmiş.

Bir şehre aydınlık, ferahlık, refah, huzur, mutluluk ve güvenlik ne yakışır demi!..

Yakıştıkça toprak vatan olur, diyar olur. 

Diyar olan bir yer parçalanırsa, bölünürse millet olamayız. Ayrıştırıcıların bittiği yerde, parazitler türer, mikrop bulaşır. O vakit bir beden olan millete, zillet odakları saldırıya geçer. 

Tam bulunduğum eksende yaşadığım sorgu-sual, beni benden alıp götürüyor. 

Tam da o sıra!..

Telefonuma düşen sinyal çağrısıyla kendime geldim. Kodlanmış mesajı açtığımda, görev talimatıyla baş başaydım. Bu benim ilk görevimdi… 

Şifrelenmiş kelimler içeriyordu: Şehir, Fırat ve Genç

Bir gün önce saha sorumlusuyla bir parkda buluşmuş. Bugünlerde şehirde türeyen terör örgütü DSFH’nin (Devrimci Sol Fırat Hareketi) gençlik yapılanmasının toplantı yapacaklarını, şehir gerilla sorumlusunun seçileceğini ve ilk eylem planının oluşturulacağını söylemişti.

Saha ekibine ve sorumlusuna ise örgütün içerisine sızdırılan ulak tarafından bilgi akışı (istihbarat) sağlandığını biliyordum. Lakin görüşme sırasında bu görevin bana verileceğini belirtmemişti.

Görev kutsaldı.

İlk görevdi… 

Göğsünden emdiğim vatana borcum vardı…

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Gezinmeye başladım. 

Daha, toy bir istihbarat elemanıydım… Tam sorularla boğuşurken bir büfenin gazete vitrinine çarptım. Kafamı kaldırdığımla, beynimin hücreleri doğmuş gibi oldu. 

Analitik ve pratik zekâ devredeydi. Bir an düşündüm ve dedim ki:

Bir gazete, bir şehir ve iki ayaklı ajans… Bunun karşılığı ise: şehirde olan biteni her şeyi bilen, uçan kuştan haberi olan illa ki bir adam vardı. Bu adam, ya halkta karşılığı misliyle var olan, ya mahalleler arası iletişimi kuran bir yaşlı ihtiyar, ya mahalledeki orta yaşta bir gençlik abisi ya da meczup bir profil… 

Sızacağımız bölge büyük ihtimalle “kurtarılmış bölge” diye tabir ettiğimiz bir yerleşkeydi. 

Onun için here yere giren-çıkan bir adam gerekliydi. 

Geçenlerde çarşıdayken bir çay ocağında oturuyordum. Çay ocağının önüne bir meczup gelmişti. 

Çay ocağındakiler seslenerek:

Bandocu Muro gel buraya, bir çayımızı iç!.. demişlerdi.

Sonradan, o adamlar arasında konuşurken duymuştum:

“Muro" diye tabir ettikleri, meğerse “Murat” isimli eski bir bando asker eri… 

Adı Murat… 

Zamanında istedikleri marşı çalamadığı için bando takımından atılmış bir asker… 

O gün öyle bir zoruna gitmiş ki yıllardır borazan ile geziyor. Çalıyor, çalamadığı marşı hala çalmaya çalışıyor. Takıntı olmuş, meczupluğu bu yüzden… Pek de kimseyle konuşmuyor.

İşte benim adamım bu!.. 

Çarşıda, pazarlarda ve mahallerde onu aramaya başladım.  Tam umudum kırılıyordu ki karşımda belirdi. 

Göz göze geldik. Bana yöneldi ve dedi ki:

Vatan… Bugün sana ihtiyacı olduğu kadar, bana da ihtiyacı var.

Gülümsemeyle karışık cingöz bir bakış attı:

Söyle bakalım. Allah seni bana gönderdiğine göre… Bir görev var belli…

Sen…” dediğim anda:

Karıştırma arkadaş, bulan da bulduran da, vakıf olduğumuz sırrın sahibi de aynı!..”

Fazlasıyla ikna olunca söze girdim. Durumu kısmen de olsa anlattım. 

Bana söylediği şuydu:

“Senin için o hücre evini bulacağım. Birkaç yer bugünlerde çok hareketli… Fakat!..

Sizinkiler oraya girerse büyük kıyametler kopar. İçlerindeki adamlarınız da riske girer. O yüzden ben size onları getireceğim. Siz sadece bana bırakıp, biraz zaman verin. Zamandan kastım… Bu gece…”

Anlaştık” dememle… 

Buluşma noktasını ve operasyon bölgelerinin bir kaçını belirtmesiyle kayboldu.

Merkez birime durumu “Acil” kodla belirttim. 

Saatler ilerlemeye başlayınca, gerekli birimlerin de haberi olmuştu.

Peki, bizim “Muro, Murat” ne yapıyordu?

Mahalleye girmiş, istediğini alamayınca diğer mahalleye geçmişti.

Borazanı çalıyor, etrafı süzüyordu. 

Bir baktı ki bir evin önünde düğün-dernek, diğer sokakta ise cenaze evi görünüyor.  

Garip olan bir şey vardı. 

Mahalle, düğün-dernekte toplanmış. Taziye çadırında ve evin önünde hiç kimse yoktu. Ayrıca sokağın girişleri ve çıkışları da kapatılmış. Sokağın elektrik lambaları da yanmıyordu

Sanki bir şeyler bütün kitleyi oraya toplayıp, gözlerden ırak kalmayı tasarlıyordu. 

İki sokağı da bir cadde kesiyordu. 

Muro ince ince düşündükten sonra, planı harekete geçirdi. Planı tıkır tıkır işliyordu.

Sokağa gizlice sızdı. 

Baktı ki etrafta saklanmış eli silahlı teröristler ve korudukları muhtemel toplantı binası. 

Borazanı aldı, ağzına götürdü. “Bismillah” edasıyla… Türkler’in efsane “Hücum Marşı”nı çaldı.

Ama ne çaldı!. O karanlık sokak inledi. 

Ses, ses olalı böyle korkutucu olamamıştır. Sokaktan ve binadan kaçışanlar…

Soluğu Muro’nun buluşma noktasına çevirdiler. 

Meğerse Muro, onları sokağın ve caddelerin diğer ucundaki iki mahallenin kesiştiği ormanlık alana sürükledi. “Özel Harekât” ve “Emniyet” hazırdı. Paketleme gerçekleşti. “Gençlik yapılanması”, kurulmadan kökü kazındı.

Saat ertesi gün 12.30 bir sela sesi işittim. 

Kulağımı verdiğimde Bandocu Murat, Hakka yürümüştü.

Gözlerim bir an doldu. 

Şaşkın vaziyetteydim. 

Nasıl olurdu!..

Dün gece, operasyondan sonra sapa sağlam çıkarılmıştı o mahalleden. 

Öğle namazı için vardığım caminin imamına sordum:

“Hocam duydum ki Bandocu Muro vefat etmiş. Ölüm sebebi nedir acaba? Bilir misiniz?” 

Hoca:

“Dediklerine göre boğazında ve akciğerinde çok yoğun kanama olmuş. Nefesinde zerre zerre kan kokusu.. Sanki nefesini bir bandonun haykırışına vermiş gibi…”

Sen ki Muro… Bandocu Muro…

Çalamadığın marşın sebebine kavuşan Muro…

Tabutluklara sığamayacağın kadar, isimsiz kahraman Muro…

Teşkilatlar senin gibi nece evlatlara aç Muro…

Saygımız, selamımız sana Muro…

Şehide selam dur!...

TEŞKİLATI NEFERLER!..

Vesselam…

.

Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @TahacalikCal , @dikgazete

Saat: 06.30

Nizamiye kürsüsü çağırışda…. “Hazır ol!..” deyişiyle bugün başka… “Rahat!..” dediği anda, ism-i yavuzluğum kudret de!..

Yine adrenalin kanımda hızla akıyor. Heyecan önemli lakin heyecana yer yok bu şehirde!..

Şehrin selameti, ülkenin güvenliği ve devletin bekası… Bu üçgende her daim zihnim açık, kalbim ve mantığım sağlıklı olması gerekiyor. 

Adımlıyorum… 

Bakıyorum ki kır, soğuk ve sert dağlar… 

Sanki karşımda bir silsile yığını değil de ölümlerin ve mücadelelerin yığınla hikâyesi var. 

Fırat bugün daha sessiz, çağlamıyor. Belki aşamadığımız Fırat’ın diyarları, bize sessizce kinini akıtıyor. 

Şehre dönüyor gözlerim… 

Kültürün şehrine, tarihin mekânlarına… 

Toplum sıcak, şehir de mümkün oldukça ‘’yabancı’’ kelimesini barındırtmamaya çalışıyorlar. Çünkü hepsi aynı gönlü ve aynı toprağı paylaşmayı dert edinmiş.

Bir şehre aydınlık, ferahlık, refah, huzur, mutluluk ve güvenlik ne yakışır demi!..

Yakıştıkça toprak vatan olur, diyar olur. 

Diyar olan bir yer parçalanırsa, bölünürse millet olamayız. Ayrıştırıcıların bittiği yerde, parazitler türer, mikrop bulaşır. O vakit bir beden olan millete, zillet odakları saldırıya geçer. 

Tam bulunduğum eksende yaşadığım sorgu-sual, beni benden alıp götürüyor. 

Tam da o sıra!..

Telefonuma düşen sinyal çağrısıyla kendime geldim. Kodlanmış mesajı açtığımda, görev talimatıyla baş başaydım. Bu benim ilk görevimdi… 

Şifrelenmiş kelimler içeriyordu: Şehir, Fırat ve Genç

Bir gün önce saha sorumlusuyla bir parkda buluşmuş. Bugünlerde şehirde türeyen terör örgütü DSFH’nin (Devrimci Sol Fırat Hareketi) gençlik yapılanmasının toplantı yapacaklarını, şehir gerilla sorumlusunun seçileceğini ve ilk eylem planının oluşturulacağını söylemişti.

Saha ekibine ve sorumlusuna ise örgütün içerisine sızdırılan ulak tarafından bilgi akışı (istihbarat) sağlandığını biliyordum. Lakin görüşme sırasında bu görevin bana verileceğini belirtmemişti.

Görev kutsaldı.

İlk görevdi… 

Göğsünden emdiğim vatana borcum vardı…

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Gezinmeye başladım. 

Daha, toy bir istihbarat elemanıydım… Tam sorularla boğuşurken bir büfenin gazete vitrinine çarptım. Kafamı kaldırdığımla, beynimin hücreleri doğmuş gibi oldu. 

Analitik ve pratik zekâ devredeydi. Bir an düşündüm ve dedim ki:

Bir gazete, bir şehir ve iki ayaklı ajans… Bunun karşılığı ise: şehirde olan biteni her şeyi bilen, uçan kuştan haberi olan illa ki bir adam vardı. Bu adam, ya halkta karşılığı misliyle var olan, ya mahalleler arası iletişimi kuran bir yaşlı ihtiyar, ya mahalledeki orta yaşta bir gençlik abisi ya da meczup bir profil… 

Sızacağımız bölge büyük ihtimalle “kurtarılmış bölge” diye tabir ettiğimiz bir yerleşkeydi. 

Onun için here yere giren-çıkan bir adam gerekliydi. 

Geçenlerde çarşıdayken bir çay ocağında oturuyordum. Çay ocağının önüne bir meczup gelmişti. 

Çay ocağındakiler seslenerek:

Bandocu Muro gel buraya, bir çayımızı iç!.. demişlerdi.

Sonradan, o adamlar arasında konuşurken duymuştum:

“Muro" diye tabir ettikleri, meğerse “Murat” isimli eski bir bando asker eri… 

Adı Murat… 

Zamanında istedikleri marşı çalamadığı için bando takımından atılmış bir asker… 

O gün öyle bir zoruna gitmiş ki yıllardır borazan ile geziyor. Çalıyor, çalamadığı marşı hala çalmaya çalışıyor. Takıntı olmuş, meczupluğu bu yüzden… Pek de kimseyle konuşmuyor.

İşte benim adamım bu!.. 

Çarşıda, pazarlarda ve mahallerde onu aramaya başladım.  Tam umudum kırılıyordu ki karşımda belirdi. 

Göz göze geldik. Bana yöneldi ve dedi ki:

Vatan… Bugün sana ihtiyacı olduğu kadar, bana da ihtiyacı var.

Gülümsemeyle karışık cingöz bir bakış attı:

Söyle bakalım. Allah seni bana gönderdiğine göre… Bir görev var belli…

Sen…” dediğim anda:

Karıştırma arkadaş, bulan da bulduran da, vakıf olduğumuz sırrın sahibi de aynı!..”

Fazlasıyla ikna olunca söze girdim. Durumu kısmen de olsa anlattım. 

Bana söylediği şuydu:

“Senin için o hücre evini bulacağım. Birkaç yer bugünlerde çok hareketli… Fakat!..

Sizinkiler oraya girerse büyük kıyametler kopar. İçlerindeki adamlarınız da riske girer. O yüzden ben size onları getireceğim. Siz sadece bana bırakıp, biraz zaman verin. Zamandan kastım… Bu gece…”

Anlaştık” dememle… 

Buluşma noktasını ve operasyon bölgelerinin bir kaçını belirtmesiyle kayboldu.

Merkez birime durumu “Acil” kodla belirttim. 

Saatler ilerlemeye başlayınca, gerekli birimlerin de haberi olmuştu.

Peki, bizim “Muro, Murat” ne yapıyordu?

Mahalleye girmiş, istediğini alamayınca diğer mahalleye geçmişti.

Borazanı çalıyor, etrafı süzüyordu. 

Bir baktı ki bir evin önünde düğün-dernek, diğer sokakta ise cenaze evi görünüyor.  

Garip olan bir şey vardı. 

Mahalle, düğün-dernekte toplanmış. Taziye çadırında ve evin önünde hiç kimse yoktu. Ayrıca sokağın girişleri ve çıkışları da kapatılmış. Sokağın elektrik lambaları da yanmıyordu

Sanki bir şeyler bütün kitleyi oraya toplayıp, gözlerden ırak kalmayı tasarlıyordu. 

İki sokağı da bir cadde kesiyordu. 

Muro ince ince düşündükten sonra, planı harekete geçirdi. Planı tıkır tıkır işliyordu.

Sokağa gizlice sızdı. 

Baktı ki etrafta saklanmış eli silahlı teröristler ve korudukları muhtemel toplantı binası. 

Borazanı aldı, ağzına götürdü. “Bismillah” edasıyla… Türkler’in efsane “Hücum Marşı”nı çaldı.

Ama ne çaldı!. O karanlık sokak inledi. 

Ses, ses olalı böyle korkutucu olamamıştır. Sokaktan ve binadan kaçışanlar…

Soluğu Muro’nun buluşma noktasına çevirdiler. 

Meğerse Muro, onları sokağın ve caddelerin diğer ucundaki iki mahallenin kesiştiği ormanlık alana sürükledi. “Özel Harekât” ve “Emniyet” hazırdı. Paketleme gerçekleşti. “Gençlik yapılanması”, kurulmadan kökü kazındı.

Saat ertesi gün 12.30 bir sela sesi işittim. 

Kulağımı verdiğimde Bandocu Murat, Hakka yürümüştü.

Gözlerim bir an doldu. 

Şaşkın vaziyetteydim. 

Nasıl olurdu!..

Dün gece, operasyondan sonra sapa sağlam çıkarılmıştı o mahalleden. 

Öğle namazı için vardığım caminin imamına sordum:

“Hocam duydum ki Bandocu Muro vefat etmiş. Ölüm sebebi nedir acaba? Bilir misiniz?” 

Hoca:

“Dediklerine göre boğazında ve akciğerinde çok yoğun kanama olmuş. Nefesinde zerre zerre kan kokusu.. Sanki nefesini bir bandonun haykırışına vermiş gibi…”

Sen ki Muro… Bandocu Muro…

Çalamadığın marşın sebebine kavuşan Muro…

Tabutluklara sığamayacağın kadar, isimsiz kahraman Muro…

Teşkilatlar senin gibi nece evlatlara aç Muro…

Saygımız, selamımız sana Muro…

Şehide selam dur!...

TEŞKİLATI NEFERLER!..

Vesselam…

.

Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @TahacalikCal , @dikgazete