Ne oluyor!

Ne oluyor!

Nereye gidiyor bu dünya?

Ne oldu böyle!..

“Hiç!.."

Dünya aynı dünya da biz neredeyiz!

Ne dünyayı tanıyoruz, ne kendimiziz.

Sanki her birimiz istisnasız üzerimize düşen vazifeyi tamamlamış gibi ve imtihanda yıldızlı notlar almış edasıyla, oraya-buraya sürekli yönelttiğimiz, cevaplarına ise tahammül edemediğimiz sorular...

Hiç bir şeyde bir payımızın olmadığı zannıyla hep uykuda bir eminlik, pespaye bir kibirlilik, şeytani bir ısrar yapışmış dudaklarımız arasına...

Yoğurdum ekşi" demenin erdemli düsturunu utanç zannederek, suizanda boğulduğumuzun farkında olmadan, sorumluluğu üzerimizden atmanın anlamsız güveni ile neler oluyor neler demek...

Anlık, hastalıklı bir rahatlama sağlasa bile artık soruların formatını revize etmenin ve işimize gelmeyen, hoşumuza gitmeyen, cevap aradığımız o bütün soruları kendimize sormanın vakti gelmedi mi!..

Utancın sapağından susarak geçmek!..

Bu âleme, bir gaye için gelen-gönderilen insanın, önce kendisinden başlaması gerekmiyor mu yolculuğuna!..

Yolculuk, hareket noktası olarak yolcunun kendisi değilse eğer, çıktığı yolda varış noktası olarak hedefi neresi ve o hedefte bulmayı umduğu nedir peki!..

Sefer, geride bir yer ve bir şeyleri bırakmakla, hedefte bir yer ve bir şeylere varmak değil mi peki!..

Geri dönüşler, yan çizmeler, vaz geçmeler de olsa, sefere niyet sefer gibi olmasa da her yolculuk için, içten bir gayret lazım evvela.

Harekete geçmeli insan.

Nefsine karşı, kendisine karşı harekete geçmeli insan; sefer, önce kendine, kendisinden yolculukla olmalı.

Halis bir niyetle ve bir an evvel başlamalı…

Seyr-ü süluk seferine sürmeye nefislerimizi, bencilliklerimizi önyargılarımızı...

Yoklukta-varlıkta büyüklük taslamalarımızdan ve alıştığımız tasmalarımızdan...

Giderek altında ezildiğimiz etiketlerimizden, makamlarımızdan...

Asla doymayacak olan egolarımızdan…

Allah deyip silkelensek ya bir.

Sorsak kendi kendimize, birinin sormasını beklemeden "Nereye gidiyorsun” diyerek!..

Terbiyemizin yoluna sürsek nefis atlarımızı..

Kimin nerede durduğu, ne yöne gittiğine değil...

Kimin ne ettiği ile de değil...

İlk kendimize bakarak…

Noksanımız ile yetinsek ve bir niyet etsek...

İsteklerimizi tamamlamaya nefesimiz yetmedi, yetmez de!

Eksiğimizi kusurumuzu bilip, kendi acziyetimize bürünsek, büksek boynumuzu..

Kıldan ince, kılıçtan keskince bir yol bu.

Yolu düzeltecek güç elimizde değil; yola çıktığında düzelecek olanlarız ve o yolda oldukça düzlenecek yolumuz da...

Kalplerimizi hasta eden ona giden damarlardan başlasak temizliğe, önce kendimizden başlasak iyileşip iyileştirmeye..

Bıraksak şu eflatun tondaki feylesofluğumuzu...

Çok bilip de had bilmeyişliğimize doğru bir yol tutsak..

.

Elif Rana, dikGAZETE.com

Nereye gidiyor bu dünya?

Ne oldu böyle!..

“Hiç!.."

Dünya aynı dünya da biz neredeyiz!

Ne dünyayı tanıyoruz, ne kendimiziz.

Sanki her birimiz istisnasız üzerimize düşen vazifeyi tamamlamış gibi ve imtihanda yıldızlı notlar almış edasıyla, oraya-buraya sürekli yönelttiğimiz, cevaplarına ise tahammül edemediğimiz sorular...

Hiç bir şeyde bir payımızın olmadığı zannıyla hep uykuda bir eminlik, pespaye bir kibirlilik, şeytani bir ısrar yapışmış dudaklarımız arasına...

Yoğurdum ekşi" demenin erdemli düsturunu utanç zannederek, suizanda boğulduğumuzun farkında olmadan, sorumluluğu üzerimizden atmanın anlamsız güveni ile neler oluyor neler demek...

Anlık, hastalıklı bir rahatlama sağlasa bile artık soruların formatını revize etmenin ve işimize gelmeyen, hoşumuza gitmeyen, cevap aradığımız o bütün soruları kendimize sormanın vakti gelmedi mi!..

Utancın sapağından susarak geçmek!..

Bu âleme, bir gaye için gelen-gönderilen insanın, önce kendisinden başlaması gerekmiyor mu yolculuğuna!..

Yolculuk, hareket noktası olarak yolcunun kendisi değilse eğer, çıktığı yolda varış noktası olarak hedefi neresi ve o hedefte bulmayı umduğu nedir peki!..

Sefer, geride bir yer ve bir şeyleri bırakmakla, hedefte bir yer ve bir şeylere varmak değil mi peki!..

Geri dönüşler, yan çizmeler, vaz geçmeler de olsa, sefere niyet sefer gibi olmasa da her yolculuk için, içten bir gayret lazım evvela.

Harekete geçmeli insan.

Nefsine karşı, kendisine karşı harekete geçmeli insan; sefer, önce kendine, kendisinden yolculukla olmalı.

Halis bir niyetle ve bir an evvel başlamalı…

Seyr-ü süluk seferine sürmeye nefislerimizi, bencilliklerimizi önyargılarımızı...

Yoklukta-varlıkta büyüklük taslamalarımızdan ve alıştığımız tasmalarımızdan...

Giderek altında ezildiğimiz etiketlerimizden, makamlarımızdan...

Asla doymayacak olan egolarımızdan…

Allah deyip silkelensek ya bir.

Sorsak kendi kendimize, birinin sormasını beklemeden "Nereye gidiyorsun” diyerek!..

Terbiyemizin yoluna sürsek nefis atlarımızı..

Kimin nerede durduğu, ne yöne gittiğine değil...

Kimin ne ettiği ile de değil...

İlk kendimize bakarak…

Noksanımız ile yetinsek ve bir niyet etsek...

İsteklerimizi tamamlamaya nefesimiz yetmedi, yetmez de!

Eksiğimizi kusurumuzu bilip, kendi acziyetimize bürünsek, büksek boynumuzu..

Kıldan ince, kılıçtan keskince bir yol bu.

Yolu düzeltecek güç elimizde değil; yola çıktığında düzelecek olanlarız ve o yolda oldukça düzlenecek yolumuz da...

Kalplerimizi hasta eden ona giden damarlardan başlasak temizliğe, önce kendimizden başlasak iyileşip iyileştirmeye..

Bıraksak şu eflatun tondaki feylesofluğumuzu...

Çok bilip de had bilmeyişliğimize doğru bir yol tutsak..

.

Elif Rana, dikGAZETE.com