Medyada sukûnet ve îtidâl havası hızla yok oluyor!
Medyada sukûnet ve îtidâl havası hızla yok oluyor!
- 01-09-2016 10:30
- 506
- 01-09-2016 10:30
- 506
"Süregiden hâller” başlığı altındaki yazısında Süleyman Seyfi Öğün, 15 Temmuz darbe kalkışması sonrası oluşan itidalli havanın TV ekranlarına son günlerde yansıyan programlarda kendini nasıl gösterdiğine dikkat çekerken, "Fikirlerin çatışması bâzen kör karanlıkları dâvet eder. Bu biraz da fikirlerin niteliği üzerinde düşünmeyi gerektiriyor.” dedi ve “Yenikapı Ruhu”nun kolay kazanılmadığını vurguladı….
İşte devletlûler ile milletlûlerin hallerine ile medyanın sorumluluğunu hatırlatan o yazı
:
15 Temmuz'da son derecede olgun bir imtihan veren medya, şu aralar biraz tuhaflaştı.
Özellikle tartışma programlarında, 15 Temmuz'u izleyen günlerde sağlanmış olan sukûnet ve îtidâl havası hızla yokoluyor. Toplumsal bağlamda keskin ayrışmaları ortaya koyan tartışmalar izliyoruz.
Bunun hayra açılan bir tarafı var mıdır, bilemiyorum.
Kanâatimce pek de öyle gözükmüyor.
Memleketin içinde bulunduğu son derecede nâzik olan durumları dikkâte aldığımızda tablonun giderek iç karartıcı olmaya doğru evrildiğini söyleyebilirim.
ÇATIŞAN FİKİRLER BAZEN KÖR KARANLIKLARI DAVET EDER…
“Müsademe-i efkârdan barikay-ı hakikât doğar” fikri, bence her zaman doğru değil.
Fikirlerin çatışması bâzen kör karanlıkları dâvet eder. Bu biraz da fikirlerin niteliği üzerinde düşünmeyi gerektiriyor.
BİR FİKİRDE CENGÂVERLEŞMEK… YA DA FİKİR ZORBALIĞI...
Nedendir bilinmez, kültürel düzeyde bu memleketin insanları için bir fikri tutmak dâima kuvvetli bir sofuluğu ve yanılmazlığı iddia etmekle eş anlamlı olmuştur.
Fikirlerin açıkça ve olanca çeşitliliği ile ortaya konmasını elbette anlıyor ve destekliyorum.
Anlamakta zorlandığım ise bir fikirde cengâverleşmektir.
Fikir adamlığı fikir zorbalığı olmasa gerektir. “Ben sizin gibi düşünmüyorum. Bence….” demek neden yeterli sayılmıyor ki?
Bir fikri dinlemek, onu yenilgiye uğratmaktan daha anlamlı değil midir?
Bir başka tuhaflık da şurada: Fikir sofuluğu, savunulan fikirlerin kişiselleştirilmesiyle atbaşı gidiyor.
Neden bir fikri savunmak “iyi” veya “kötü” olmak anlamına gelsin ki?
ORTODOKS OLMANIN GÖSTERGESİ...
Bütün bunların ardında, halâ üzerimizden atamadığımız -yan anlamlarını gözeterek ifâde ediyorum- “teolojik hâl”in yattığını düşünüyorum.
Teolojik hâl, hakikâtin kesinliği noktasından hareket ediyor.
Her teolojik hâl ister istemez, tek yol ve tek doğruyu imleyen ortodoks olmanın göstergesidir.
Burada ıskalanan bizzât, içinde fenomenlerin dolaştığı pratik hayâtın kendisidir.
Teolojik hâl bâzı metinleri (text), bağlamlardan (context) ayırır.
Hâlbuki târihsel olarak hayat metinsel değildir ve metinsel hakikâtlerin birebir karşılığı hayatta gözükmez.
Hayat bir sapmalar manzûmesidir.
Pratik ihtiyaçlar o denli çeşitli ve karmaşıktır ki buna hiçbir metinsel hakikat birebir cevap veremez.
Bu durumda kaçınılmaz olarak “yorumlar” devreye girecektir. Sıkıntı da burada ortaya çıkıyor.
Acaba hangi yorum, metne birebir uymaktadır?
Tartışmalar metinlerden ziyâde metinlere uygunluk temelinde yapılır. İnsanlığı sıkıntıya sokan da budur.
Bir yorumun metne uygun olduğuna kim hakemlik edecektir? Hakeminki de nihâyetinde bir yorum olmayacak mıdır?
DEVLETLÛLAR İLE MİLLETLÛLAR...
Her metin yorumu alelekser bir hayat yorumudur. Bu îtibârla hiçbir yorumun yekdiğerinden bir ayrıcalığı olamaz.
Yorumlar arasında en kapsamlısı olan “kamusal düzen” (Res Publica veyâ Cumhûriyet) yorumu ise en başta, veri momentte; târihsel tecrübeleri de gözetmek sûretiyle mevcut olan yorumların birbirleri ile nasıl geçineceği belirli bir sosyal mukaveleyle çerçevelemeye odaklanır. Bu yorumda kurumsal akıl(devletlûlar) ile toplumsal akıl(milletlûlar) sözleşir.
DEVLETLÛLAR VE MİLLETLÛLARIN PDY GİBİ TORTU BIRAKAN DEMOKRATİZMİ...
Bizdeki sıkıntı, “kamusal düzen” sözleşmesini geciktiren teolojik duruma topyekûn teslimiyetten kaynaklanıyor.
Devletlûlar, târihsel mevzilerinden hareketle zâten kendi ortodoksilerine sarılıyor.
Kendi bildikleri ve değişmez gördükleri “doğru yolun yolcularından başka yolcu tanımıyor”
Milletlûlar ise sivil alanların kültürel çeşitliliği içinden geliştirdikleri ve organik düzeydeki bir söylem üzerinden ortalamasını aldıkları bir başka “doğru yolun yolcularını” çeperlerden merkeze taşıyor.
İster istemez PDY gibi tortu bırakan bir demokratizm bu.
Teolojik bir nebulada, özellikle de simgesel saldırı ve yaralamalarla hüküm süren tartışmaların ardı arkası kesilmiyor.
Kurucu değerler diye lânse edilen bir ortodoksinin püritan dayatmalarıyla, ortalamalar üzerinden gelişen “sittlichkeit” yüklü başka bir organiklik Yeni Türkiye'nin siyâsal temeldeki inşâsını zora sokuyor.
Burada medyaya kısa devreler yaratacak tartışmalardan uzak durulması anlamında önemli bir sorumluluk düşüyor.
15 Temmuz ve ardından gelen Yenikapı Ruhu kolay sağlanmadı.
Sâdece başarılı bir teknokrat değil; aynı zamanda usta bir siyâsetçi olduğunu herkese ıspat eden Sayın Binali Yıldırım ile zor zamanlardaki ılımlı ve sâkin tavırlarıyla halk arasındaki popülaritesi ilk defa yüzde altmışları aşan Sayın Kılıçdaroğlu arasındaki diyalog havasını karatmaya kimsenin hakkı olmasa gerekir.
Ne diyelim; inşaallah hepsini aşarız...
Süleyman Seyfi Öğün, YENİ ŞAFAK -1 Eylül 2016-
:
Yazıda, ARA BAŞLIKLAR ve siyahlaştırmalar ile bir çok yerdeki paragraf açmalar bize aittir.
dikGAZETE.com
"Süregiden hâller” başlığı altındaki yazısında Süleyman Seyfi Öğün, 15 Temmuz darbe kalkışması sonrası oluşan itidalli havanın TV ekranlarına son günlerde yansıyan programlarda kendini nasıl gösterdiğine dikkat çekerken, "Fikirlerin çatışması bâzen kör karanlıkları dâvet eder. Bu biraz da fikirlerin niteliği üzerinde düşünmeyi gerektiriyor.” dedi ve “Yenikapı Ruhu”nun kolay kazanılmadığını vurguladı….
İşte devletlûler ile milletlûlerin hallerine ile medyanın sorumluluğunu hatırlatan o yazı
:
15 Temmuz'da son derecede olgun bir imtihan veren medya, şu aralar biraz tuhaflaştı.
Özellikle tartışma programlarında, 15 Temmuz'u izleyen günlerde sağlanmış olan sukûnet ve îtidâl havası hızla yokoluyor. Toplumsal bağlamda keskin ayrışmaları ortaya koyan tartışmalar izliyoruz.
Bunun hayra açılan bir tarafı var mıdır, bilemiyorum.
Kanâatimce pek de öyle gözükmüyor.
Memleketin içinde bulunduğu son derecede nâzik olan durumları dikkâte aldığımızda tablonun giderek iç karartıcı olmaya doğru evrildiğini söyleyebilirim.
ÇATIŞAN FİKİRLER BAZEN KÖR KARANLIKLARI DAVET EDER…
“Müsademe-i efkârdan barikay-ı hakikât doğar” fikri, bence her zaman doğru değil.
Fikirlerin çatışması bâzen kör karanlıkları dâvet eder. Bu biraz da fikirlerin niteliği üzerinde düşünmeyi gerektiriyor.
BİR FİKİRDE CENGÂVERLEŞMEK… YA DA FİKİR ZORBALIĞI...
Nedendir bilinmez, kültürel düzeyde bu memleketin insanları için bir fikri tutmak dâima kuvvetli bir sofuluğu ve yanılmazlığı iddia etmekle eş anlamlı olmuştur.
Fikirlerin açıkça ve olanca çeşitliliği ile ortaya konmasını elbette anlıyor ve destekliyorum.
Anlamakta zorlandığım ise bir fikirde cengâverleşmektir.
Fikir adamlığı fikir zorbalığı olmasa gerektir. “Ben sizin gibi düşünmüyorum. Bence….” demek neden yeterli sayılmıyor ki?
Bir fikri dinlemek, onu yenilgiye uğratmaktan daha anlamlı değil midir?
Bir başka tuhaflık da şurada: Fikir sofuluğu, savunulan fikirlerin kişiselleştirilmesiyle atbaşı gidiyor.
Neden bir fikri savunmak “iyi” veya “kötü” olmak anlamına gelsin ki?
ORTODOKS OLMANIN GÖSTERGESİ...
Bütün bunların ardında, halâ üzerimizden atamadığımız -yan anlamlarını gözeterek ifâde ediyorum- “teolojik hâl”in yattığını düşünüyorum.
Teolojik hâl, hakikâtin kesinliği noktasından hareket ediyor.
Her teolojik hâl ister istemez, tek yol ve tek doğruyu imleyen ortodoks olmanın göstergesidir.
Burada ıskalanan bizzât, içinde fenomenlerin dolaştığı pratik hayâtın kendisidir.
Teolojik hâl bâzı metinleri (text), bağlamlardan (context) ayırır.
Hâlbuki târihsel olarak hayat metinsel değildir ve metinsel hakikâtlerin birebir karşılığı hayatta gözükmez.
Hayat bir sapmalar manzûmesidir.
Pratik ihtiyaçlar o denli çeşitli ve karmaşıktır ki buna hiçbir metinsel hakikat birebir cevap veremez.
Bu durumda kaçınılmaz olarak “yorumlar” devreye girecektir. Sıkıntı da burada ortaya çıkıyor.
Acaba hangi yorum, metne birebir uymaktadır?
Tartışmalar metinlerden ziyâde metinlere uygunluk temelinde yapılır. İnsanlığı sıkıntıya sokan da budur.
Bir yorumun metne uygun olduğuna kim hakemlik edecektir? Hakeminki de nihâyetinde bir yorum olmayacak mıdır?
DEVLETLÛLAR İLE MİLLETLÛLAR...
Her metin yorumu alelekser bir hayat yorumudur. Bu îtibârla hiçbir yorumun yekdiğerinden bir ayrıcalığı olamaz.
Yorumlar arasında en kapsamlısı olan “kamusal düzen” (Res Publica veyâ Cumhûriyet) yorumu ise en başta, veri momentte; târihsel tecrübeleri de gözetmek sûretiyle mevcut olan yorumların birbirleri ile nasıl geçineceği belirli bir sosyal mukaveleyle çerçevelemeye odaklanır. Bu yorumda kurumsal akıl(devletlûlar) ile toplumsal akıl(milletlûlar) sözleşir.
DEVLETLÛLAR VE MİLLETLÛLARIN PDY GİBİ TORTU BIRAKAN DEMOKRATİZMİ...
Bizdeki sıkıntı, “kamusal düzen” sözleşmesini geciktiren teolojik duruma topyekûn teslimiyetten kaynaklanıyor.
Devletlûlar, târihsel mevzilerinden hareketle zâten kendi ortodoksilerine sarılıyor.
Kendi bildikleri ve değişmez gördükleri “doğru yolun yolcularından başka yolcu tanımıyor”
Milletlûlar ise sivil alanların kültürel çeşitliliği içinden geliştirdikleri ve organik düzeydeki bir söylem üzerinden ortalamasını aldıkları bir başka “doğru yolun yolcularını” çeperlerden merkeze taşıyor.
İster istemez PDY gibi tortu bırakan bir demokratizm bu.
Teolojik bir nebulada, özellikle de simgesel saldırı ve yaralamalarla hüküm süren tartışmaların ardı arkası kesilmiyor.
Kurucu değerler diye lânse edilen bir ortodoksinin püritan dayatmalarıyla, ortalamalar üzerinden gelişen “sittlichkeit” yüklü başka bir organiklik Yeni Türkiye'nin siyâsal temeldeki inşâsını zora sokuyor.
Burada medyaya kısa devreler yaratacak tartışmalardan uzak durulması anlamında önemli bir sorumluluk düşüyor.
15 Temmuz ve ardından gelen Yenikapı Ruhu kolay sağlanmadı.
Sâdece başarılı bir teknokrat değil; aynı zamanda usta bir siyâsetçi olduğunu herkese ıspat eden Sayın Binali Yıldırım ile zor zamanlardaki ılımlı ve sâkin tavırlarıyla halk arasındaki popülaritesi ilk defa yüzde altmışları aşan Sayın Kılıçdaroğlu arasındaki diyalog havasını karatmaya kimsenin hakkı olmasa gerekir.
Ne diyelim; inşaallah hepsini aşarız...
Süleyman Seyfi Öğün, YENİ ŞAFAK -1 Eylül 2016-
:
Yazıda, ARA BAŞLIKLAR ve siyahlaştırmalar ile bir çok yerdeki paragraf açmalar bize aittir.
dikGAZETE.com