Kayseri'de neler oluyor? Kontrollü bir kaosa mı sevk ediliyoruz?
Kayseri'de neler oluyor? Kontrollü bir kaosa mı sevk ediliyoruz?
- 02-07-2024 16:16
- 10134
- 02-07-2024 16:16
- 10134
Kayseri'de neler oluyor? Kontrollü bir kaosa mı sevk ediliyoruz
Yazımızda gündemimizi belirleyen bu sorunun cevabını arayacağız ama gelin önce Türk milleti adına kritik gördüğümüz bazı konulara açıklık getirelim:
Hakan Fidan, 24 Haziran 2023 tarihinde yaptığı açıklamada “3. Dünya Savaşı riski var” dedi.
Oysa ondan çok çok önce biz, 1 Nisan 2021 yılında attığımız ‘tweet’ ve bu tarihten sonra yaptığımız programlarda “III. Dünya Savaşı'na hiç bu kadar yakın olmamıştık” dedik. Ve ekledik: Bu savaş nükleer bir olayla taçlandırılacak!
Artık güya yanlışlıkla nükleer bir tesis mi vurulur, kendi kendiliğinden bir nükleer patlama mı olur, bir ülke başka bir ülkeye nükleer mi atar onu bilemeyiz ama nükleer bir olayla taçlandırılacak bir savaşın yani 3. Dünya Savaşı'nın çoktan başladığından söz ettik mi?
Ettik.
Ne zaman bunu diyoruz?
30 Haziran 2022 tarihinde.
Bu arada önemli bir şey daha söylüyoruz; bu nükleer olayın, bir nükleer olay olmayabileceğini de söylüyoruz.
Algının hakikatten daha önemli olduğu bir çağda yaşadığımızı unutmayalım.
Yine de böyle bir olay vuku bulursa, olayın iç yüzünün anlaşılması adına geçen süre zarfında birtakım tedbirlerin abartılmadan alınmasında fayda olacaktır.
Toplum psikolojisini bilmeyenler ne dediğimi anlayamaz.
Neyse, biz bugünkü odak noktamıza geri dönelim:
Mevzu 3. Dünya Savaşı meselesi ve yapılan açıklamalar.
Bu bağlamda sıra Hulusi Akar'ın açıklamalarında...
Akar, 13 Şubat 2024'te;
“3. Dünya Savaşı başladı mı, ne zaman olacak, ne olacak? Başladı. Şimdi hibrit diye bir şey çıkardılar. Artık savaş ilanı yok. Bulanık savaş. Savaş var mı yok mu belli değil." diye bir açıklama yapıverdi.
Biz ise daha 30 Haziran 2022 tarihinde attığımız bir ‘tweet’ ile 3. Dünya Savaşı'nın bölgesel çatışmalarla başladığını ama henüz büyük cephe savaşlarının başlamadığını söyledik.
Anlayacağınız hepsinden öndeyiz.
Hükümet ve Devlet kademesinden gelen oldukça gecikmiş bu açıklamaları görünce bazen düşünmeden edemiyoruz: Yıllarca istihbaratın başında bulunan ve daha sonra Dışişleri Bakanı olan kişi biz miyiz, yoksa Hakan Fidan mı?
Genelkurmay Başkanlığı yapmış kişi, biz miyiz yoksa Hulusi Akar mı?
Bizim yıllar önce açıkladığımız noktaya neden yıllar sonra geliyorlar?
3 yıl sonra, bizim 3 yıl önce söylediğimiz noktaya gelmek istihbarat zaafı mı yoksa bilinçli bir karartma mı?
Kovid 19 meselesindeki gibi bilinçli bir karartma mı?
Biz bu soruları soruyoruz sormasına ama aklını işletmeyen kafalardan oluşan bir güruh, sürekli aynı şeyi tekrarlıyor; “Siz bu devletten daha iyi mi bileceksiniz?”
Oysa tarih ve kader birçok meselede bizim defalarca “bu devletten daha iyi bildiğimizi” gösteriyor.
En azından öyle olmasını umuyoruz.
Aksi takdirde devlet, bildiği halde gerekeni yapmıyorsa veya bilmezlikten geliyorsa daha vahim bir tablo ile karşı karşıya kaldığımızı itiraf etmek gerekecek.
Bu duruma ne ad vereceğinize varın siz karar verin.
Eğer bilinçli bir karartmadan söz edeceksek, meselenin özünde devlet mi hükümet mi var?
Bu da ayrı bir sorun!
Tüm bu bilgilerden sonra Kayseri'de olanları ve yurdun dört bir tarafına sıçrama ihtimali olan olayları nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Bir devlet, bir ergenin bile kolayca tahmin edebileceği Suriye'de Türkiye tarafından “Emevi Camii'nde namaz kılma” sloganlarıyla körüklenecek bir iç savaşın, Türkiye'de ciddi bir sığınmacı meselesine yol açacağını bilmiyorsa nasıl bir devlettir?
Sınır komşusu olduğu Suriye'deki iç savaşta taraf olmanın bedellinin ağır olacağını hesaplayamayan bir hükümet nasıl bir hükümettir?
Üstelik Suriye'deki iç savaşın İsrail'in güvenliği için gerekli olduğunu ve Suriye'nin 4 parçaya bölünmesi gerektiğini 1982 yılında Oded Yinon planı adı altında İsrailli bir devlet yetkilisi açıklarken, Türkiye'nin bunu bilmemesine imkan var mı?
Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'de bir İsrail vassalı sözde Kürt koridoru açmak istediğini bilmiyor muydu?
Türkiye'yi yönetenler, kendilerine devlet ya da hükümet diyenler, Suriye'deki bu bölgenin İsrail vassalı Kürdistan topraklarına katılması için Arap ve Türkmenlerden arındırılması gerektiğini bilmiyor muydu?
2003 yılında ABD Harvard Kennedy School'da, Irak'ta Amerikan işgalinin başarılı olmasını samimiyetle arzu eden Recep Tayyip Erdoğan, kimin adına bu başarıyı 'samimiyetle' istemekteydi?
Recep Tayyip Erdoğan, “Ortadoğu'da Demokrasi, Avrupa'da Çoğulculuk” başlığı altında aynı toplantıda şunu söylüyordu: “İsrail devletinin yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacaktır”
Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'taki varlığını destekledi. Irak parçalandı. Etnik bölgelere bölünmüş bir Irak ortaya çıktı.
Aklı başında bir devlet ve bir hükümet, bundan ibret alır değil mi?
Aradan yıllar geçti mevzuu Suriye'ye dayandı.
Peki, nasıl olur da Irak'ta yapılan aynı hata Suriye'de yapıldı?
Durun durun; belki de soru sorma biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor!
Gerçekten tüm bunlar hata mıydı?
Devlet eldivenini giyen ve devletmiş gibi hareket eden unsurlar ne kadar yerli ve ne kadar milliydi?
Öyle ya! Devlet eldivenini giyip, milli ve yerli görünerek son derece vahim kararlara imza atan bir FETÖ'nün varlığını yabana atamayız.
Öte yandan, devleti bu kadar kolayca ele geçirip, yönlendirmeleri bizim açımızdan ibretlik bir hadise olmalıdır.
FETÖ örneği bize gösterdi ki; devletler içten ele geçirilip yönlendirilebiliyorlar.
Aslında bunu FETÖ örneğinin bize göstermesine gerek dahi yoktu, aklı olan bir insan, devletin Allah olmadığını ve kötü niyetli kişiler tarafından ele geçirilip, yönlendirilebileceğini bilirdi ama...
Neyse.
O halde durup düşünmemiz gereken nokta şudur:
Tüm bu olan kötü olaylar basit bir ihmalin sonucu mu?
Hadi diyelim hükümet, olanları öngöremediği için Suriye politikasında çuvalladı.
Milyonlarca sığınmacı, ülkeye giriş yapmak zorunda kaldı.
Peki ya bu sığınmacıların Avrupa'ya gitmesine neden izin vermedi?
İşte işler burada bir kez daha çetrefilleşiyor.
Hele de sığınmacılar konusunda herkesten çok hassas olduğunu beyan eden partilerin Türkiye'den Avrupa'ya gitmeye meraklı bu kadar sığınmacı varken Türkiye'nin batı sınır kapılarını açması konusunda propaganda yapmamaları daha da düşündürücü.
Aslında Gazze soykırımının durdurulması adına dahi Türkiye'nin elinde büyük bir koz vardı; Bu soykırım başlar başlamaz Recep Tayyip Erdoğan, Batı sınır kapılarını açabilir ve soykırım devam ettiği müddetçe sığınmacıların Avrupa'ya akın etmesine müsaade edebilirdi.
Hiç kimse Avrupa'nın bombalanmasına destek olduğu Suriye'nin ve Suriye halkının Avrupa'nın nimetlerinden istifade etme hakkına ket vuramaz.
Ama birileri ket vuruyor.
Türkiye, bu hükümet zamanında öyle kötü bir pozisyona düşürüldü ki; çoğu Avrupa ülkesinde para karşılığında kendi milli güvenliğini riske eden 3. sınıf bir Muz Cumhuriyeti gibi görülüyor.
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri, İsrail için Irak ve Suriye'yi bölerken, Irak ve Suriye'deki masum halka büyük vahşetler uygulanmasına yol açarken, Türkiye'ye ne oluyor da Avrupa ve Amerika'nın işbirliği ile başlarına bombalar yağdırılan insanların Avrupa'ya gitmesine engel olmak için adeta bekçilik yapıyor?
Peki, tüm bunlar olurken Türk halkı ne yapıyor?
Oy verdiği partisinin aldığı kararlar sonucu bu ülkeye sığınmak zorunda kalmış insanlarla didişiyor.
Kendi seçtiği hükümetine iki çift lafı yok.
Ama her defasında bu vahim kararları almış partiyi iktidara taşıyor.
Enteresan değil mi?
Kendi eliyle ürettiği sorunu görmezden gelen ve öfkesini masumlar üzerine yönlendirirken aynı hataları tekrar edenleri seçmeye devam eden bir halk yığını ne kadar haklı olabilir?
Bu tür öfkeler, karşı öfkeleri ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ve dışında çatışma alanları doğuruyor.
Kim bilir bu gidişle belki PKK benzeri bir Arap terör örgütümüz bile ortaya çıkabilir.
Batılılar böyle şeyleri beslemeyi de sever.
Gerçi hamasetle ya da gazla yol alanlar “o teröristleri doğdukları gibi boğarız” edebiyatı yapadururlar ama “PKK'yı 2 yılda yok ederiz” diyenlerin 30 yıl sonra PKK ile nasıl masaya oturmaya çalıştığını da hemen unuturlar.
Neticede tarih tekerrürden ibarettir ama bu tekerrürü sağlayan tarihin kendisi değil ibret almayan kafalardır.
Benim bu olaylardan anladığım; küreselcilerin, herkesin davasını yok ettiği hızlı bir sürece girdiğimizdir.
Bunun böyle olduğunu idrak edersek çözüm yolunu da buluruz aksi takdirde didişerek yok oluruz.
.
Erkan Trükten, dikGAZETE.com
-13. Cumhurbaşkanı Aday Adayı, Tarih Felsefecisi, Hak Birliği Hareketi “HakBirHar” Genel Başkanı-
Kayseri'de neler oluyor? Kontrollü bir kaosa mı sevk ediliyoruz
Yazımızda gündemimizi belirleyen bu sorunun cevabını arayacağız ama gelin önce Türk milleti adına kritik gördüğümüz bazı konulara açıklık getirelim:
Hakan Fidan, 24 Haziran 2023 tarihinde yaptığı açıklamada “3. Dünya Savaşı riski var” dedi.
Oysa ondan çok çok önce biz, 1 Nisan 2021 yılında attığımız ‘tweet’ ve bu tarihten sonra yaptığımız programlarda “III. Dünya Savaşı'na hiç bu kadar yakın olmamıştık” dedik. Ve ekledik: Bu savaş nükleer bir olayla taçlandırılacak!
Artık güya yanlışlıkla nükleer bir tesis mi vurulur, kendi kendiliğinden bir nükleer patlama mı olur, bir ülke başka bir ülkeye nükleer mi atar onu bilemeyiz ama nükleer bir olayla taçlandırılacak bir savaşın yani 3. Dünya Savaşı'nın çoktan başladığından söz ettik mi?
Ettik.
Ne zaman bunu diyoruz?
30 Haziran 2022 tarihinde.
Bu arada önemli bir şey daha söylüyoruz; bu nükleer olayın, bir nükleer olay olmayabileceğini de söylüyoruz.
Algının hakikatten daha önemli olduğu bir çağda yaşadığımızı unutmayalım.
Yine de böyle bir olay vuku bulursa, olayın iç yüzünün anlaşılması adına geçen süre zarfında birtakım tedbirlerin abartılmadan alınmasında fayda olacaktır.
Toplum psikolojisini bilmeyenler ne dediğimi anlayamaz.
Neyse, biz bugünkü odak noktamıza geri dönelim:
Mevzu 3. Dünya Savaşı meselesi ve yapılan açıklamalar.
Bu bağlamda sıra Hulusi Akar'ın açıklamalarında...
Akar, 13 Şubat 2024'te;
“3. Dünya Savaşı başladı mı, ne zaman olacak, ne olacak? Başladı. Şimdi hibrit diye bir şey çıkardılar. Artık savaş ilanı yok. Bulanık savaş. Savaş var mı yok mu belli değil." diye bir açıklama yapıverdi.
Biz ise daha 30 Haziran 2022 tarihinde attığımız bir ‘tweet’ ile 3. Dünya Savaşı'nın bölgesel çatışmalarla başladığını ama henüz büyük cephe savaşlarının başlamadığını söyledik.
Anlayacağınız hepsinden öndeyiz.
Hükümet ve Devlet kademesinden gelen oldukça gecikmiş bu açıklamaları görünce bazen düşünmeden edemiyoruz: Yıllarca istihbaratın başında bulunan ve daha sonra Dışişleri Bakanı olan kişi biz miyiz, yoksa Hakan Fidan mı?
Genelkurmay Başkanlığı yapmış kişi, biz miyiz yoksa Hulusi Akar mı?
Bizim yıllar önce açıkladığımız noktaya neden yıllar sonra geliyorlar?
3 yıl sonra, bizim 3 yıl önce söylediğimiz noktaya gelmek istihbarat zaafı mı yoksa bilinçli bir karartma mı?
Kovid 19 meselesindeki gibi bilinçli bir karartma mı?
Biz bu soruları soruyoruz sormasına ama aklını işletmeyen kafalardan oluşan bir güruh, sürekli aynı şeyi tekrarlıyor; “Siz bu devletten daha iyi mi bileceksiniz?”
Oysa tarih ve kader birçok meselede bizim defalarca “bu devletten daha iyi bildiğimizi” gösteriyor.
En azından öyle olmasını umuyoruz.
Aksi takdirde devlet, bildiği halde gerekeni yapmıyorsa veya bilmezlikten geliyorsa daha vahim bir tablo ile karşı karşıya kaldığımızı itiraf etmek gerekecek.
Bu duruma ne ad vereceğinize varın siz karar verin.
Eğer bilinçli bir karartmadan söz edeceksek, meselenin özünde devlet mi hükümet mi var?
Bu da ayrı bir sorun!
Tüm bu bilgilerden sonra Kayseri'de olanları ve yurdun dört bir tarafına sıçrama ihtimali olan olayları nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Bir devlet, bir ergenin bile kolayca tahmin edebileceği Suriye'de Türkiye tarafından “Emevi Camii'nde namaz kılma” sloganlarıyla körüklenecek bir iç savaşın, Türkiye'de ciddi bir sığınmacı meselesine yol açacağını bilmiyorsa nasıl bir devlettir?
Sınır komşusu olduğu Suriye'deki iç savaşta taraf olmanın bedellinin ağır olacağını hesaplayamayan bir hükümet nasıl bir hükümettir?
Üstelik Suriye'deki iç savaşın İsrail'in güvenliği için gerekli olduğunu ve Suriye'nin 4 parçaya bölünmesi gerektiğini 1982 yılında Oded Yinon planı adı altında İsrailli bir devlet yetkilisi açıklarken, Türkiye'nin bunu bilmemesine imkan var mı?
Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'de bir İsrail vassalı sözde Kürt koridoru açmak istediğini bilmiyor muydu?
Türkiye'yi yönetenler, kendilerine devlet ya da hükümet diyenler, Suriye'deki bu bölgenin İsrail vassalı Kürdistan topraklarına katılması için Arap ve Türkmenlerden arındırılması gerektiğini bilmiyor muydu?
2003 yılında ABD Harvard Kennedy School'da, Irak'ta Amerikan işgalinin başarılı olmasını samimiyetle arzu eden Recep Tayyip Erdoğan, kimin adına bu başarıyı 'samimiyetle' istemekteydi?
Recep Tayyip Erdoğan, “Ortadoğu'da Demokrasi, Avrupa'da Çoğulculuk” başlığı altında aynı toplantıda şunu söylüyordu: “İsrail devletinin yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacaktır”
Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'taki varlığını destekledi. Irak parçalandı. Etnik bölgelere bölünmüş bir Irak ortaya çıktı.
Aklı başında bir devlet ve bir hükümet, bundan ibret alır değil mi?
Aradan yıllar geçti mevzuu Suriye'ye dayandı.
Peki, nasıl olur da Irak'ta yapılan aynı hata Suriye'de yapıldı?
Durun durun; belki de soru sorma biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor!
Gerçekten tüm bunlar hata mıydı?
Devlet eldivenini giyen ve devletmiş gibi hareket eden unsurlar ne kadar yerli ve ne kadar milliydi?
Öyle ya! Devlet eldivenini giyip, milli ve yerli görünerek son derece vahim kararlara imza atan bir FETÖ'nün varlığını yabana atamayız.
Öte yandan, devleti bu kadar kolayca ele geçirip, yönlendirmeleri bizim açımızdan ibretlik bir hadise olmalıdır.
FETÖ örneği bize gösterdi ki; devletler içten ele geçirilip yönlendirilebiliyorlar.
Aslında bunu FETÖ örneğinin bize göstermesine gerek dahi yoktu, aklı olan bir insan, devletin Allah olmadığını ve kötü niyetli kişiler tarafından ele geçirilip, yönlendirilebileceğini bilirdi ama...
Neyse.
O halde durup düşünmemiz gereken nokta şudur:
Tüm bu olan kötü olaylar basit bir ihmalin sonucu mu?
Hadi diyelim hükümet, olanları öngöremediği için Suriye politikasında çuvalladı.
Milyonlarca sığınmacı, ülkeye giriş yapmak zorunda kaldı.
Peki ya bu sığınmacıların Avrupa'ya gitmesine neden izin vermedi?
İşte işler burada bir kez daha çetrefilleşiyor.
Hele de sığınmacılar konusunda herkesten çok hassas olduğunu beyan eden partilerin Türkiye'den Avrupa'ya gitmeye meraklı bu kadar sığınmacı varken Türkiye'nin batı sınır kapılarını açması konusunda propaganda yapmamaları daha da düşündürücü.
Aslında Gazze soykırımının durdurulması adına dahi Türkiye'nin elinde büyük bir koz vardı; Bu soykırım başlar başlamaz Recep Tayyip Erdoğan, Batı sınır kapılarını açabilir ve soykırım devam ettiği müddetçe sığınmacıların Avrupa'ya akın etmesine müsaade edebilirdi.
Hiç kimse Avrupa'nın bombalanmasına destek olduğu Suriye'nin ve Suriye halkının Avrupa'nın nimetlerinden istifade etme hakkına ket vuramaz.
Ama birileri ket vuruyor.
Türkiye, bu hükümet zamanında öyle kötü bir pozisyona düşürüldü ki; çoğu Avrupa ülkesinde para karşılığında kendi milli güvenliğini riske eden 3. sınıf bir Muz Cumhuriyeti gibi görülüyor.
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri, İsrail için Irak ve Suriye'yi bölerken, Irak ve Suriye'deki masum halka büyük vahşetler uygulanmasına yol açarken, Türkiye'ye ne oluyor da Avrupa ve Amerika'nın işbirliği ile başlarına bombalar yağdırılan insanların Avrupa'ya gitmesine engel olmak için adeta bekçilik yapıyor?
Peki, tüm bunlar olurken Türk halkı ne yapıyor?
Oy verdiği partisinin aldığı kararlar sonucu bu ülkeye sığınmak zorunda kalmış insanlarla didişiyor.
Kendi seçtiği hükümetine iki çift lafı yok.
Ama her defasında bu vahim kararları almış partiyi iktidara taşıyor.
Enteresan değil mi?
Kendi eliyle ürettiği sorunu görmezden gelen ve öfkesini masumlar üzerine yönlendirirken aynı hataları tekrar edenleri seçmeye devam eden bir halk yığını ne kadar haklı olabilir?
Bu tür öfkeler, karşı öfkeleri ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ve dışında çatışma alanları doğuruyor.
Kim bilir bu gidişle belki PKK benzeri bir Arap terör örgütümüz bile ortaya çıkabilir.
Batılılar böyle şeyleri beslemeyi de sever.
Gerçi hamasetle ya da gazla yol alanlar “o teröristleri doğdukları gibi boğarız” edebiyatı yapadururlar ama “PKK'yı 2 yılda yok ederiz” diyenlerin 30 yıl sonra PKK ile nasıl masaya oturmaya çalıştığını da hemen unuturlar.
Neticede tarih tekerrürden ibarettir ama bu tekerrürü sağlayan tarihin kendisi değil ibret almayan kafalardır.
Benim bu olaylardan anladığım; küreselcilerin, herkesin davasını yok ettiği hızlı bir sürece girdiğimizdir.
Bunun böyle olduğunu idrak edersek çözüm yolunu da buluruz aksi takdirde didişerek yok oluruz.
.
Erkan Trükten, dikGAZETE.com
-13. Cumhurbaşkanı Aday Adayı, Tarih Felsefecisi, Hak Birliği Hareketi “HakBirHar” Genel Başkanı-