Tam bağımsızlık yolunda ekonomik savaş

Tam bağımsızlık yolunda ekonomik savaş

Tam bağımsızlık yolunda ekonomik savaş Tam bağımsızlık yolunda ekonomik savaş

Ekonomik kalkınma, en basit tabirle kişi başı üretimin artmasına denir. Kişi başı üretimin artması da ekonomiye yapılan yatırımların kapasitesiyle ifade edilir. Yani ne kadar çok yatırım, o kadar çok üretim ve kalkınma demektir. 

Üretmek için ise işgücü gereklidir, işgücü gereksinimi istihdamın da yükselmesine neden olacaktır.

Borç alınan bir miktar para karşılığında vadesine göre para sahibine ödenen bedele faiz denir. Faizin en yalın tanımı budur.

Kapital ekonomilerde bütün makro ekonomik değişkenler (yatırım, tasarruf, enflasyon, büyüme, istihdam, döviz kuru, Cari açık, GSYİH, GSMH vd.) faizden bağımsız değildir; bu sebepten faiz, önemli bir karar mekanizmasıdır.

Kapital ekonomilerde yatırımcılar genellikle özel teşebbüsçülerdir. Yatırımcıların yatırım yapmasındaki temel neden kâr etme arzusudur. 

Yatırımcı, yatırımı gerçekleştirme kararını verirken temel bir kıstasa bakmaktadır: “Eğer yatırımın verimliliği ve kârlılığı, mevcut konjonktürdeki faiz oranlarından yüksekse tasarruftan vazgeçilir ve yatırımlar artar…” 

Yani faiz oranları, ülkeye yapılacak yatırım miktarını belirleyen olgudur.

En kısa tabirle ifade edersek:

Faizler yükselirse tasarruf artar, yatırımlar azalır, yatırımlar azalırsa istihdam düşer ve büyüme zorlaşır ama faizler düşerse tasarruflar azalacağından yatırımlar artar ve büyüme istenen düzeye ulaşır.

Elbette kurduğumuz bu iktisadi denklem bu kadar basit değil ve negatif tarafı yok değil. 

Faizin, enflasyon ve döviz kuruyla da yakın bir ilişkisi var. 

Merkez Bankası tarafından uygulanan ekonomi politikalarıyla bunlar arasında da bir denge kurulmaya çalışılıyor. 

Merkez Bankası'nın ekonomideki para arzını istediği gibi yönetebilmek için sahip olduğu araçlardan birisi de ‘politika faiz oranları’dır.

Politika faiz oranları’nda gerçekleşecek değişimler, piyasadaki oyuncuların borç alma ve verme maliyetlerini de değiştireceği için, hem bankaların uyguladığı faizleri hem de tahvil, hisse senedi gibi varlıkların değerini etkiliyor. 

Faiz oranlarının düzeyi, bireylerin ve şirketlerin kaynaklarını tasarrufa ya da harcamaya yöneltmesinde belirleyici oluyor.

Faiz oranlarının düşük olduğu bir ortamda tasarruf üzerinden elde edilecek gelir de düşük olduğundan harcama eğilimi artıyor. Dolayısıyla faiz oranlarının düşürülmesinin tasarrufu azaltmayı, tüketimi artırmayı ve ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeyi sağlaması bekleniyor. 

Ancak tüketim harcamalarının artması, beraberinde enflasyonun -yani fiyatların- yükselmesi riskini de barındırıyor. 

Enflasyonun yükselmesi de bizim gibi üretimin büyük oranda ithâl girdilere bağlı olduğu ülkelerde döviz kurunun yükselmesine de sebep oluyor. 

Bu da dövizle ithâlât yapan şirketleri olumsuz etkiliyor ve borç yükünü artırıyor. 

Makro İktisat teorisinde faiz oranlarının düşük tutulmasının enflasyon yaratacağı ve enflasyonu engellemek için faizleri tekrar arttırmak gerektiği kabul edilir ancak teoriler her zaman doğru ve kusursuz değildir; çünkü bu teorileri Türkiye olarak onlarca yıldır denedik ve bu teoriler bizim enflasyon-döviz sarmalından kurtulmamıza yaramadı. 

O zaman, ne yapmak lazım; hemen bakalım… 

Faizler düşük tutularak, faiz baronlarını daha da zenginleştirmemenin, düşük gelirliyi de daha da fakirleştirmemenin yolu üretimden geçer… 

Üretim ekonomisi, döviz kurundan kurtulup, enflasyonu indirmenin de en sağlam yoludur. 

Bağımsız bir ülke, üretim girdilerinde ithâlâta bağlı kalmamalıdır çünkü bu durum, hem o ülkenin bağımsızlığını zedeler hem de ekonomisini operasyonlara uygun hale getirir. 

Bir ekonominin en önemli göstergesi olan “cari açık” yani ödemeler dengesi, ithâlât - ihracat oranıyla belirlenir. 

Ülke ekonomisinin ithâlâtı, ihracatından büyükse ekonomi cari açık verir ve borçlanma artar, dış bağımlılık yükselir. 

İşte cari açık başta olmak üzere bütün makro ekonomik göstergeleri istenen düzeyde tutmanın, ekonomiyi bağımsız hale getirmenin yolu üretim ekonomisinden geçmektedir. 

Dolar” vererek ithâl ettiğimiz ve bu yolla dolara bağımlı hale geldiğimiz ürünleri kendimiz üretirsek, dolar belasından kurtuluruz, dışa bağlı olmaktan kurtuluruz, ekonomik operasyon yemekten kurtuluruz ve tam bağımsız Türkiye olmayı başarırız…

Sayın Cumhurbaşkanımız, üretim ekonomisine acil olarak geçileceğini açıkladı; bu, ülkeye verilmiş büyük müjdedir, üretim ekonomisi demek üretmek demektir, işgücü demektir, istihdam demektir, düşük faiz demektir, dövizin değersizleşmesi demektir, enflasyonun azalması demektir, ekonomik büyümenin gerçekleşmesi demektir… 

Sonuç olarak Sn. Cumhurbaşkanımızın döviz ve enflasyon yüksekliğine rağmen faizi düşük tutarak faiz baronlarını daha da zengin etmemesi demek; Suriye'den, Irak’tan, Libya’dan, Doğu Akdeniz'den, Ege'den, Karabağ'dan, Katar'dan, Somali'den, Kıbrıs'tan  çekilmeyip, devlet ve milletimizin bekasını koruduğumuz için bize siyasi nedenlerle ekonomik yoldan saldıran emperyalizme ve emperyalizmin işbirlikçisi odaklara karşı verilen Tam Bağımsız Türkiye olma savaşında atılan kocaman bir adımdır...

.

Mustafa Aygül, dikGAZETE.com

Ekonomik kalkınma, en basit tabirle kişi başı üretimin artmasına denir. Kişi başı üretimin artması da ekonomiye yapılan yatırımların kapasitesiyle ifade edilir. Yani ne kadar çok yatırım, o kadar çok üretim ve kalkınma demektir. 

Üretmek için ise işgücü gereklidir, işgücü gereksinimi istihdamın da yükselmesine neden olacaktır.

Borç alınan bir miktar para karşılığında vadesine göre para sahibine ödenen bedele faiz denir. Faizin en yalın tanımı budur.

Kapital ekonomilerde bütün makro ekonomik değişkenler (yatırım, tasarruf, enflasyon, büyüme, istihdam, döviz kuru, Cari açık, GSYİH, GSMH vd.) faizden bağımsız değildir; bu sebepten faiz, önemli bir karar mekanizmasıdır.

Kapital ekonomilerde yatırımcılar genellikle özel teşebbüsçülerdir. Yatırımcıların yatırım yapmasındaki temel neden kâr etme arzusudur. 

Yatırımcı, yatırımı gerçekleştirme kararını verirken temel bir kıstasa bakmaktadır: “Eğer yatırımın verimliliği ve kârlılığı, mevcut konjonktürdeki faiz oranlarından yüksekse tasarruftan vazgeçilir ve yatırımlar artar…” 

Yani faiz oranları, ülkeye yapılacak yatırım miktarını belirleyen olgudur.

En kısa tabirle ifade edersek:

Faizler yükselirse tasarruf artar, yatırımlar azalır, yatırımlar azalırsa istihdam düşer ve büyüme zorlaşır ama faizler düşerse tasarruflar azalacağından yatırımlar artar ve büyüme istenen düzeye ulaşır.

Elbette kurduğumuz bu iktisadi denklem bu kadar basit değil ve negatif tarafı yok değil. 

Faizin, enflasyon ve döviz kuruyla da yakın bir ilişkisi var. 

Merkez Bankası tarafından uygulanan ekonomi politikalarıyla bunlar arasında da bir denge kurulmaya çalışılıyor. 

Merkez Bankası'nın ekonomideki para arzını istediği gibi yönetebilmek için sahip olduğu araçlardan birisi de ‘politika faiz oranları’dır.

Politika faiz oranları’nda gerçekleşecek değişimler, piyasadaki oyuncuların borç alma ve verme maliyetlerini de değiştireceği için, hem bankaların uyguladığı faizleri hem de tahvil, hisse senedi gibi varlıkların değerini etkiliyor. 

Faiz oranlarının düzeyi, bireylerin ve şirketlerin kaynaklarını tasarrufa ya da harcamaya yöneltmesinde belirleyici oluyor.

Faiz oranlarının düşük olduğu bir ortamda tasarruf üzerinden elde edilecek gelir de düşük olduğundan harcama eğilimi artıyor. Dolayısıyla faiz oranlarının düşürülmesinin tasarrufu azaltmayı, tüketimi artırmayı ve ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeyi sağlaması bekleniyor. 

Ancak tüketim harcamalarının artması, beraberinde enflasyonun -yani fiyatların- yükselmesi riskini de barındırıyor. 

Enflasyonun yükselmesi de bizim gibi üretimin büyük oranda ithâl girdilere bağlı olduğu ülkelerde döviz kurunun yükselmesine de sebep oluyor. 

Bu da dövizle ithâlât yapan şirketleri olumsuz etkiliyor ve borç yükünü artırıyor. 

Makro İktisat teorisinde faiz oranlarının düşük tutulmasının enflasyon yaratacağı ve enflasyonu engellemek için faizleri tekrar arttırmak gerektiği kabul edilir ancak teoriler her zaman doğru ve kusursuz değildir; çünkü bu teorileri Türkiye olarak onlarca yıldır denedik ve bu teoriler bizim enflasyon-döviz sarmalından kurtulmamıza yaramadı. 

O zaman, ne yapmak lazım; hemen bakalım… 

Faizler düşük tutularak, faiz baronlarını daha da zenginleştirmemenin, düşük gelirliyi de daha da fakirleştirmemenin yolu üretimden geçer… 

Üretim ekonomisi, döviz kurundan kurtulup, enflasyonu indirmenin de en sağlam yoludur. 

Bağımsız bir ülke, üretim girdilerinde ithâlâta bağlı kalmamalıdır çünkü bu durum, hem o ülkenin bağımsızlığını zedeler hem de ekonomisini operasyonlara uygun hale getirir. 

Bir ekonominin en önemli göstergesi olan “cari açık” yani ödemeler dengesi, ithâlât - ihracat oranıyla belirlenir. 

Ülke ekonomisinin ithâlâtı, ihracatından büyükse ekonomi cari açık verir ve borçlanma artar, dış bağımlılık yükselir. 

İşte cari açık başta olmak üzere bütün makro ekonomik göstergeleri istenen düzeyde tutmanın, ekonomiyi bağımsız hale getirmenin yolu üretim ekonomisinden geçmektedir. 

Dolar” vererek ithâl ettiğimiz ve bu yolla dolara bağımlı hale geldiğimiz ürünleri kendimiz üretirsek, dolar belasından kurtuluruz, dışa bağlı olmaktan kurtuluruz, ekonomik operasyon yemekten kurtuluruz ve tam bağımsız Türkiye olmayı başarırız…

Sayın Cumhurbaşkanımız, üretim ekonomisine acil olarak geçileceğini açıkladı; bu, ülkeye verilmiş büyük müjdedir, üretim ekonomisi demek üretmek demektir, işgücü demektir, istihdam demektir, düşük faiz demektir, dövizin değersizleşmesi demektir, enflasyonun azalması demektir, ekonomik büyümenin gerçekleşmesi demektir… 

Sonuç olarak Sn. Cumhurbaşkanımızın döviz ve enflasyon yüksekliğine rağmen faizi düşük tutarak faiz baronlarını daha da zengin etmemesi demek; Suriye'den, Irak’tan, Libya’dan, Doğu Akdeniz'den, Ege'den, Karabağ'dan, Katar'dan, Somali'den, Kıbrıs'tan  çekilmeyip, devlet ve milletimizin bekasını koruduğumuz için bize siyasi nedenlerle ekonomik yoldan saldıran emperyalizme ve emperyalizmin işbirlikçisi odaklara karşı verilen Tam Bağımsız Türkiye olma savaşında atılan kocaman bir adımdır...

.

Mustafa Aygül, dikGAZETE.com