NATO'nun ‘Yeni Stratejik Konsept’i ve Türkiye - ABD Dördüncü Nesil -Hibrit- Savaşı
NATO'nun ‘Yeni Stratejik Konsept’i ve Türkiye - ABD Dördüncü Nesil -Hibrit- Savaşı
- 02-11-2021 10:29
- 2392
- 02-11-2021 10:29
- 2392
Efesli ünlü filozof Herakleitos; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” diyerek değişimin karşı konulamaz bir güç olduğunu çağlar öncesinden dünyaya ilan etmiştir.
Bu güçlü kuramın sarsıcılığından olacak ki, 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1949 tarihinde Sovyet/Komünizm tehdidine karşı bir güvenlik yapılanmasına ihtiyaç hasıl olması iddiasıyla beraber, ABD öncülüğünde 12 üye ülke tarafından kurulmuş olan NATO da zamanla farklı dönüşümler ve evrimler geçirmiş bir askeri ittifak modelidir.
Değişen her şey gibi NATO’nun güvenlik politikaları ve güvenlik stratejileri de zaman içinde değişime uğramıştır.
Güvenlik stratejileri, uluslararası aktörlerin kendi güvenliklerini sağlamak maksadıyla geliştirdikleri uzun dönemli güvenlik politikaları ve hedefleri bütünüdür.
Küresel sistemde tehditlerin değişmesi, küresel aktörlerin güvenlik gereksinimlerini ve stratejilerini de değiştirmiştir.
İttifaklar da buna bağlı olarak güvenlik stratejilerini ve düşman hedeflerini güncel tutmak zorundadırlar.
Buna itibarla dünyanın en güçlü askeri ittifakı olan NATO’nun güvenlik anlayışı da ‘Soğuk savaş dönemi’, ‘Soğuk savaş sonrası dönem’ ve ’11 Eylül sonrası dönem’ olarak üç ana dönüşüm ve değişim geçirmiştir.
NATO’nun soğuk savaş dönemindeki güvenlik stratejisi iki kutuplu dünyada devlet odaklı düşmanlara karşı ittifak etme ve strateji geliştirme yönünde olmuştur.
Bu dönemde düşmanlıklar ve tehditler devletler arasındadır ve muhataplar her zaman devletlerin kendileri olmuştur.
Bu soğuk savaş dönemi, ABD ve Sovyetler’in diğer devletleri kendi saflarına çekmek için sürekli düşmanlıklar ve tehditler ürettiği, günün birinde çıkması beklenen sıcak savaşa karşı devamlı nükleer silahlanma çabasına girdikleri, askeri, politik, ekonomik, kültürel yönden sürekli çekişme içinde oldukları bir dönemdir.
Beklenen sıcak savaş, hiçbir zaman çıkmamış ve soğuk savaş dönemi Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla sonlanmıştır.
Soğuk savaşın rekabetini simgeleyen “Berlin Duvarı”nın yıkılması, Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılması ile beraber, dünya artık ABD/NATO öncülüğünde tek kutuplu bir döneme girmiştir.
NATO’nun var olma sebebinin ortadan kalkması yine NATO’nun stratejik konseptinde de önemli dönüşümler yaratmıştır.
NATO’nun yeni stratejik konsepti, 1991 Roma Zirvesinde açıklanmıştır.
Yeni konsept, Avrupa’nın güvenlik ortamının değişimini vurgularken, savaş odaklı geleneksel söylem, yerini işbirliği ve diyalog anlayışına bırakmıştır.
“Yeni Stratejik Konsept”, öncelikle ittifakın yeni güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu tespit etmiştir.
Avrupa’nın bölünmüşlüğü sona erdiğinden artık tek merkezden gelecek büyük çaplı bir saldırı ihtimali düşmüş, dolayısıyla ittifak stratejisinin odağı olmaktan çıkmıştır.
Bunun yerine ittifakın karşı karşıya olduğu yeni güvenlik sorunları olarak etnik çatışmalar ve toprak anlaşmazlıkları da dahil olmak üzere ciddi ekonomik, sosyal ve politik çelişkilerin doğuracağı istikrarsızlıklardan kaynaklanacak sorunlar öne çıkmıştır (NATO, 1991).
Bu gelişmelere rağmen, uluslararası sistemde 1990’lı yıllarda yaşanan ve güvenlik ortamını sürekli etkileyen gelişmeler, yeni stratejik konsepti çok çabuk geride bırakmıştır.
Bunun üzerine 1997 Madrid Zirvesi’nde mevcut stratejik konseptin güncellenmesine karar verilmiştir.
Fakat, 1999 yılında gerçekleştirilen Washington Zirvesinde kabul edilen yeni konsept, “bir önceki stratejiyi değiştirmekten ziyade yeni güvenlik ortamının gereklerine göre geliştirmiştir” demek daha doğru olacaktır.
Yeni konsept, öncelikle NATO’nun merkezi rol oynadığı yeni bir Avrupa’nın ortaya çıkmakta olduğuna vurgu yaparak, ittifakın coğrafi odağını Kuzey Atlantik değil, Avrupa-Atlantik olarak daha geniş bir alanda tanımlamıştır.
Bu Avrupa-Atlantik bölgesinin tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’yla birlikte Rusya ve Ukrayna’yı da kapsadığı, stratejik konseptin içeriğinde (36. ve 37. maddeler) açıkça ortaya konulmuştur (NATO, 1999).
1999 stratejik konseptinin bir diğer dikkat çekici boyutu, ittifakın Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan güvenlik ortamında karşı karşıya olduğu güvenlik sorunlarını belirlerken çok daha geniş bir güvenlik yaklaşımı kullanmış olmasıdır.
Bu kapsamda politik, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörler öne çıkarılmış, ittifakın mücadele etmesi beklenen sorunlar politik baskı, insan hakları ihlalleri, dinsel ve etnik çatışma ve ekonomik sorunlar gibi iç politik istikrasızlıklardan kaynaklanacak riskler, göç ve yaşamsal kaynaklara ulaşmanın engellenmesi ile kitle imha silahlarının yayılması, terörizm ve örgütlü suç olarak belirlenmiştir. (Ereker, 2019).
Caydırma ve çatışma odaklı tehdit anlayışıyla kurulan NATO, yeni stratejik konseptler neticesinde kuruluş amacından farklılaşarak, merkezi düşmansızlığın da vermiş olduğu rahatlıkla, diyalog ve işbirliği odaklı bir anlayışa bürünmüştür.
1999 konseptinde kanıksanan diyalog ve işbirliği odaklı anlayış 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler terör saldırılarına kadar ancak sürmüştür.
Geçen bu iki yılda dünya çok değişmiştir ve NATO da yine bu değişime uyarak “11 Eylül Sonrası” yeni strateji konseptini belirlemiştir.
11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’a müdahalesi, Irak savaşı, Gürcistan’ın Ruslar tarafından işgali gibi gelişmeler NATO’ya da güvenlik anlayışını güncellemesi ihtiyacı doğurmuştur.
Bu dönemde NATO/ABD, müdahale etmek istedikleri coğrafyalara terörizm prangasını öne sürerek müdahale etmiş ve politikalarını sertleştirerek dünyayı daha da yaşanmaz bir hale getirmek için çabalamıştır.
Terörizmin ‘yeni düşman’ olarak belirlendiği bu süreç sonrasında NATO/ABD, dünya huzurunu bozduğunu iddia ettiği bazı terör örgütlerini kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye gibi ittifak ortağı ülkelere karşı kullanarak hem kendi varlığını zayıflatmış, hem de ittifakı zedelenmiş hale getirmiştir.
ABD’nin, NATO ortağı olan Türkiye’ye karşı uluslararası hukuk sisteminde terör örgütü olarak tanınan PKK’nın yan kolu PYD’ye onbinlerce TIR dolusu silah ve mali yardımda bulunması, “DAEŞ’i süpürme” bahanesiyle büyüttüğü örgütün DAEŞ’lileri de içine alarak Türkiye’ye karşı terör eylemleri yürütmesi trajikomik bir durum oluşturmuştur.
ABD, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu unutmuş olmalı ki konvansiyonel ve asimetrik çatışma yöntemlerinin iç içe geçtiği ve bir arada kullanıldığı yeni nesil savaş türü olan Hibrit (4.Nesil) savaşı, Türkiye’ye karşı kullanır hale getirmiştir.
Evet ABD, müttefiki olan Türkiye’ye karşı bir savaş açmıştır; hem de bu savaş, ABD’nin Türkiye’ye vekalet savaşıdır.
ABD’nin vekalet verdiği örgüt ise bölücü terör örgütü PYD/PKK’dır…
Hibrit (4.Nesil) savaşın unsurlarından sadece bir tanesi olan “vekalet savaşları” günümüzde “hibrit savaş”ın önemli bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Vekalet savaşları, düşük maliyetli olmanın yanında, uluslararası hukukun getirdiği sınırlamaları, devletlerin aşmasında maalesef bir yöntem olarak da görülmektedir.
Şimdi sayın okur, size ‘Hibrit Savaş’ın özelliklerini ve amaçlarını anlatayım; siz de bana söyleyin, bu Amerika, Türkiye’ye savaş açmış mı açmamış mı?...
- Düşmanın milli güç çarpanlarına doğrudan taarruz etmek yerine, etki altına alınmasına yönelik eylemler icra edilir…
- Düşmanın içeriden çökertilmesi hedeflenir…
- Özel kuvvetler ve düşman ülke içindeki muhalif unsurlar kullanılır…
- Bilgi ve algı harbine özel önem verilir…
- Sıcak temastan kaçınılır…
- Bölümlendirilmiş/ aşamalandırılmış geleneksel harekatlar yerine, düşmanın tüm sistemleri hedef altına alınır…
- Fiziksel ortama ilave olarak, insan zihni ve siber ortam da hedeftedir…
- Politik, ekonomik, bilgi/ enformatik, teknolojik ve ekolojik alanlarda asimetrik etkiler kullanılır…
- Konvansiyonel savaşlardaki belirli bir zaman dilimi ile sınırlandırılmış savaş yerine, bir ülkenin milli hayatında sürekli devam eden ve doğal bir durum haline getirilmiş bir savaştır.
Hibrit savaşın asıl amacı; harp ilan etmeden, hedef ülke hükümetini devirmek, hedef alınan ülkede çıkarlara uygun olan yeni bir hükümetin kurulmasını sağlamaktır. Aslında bu en önemli politik amaçlardan birisidir’.
Evet sevgili okur, şimdi söz ve sahne senin!..
Böyle bir Amerika, düşman mı değil mi, bize savaş açmış mı açmamış mı, cennet vatanımızı bölmek istiyor mu istemiyor mu!?.
Söyleyiverin gayrı!
.
Mustafa Aygül, dikGAZETE.com
İlişkili kaynak: https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2019/11/NATOStratejikKonseptleri_FulyaAksuEreker_v.1.pdf
Efesli ünlü filozof Herakleitos; “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” diyerek değişimin karşı konulamaz bir güç olduğunu çağlar öncesinden dünyaya ilan etmiştir.
Bu güçlü kuramın sarsıcılığından olacak ki, 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1949 tarihinde Sovyet/Komünizm tehdidine karşı bir güvenlik yapılanmasına ihtiyaç hasıl olması iddiasıyla beraber, ABD öncülüğünde 12 üye ülke tarafından kurulmuş olan NATO da zamanla farklı dönüşümler ve evrimler geçirmiş bir askeri ittifak modelidir.
Değişen her şey gibi NATO’nun güvenlik politikaları ve güvenlik stratejileri de zaman içinde değişime uğramıştır.
Güvenlik stratejileri, uluslararası aktörlerin kendi güvenliklerini sağlamak maksadıyla geliştirdikleri uzun dönemli güvenlik politikaları ve hedefleri bütünüdür.
Küresel sistemde tehditlerin değişmesi, küresel aktörlerin güvenlik gereksinimlerini ve stratejilerini de değiştirmiştir.
İttifaklar da buna bağlı olarak güvenlik stratejilerini ve düşman hedeflerini güncel tutmak zorundadırlar.
Buna itibarla dünyanın en güçlü askeri ittifakı olan NATO’nun güvenlik anlayışı da ‘Soğuk savaş dönemi’, ‘Soğuk savaş sonrası dönem’ ve ’11 Eylül sonrası dönem’ olarak üç ana dönüşüm ve değişim geçirmiştir.
NATO’nun soğuk savaş dönemindeki güvenlik stratejisi iki kutuplu dünyada devlet odaklı düşmanlara karşı ittifak etme ve strateji geliştirme yönünde olmuştur.
Bu dönemde düşmanlıklar ve tehditler devletler arasındadır ve muhataplar her zaman devletlerin kendileri olmuştur.
Bu soğuk savaş dönemi, ABD ve Sovyetler’in diğer devletleri kendi saflarına çekmek için sürekli düşmanlıklar ve tehditler ürettiği, günün birinde çıkması beklenen sıcak savaşa karşı devamlı nükleer silahlanma çabasına girdikleri, askeri, politik, ekonomik, kültürel yönden sürekli çekişme içinde oldukları bir dönemdir.
Beklenen sıcak savaş, hiçbir zaman çıkmamış ve soğuk savaş dönemi Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla sonlanmıştır.
Soğuk savaşın rekabetini simgeleyen “Berlin Duvarı”nın yıkılması, Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılması ile beraber, dünya artık ABD/NATO öncülüğünde tek kutuplu bir döneme girmiştir.
NATO’nun var olma sebebinin ortadan kalkması yine NATO’nun stratejik konseptinde de önemli dönüşümler yaratmıştır.
NATO’nun yeni stratejik konsepti, 1991 Roma Zirvesinde açıklanmıştır.
Yeni konsept, Avrupa’nın güvenlik ortamının değişimini vurgularken, savaş odaklı geleneksel söylem, yerini işbirliği ve diyalog anlayışına bırakmıştır.
“Yeni Stratejik Konsept”, öncelikle ittifakın yeni güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu tespit etmiştir.
Avrupa’nın bölünmüşlüğü sona erdiğinden artık tek merkezden gelecek büyük çaplı bir saldırı ihtimali düşmüş, dolayısıyla ittifak stratejisinin odağı olmaktan çıkmıştır.
Bunun yerine ittifakın karşı karşıya olduğu yeni güvenlik sorunları olarak etnik çatışmalar ve toprak anlaşmazlıkları da dahil olmak üzere ciddi ekonomik, sosyal ve politik çelişkilerin doğuracağı istikrarsızlıklardan kaynaklanacak sorunlar öne çıkmıştır (NATO, 1991).
Bu gelişmelere rağmen, uluslararası sistemde 1990’lı yıllarda yaşanan ve güvenlik ortamını sürekli etkileyen gelişmeler, yeni stratejik konsepti çok çabuk geride bırakmıştır.
Bunun üzerine 1997 Madrid Zirvesi’nde mevcut stratejik konseptin güncellenmesine karar verilmiştir.
Fakat, 1999 yılında gerçekleştirilen Washington Zirvesinde kabul edilen yeni konsept, “bir önceki stratejiyi değiştirmekten ziyade yeni güvenlik ortamının gereklerine göre geliştirmiştir” demek daha doğru olacaktır.
Yeni konsept, öncelikle NATO’nun merkezi rol oynadığı yeni bir Avrupa’nın ortaya çıkmakta olduğuna vurgu yaparak, ittifakın coğrafi odağını Kuzey Atlantik değil, Avrupa-Atlantik olarak daha geniş bir alanda tanımlamıştır.
Bu Avrupa-Atlantik bölgesinin tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’yla birlikte Rusya ve Ukrayna’yı da kapsadığı, stratejik konseptin içeriğinde (36. ve 37. maddeler) açıkça ortaya konulmuştur (NATO, 1999).
1999 stratejik konseptinin bir diğer dikkat çekici boyutu, ittifakın Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan güvenlik ortamında karşı karşıya olduğu güvenlik sorunlarını belirlerken çok daha geniş bir güvenlik yaklaşımı kullanmış olmasıdır.
Bu kapsamda politik, ekonomik, sosyal ve çevresel faktörler öne çıkarılmış, ittifakın mücadele etmesi beklenen sorunlar politik baskı, insan hakları ihlalleri, dinsel ve etnik çatışma ve ekonomik sorunlar gibi iç politik istikrasızlıklardan kaynaklanacak riskler, göç ve yaşamsal kaynaklara ulaşmanın engellenmesi ile kitle imha silahlarının yayılması, terörizm ve örgütlü suç olarak belirlenmiştir. (Ereker, 2019).
Caydırma ve çatışma odaklı tehdit anlayışıyla kurulan NATO, yeni stratejik konseptler neticesinde kuruluş amacından farklılaşarak, merkezi düşmansızlığın da vermiş olduğu rahatlıkla, diyalog ve işbirliği odaklı bir anlayışa bürünmüştür.
1999 konseptinde kanıksanan diyalog ve işbirliği odaklı anlayış 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler terör saldırılarına kadar ancak sürmüştür.
Geçen bu iki yılda dünya çok değişmiştir ve NATO da yine bu değişime uyarak “11 Eylül Sonrası” yeni strateji konseptini belirlemiştir.
11 Eylül sonrası ABD’nin Afganistan’a müdahalesi, Irak savaşı, Gürcistan’ın Ruslar tarafından işgali gibi gelişmeler NATO’ya da güvenlik anlayışını güncellemesi ihtiyacı doğurmuştur.
Bu dönemde NATO/ABD, müdahale etmek istedikleri coğrafyalara terörizm prangasını öne sürerek müdahale etmiş ve politikalarını sertleştirerek dünyayı daha da yaşanmaz bir hale getirmek için çabalamıştır.
Terörizmin ‘yeni düşman’ olarak belirlendiği bu süreç sonrasında NATO/ABD, dünya huzurunu bozduğunu iddia ettiği bazı terör örgütlerini kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye gibi ittifak ortağı ülkelere karşı kullanarak hem kendi varlığını zayıflatmış, hem de ittifakı zedelenmiş hale getirmiştir.
ABD’nin, NATO ortağı olan Türkiye’ye karşı uluslararası hukuk sisteminde terör örgütü olarak tanınan PKK’nın yan kolu PYD’ye onbinlerce TIR dolusu silah ve mali yardımda bulunması, “DAEŞ’i süpürme” bahanesiyle büyüttüğü örgütün DAEŞ’lileri de içine alarak Türkiye’ye karşı terör eylemleri yürütmesi trajikomik bir durum oluşturmuştur.
ABD, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu unutmuş olmalı ki konvansiyonel ve asimetrik çatışma yöntemlerinin iç içe geçtiği ve bir arada kullanıldığı yeni nesil savaş türü olan Hibrit (4.Nesil) savaşı, Türkiye’ye karşı kullanır hale getirmiştir.
Evet ABD, müttefiki olan Türkiye’ye karşı bir savaş açmıştır; hem de bu savaş, ABD’nin Türkiye’ye vekalet savaşıdır.
ABD’nin vekalet verdiği örgüt ise bölücü terör örgütü PYD/PKK’dır…
Hibrit (4.Nesil) savaşın unsurlarından sadece bir tanesi olan “vekalet savaşları” günümüzde “hibrit savaş”ın önemli bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Vekalet savaşları, düşük maliyetli olmanın yanında, uluslararası hukukun getirdiği sınırlamaları, devletlerin aşmasında maalesef bir yöntem olarak da görülmektedir.
Şimdi sayın okur, size ‘Hibrit Savaş’ın özelliklerini ve amaçlarını anlatayım; siz de bana söyleyin, bu Amerika, Türkiye’ye savaş açmış mı açmamış mı?...
- Düşmanın milli güç çarpanlarına doğrudan taarruz etmek yerine, etki altına alınmasına yönelik eylemler icra edilir…
- Düşmanın içeriden çökertilmesi hedeflenir…
- Özel kuvvetler ve düşman ülke içindeki muhalif unsurlar kullanılır…
- Bilgi ve algı harbine özel önem verilir…
- Sıcak temastan kaçınılır…
- Bölümlendirilmiş/ aşamalandırılmış geleneksel harekatlar yerine, düşmanın tüm sistemleri hedef altına alınır…
- Fiziksel ortama ilave olarak, insan zihni ve siber ortam da hedeftedir…
- Politik, ekonomik, bilgi/ enformatik, teknolojik ve ekolojik alanlarda asimetrik etkiler kullanılır…
- Konvansiyonel savaşlardaki belirli bir zaman dilimi ile sınırlandırılmış savaş yerine, bir ülkenin milli hayatında sürekli devam eden ve doğal bir durum haline getirilmiş bir savaştır.
Hibrit savaşın asıl amacı; harp ilan etmeden, hedef ülke hükümetini devirmek, hedef alınan ülkede çıkarlara uygun olan yeni bir hükümetin kurulmasını sağlamaktır. Aslında bu en önemli politik amaçlardan birisidir’.
Evet sevgili okur, şimdi söz ve sahne senin!..
Böyle bir Amerika, düşman mı değil mi, bize savaş açmış mı açmamış mı, cennet vatanımızı bölmek istiyor mu istemiyor mu!?.
Söyleyiverin gayrı!
.
Mustafa Aygül, dikGAZETE.com
İlişkili kaynak: https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2019/11/NATOStratejikKonseptleri_FulyaAksuEreker_v.1.pdf