Tarihe at gözüyle bakanlara: Seydibeşir Usare Kampı
Tarihe at gözüyle bakanlara: Seydibeşir Usare Kampı
- 06-11-2019 07:06
- 604
- 06-11-2019 07:06
- 604
İngiliz aklını yoklamakla başlayacağız. Yazı silsilesini anca böyle yakalayabiliriz. İngilizler’i bir at (beygir) gibi görmek gerekir. Aynı “İngiliz atı” misali…
Lakin benim gözüm, bugün daha keskin, at gözlü değil (!)
İngiliz atı, aslen çok yönlü melezlemeyle elde edilmiştir.
1683-1730 yıllarında İngiltere'ye getirilmiş olan Darley Arabian, Byerley Türk ve Godolphin Arabian adlı Arap aygırları soyundan alınmıştır.
Tüm safkan İngiliz atları bu şekilde Arap aygırı ve İngiliz kısraklarından üretilmiştir.
İngiliz aklı, Ortadoğu’ya çöktüğü gibi, atlarına da çökmüştür. Çünkü İngilizler, sömürücü ve sömürgen bir millettir.
‘Küre’nin başında “Coğrafyayı dizayn edeceğiz” pozları verenler, İngiliz Kraliyeti ile içli dışlı olanlar, İngiliz futbol takımlarının sponsorluğunu üstlenenler ve ilk kozmo-olaylar da İngiltere’de bitenler (Arap prensler) aynı güç odaklarının aklıdır.
Neden mi?
“İngiliz atı”ndan devam edelim.
Zekâsını ve dayanıklılığını Arap atından alan, iriliğini ve hızını İngiliz atından alan “Safkan İngiliz atı” kısa mesafeleri hızlı koşma özelliğiyle tanınır.
Anlayacağınız, birbirini zafere götürmeye çalışan etnik “DNA”-sal yapıdır.
İngiliz atı, adaptasyon sorunu yaşamaz.
Sebebi; “Her coğrafyanın sahibi” olarak kendini görmesidir.
Sadece at yarışında değil, avcılıkta, polo, engel atlama, eventing gibi alanlarda da tercih edilen at ırkıdır.
Düşmanlarının zafiyetlerine karşı, İngilizler en güçlü kozlarını oynarlar.
İngilizler düşmanlarına, güçlü olduğu konularda saldırırlar çünkü her gücün zafiyeti ya da hassas noktası vardır.
Bunların dışında, yeni at ırklarının elde edilmesinde de İngiliz atı kullanılır.
Ortadoğu’da ki BOP, Irak ve Suriye’deki etnik devletsel yapılaşma, “Özerklik” çığlıkları ve devam eden iç savaşlar; tüm bunların merkezinde mutlaka İngiliz devlet aklı -MI5 (Military Intelligence Section 5)- Kraliyet ailesi payı vardır.
“İngiliz” demek, sadece “Kozmik bir konsorsiyum” demek değildir!
“İnsancıl” kelimesinin ardına sığınmış bir ton hainliğin, psikolojik savaşların, milletlerin kaynaklarını emmenin, siber ağlarla çıkarcı gayri meşru işlerin, mutlak güç uğruna etnik inanç bozulmalarının daha saymakla bitmeyecek birçok illegal yapılanmanın adresidir. Birleşik Krallık…
“İnsancıl” dedik ya!.. Şimdi, tarihe yolculuk etme zamanı!
Birinci Dünya Savaşı’na gitmek gerek… Ortadoğu’daki cephemiz olan Mısır’a doğru…
Bakalım karşımıza neler çıkıyor!..
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler’e, 150 bin askerimiz esir düştü.
Bu askerlerden bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi.
Kampın tam adı, “Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-i Harbiye Kampı” idi.
Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alay’ına bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.
12 Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar.
Savaş bitmişti.
Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizler’in işine gelmiyordu.
Çünkü olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizler’in beyinlerine işlenmişti.
Çözüm toplu katliamdı.
Askerlerimiz, “mikrop kırma” bahanesiyle, süngü zoruyla “dezenfekte havuzları”na sokuldu.
Ancak suya, normalin çok üzerinde “krizol” (cresol) maddesi katılmıştı.
Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu.
Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.
Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi.
Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı.
Esir askerlerimiz, dipçik ve namlu zoruyla çömelerek başlarını suya soktu.
Ancak başını sudan kaldırıp çıkaran, artık göremiyordu.
Çünkü gözler yanmıştı.
Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz, kör edildi.
Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde, TBMM’de görüşüldü.
Milletvekilleri Faik ve Şeref Bey’ler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin “Krizol banyosu”na sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM’nin teşebbüse geçmesini istediler.
Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı.
Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.
Unutuldu evet unutuldu fakat tarihler hiçbir şeyi unutmadı. Bizler de unutmayacağız. Bu yüzdendir ki:
Ecdadımızın gözüne göz olalım…
Esir düşmüş bedenine şifa kelâmı olalım…
Olduğu kadar değil, yazıldığı zerrece keskin olalım…
Göz varsa nizam var…
Nizama adanmış ruhlar var…
Bir çift söz var…
At gözünü, gözlüğünü çıkarmayana tarih var…
Vesselam…
.
Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com
İngiliz aklını yoklamakla başlayacağız. Yazı silsilesini anca böyle yakalayabiliriz. İngilizler’i bir at (beygir) gibi görmek gerekir. Aynı “İngiliz atı” misali…
Lakin benim gözüm, bugün daha keskin, at gözlü değil (!)
İngiliz atı, aslen çok yönlü melezlemeyle elde edilmiştir.
1683-1730 yıllarında İngiltere'ye getirilmiş olan Darley Arabian, Byerley Türk ve Godolphin Arabian adlı Arap aygırları soyundan alınmıştır.
Tüm safkan İngiliz atları bu şekilde Arap aygırı ve İngiliz kısraklarından üretilmiştir.
İngiliz aklı, Ortadoğu’ya çöktüğü gibi, atlarına da çökmüştür. Çünkü İngilizler, sömürücü ve sömürgen bir millettir.
‘Küre’nin başında “Coğrafyayı dizayn edeceğiz” pozları verenler, İngiliz Kraliyeti ile içli dışlı olanlar, İngiliz futbol takımlarının sponsorluğunu üstlenenler ve ilk kozmo-olaylar da İngiltere’de bitenler (Arap prensler) aynı güç odaklarının aklıdır.
Neden mi?
“İngiliz atı”ndan devam edelim.
Zekâsını ve dayanıklılığını Arap atından alan, iriliğini ve hızını İngiliz atından alan “Safkan İngiliz atı” kısa mesafeleri hızlı koşma özelliğiyle tanınır.
Anlayacağınız, birbirini zafere götürmeye çalışan etnik “DNA”-sal yapıdır.
İngiliz atı, adaptasyon sorunu yaşamaz.
Sebebi; “Her coğrafyanın sahibi” olarak kendini görmesidir.
Sadece at yarışında değil, avcılıkta, polo, engel atlama, eventing gibi alanlarda da tercih edilen at ırkıdır.
Düşmanlarının zafiyetlerine karşı, İngilizler en güçlü kozlarını oynarlar.
İngilizler düşmanlarına, güçlü olduğu konularda saldırırlar çünkü her gücün zafiyeti ya da hassas noktası vardır.
Bunların dışında, yeni at ırklarının elde edilmesinde de İngiliz atı kullanılır.
Ortadoğu’da ki BOP, Irak ve Suriye’deki etnik devletsel yapılaşma, “Özerklik” çığlıkları ve devam eden iç savaşlar; tüm bunların merkezinde mutlaka İngiliz devlet aklı -MI5 (Military Intelligence Section 5)- Kraliyet ailesi payı vardır.
“İngiliz” demek, sadece “Kozmik bir konsorsiyum” demek değildir!
“İnsancıl” kelimesinin ardına sığınmış bir ton hainliğin, psikolojik savaşların, milletlerin kaynaklarını emmenin, siber ağlarla çıkarcı gayri meşru işlerin, mutlak güç uğruna etnik inanç bozulmalarının daha saymakla bitmeyecek birçok illegal yapılanmanın adresidir. Birleşik Krallık…
“İnsancıl” dedik ya!.. Şimdi, tarihe yolculuk etme zamanı!
Birinci Dünya Savaşı’na gitmek gerek… Ortadoğu’daki cephemiz olan Mısır’a doğru…
Bakalım karşımıza neler çıkıyor!..
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler’e, 150 bin askerimiz esir düştü.
Bu askerlerden bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi.
Kampın tam adı, “Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-i Harbiye Kampı” idi.
Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen’in 48. Alay’ına bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu.
12 Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar.
Savaş bitmişti.
Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizler’in işine gelmiyordu.
Çünkü olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizler’in beyinlerine işlenmişti.
Çözüm toplu katliamdı.
Askerlerimiz, “mikrop kırma” bahanesiyle, süngü zoruyla “dezenfekte havuzları”na sokuldu.
Ancak suya, normalin çok üzerinde “krizol” (cresol) maddesi katılmıştı.
Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu.
Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.
Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi.
Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı.
Esir askerlerimiz, dipçik ve namlu zoruyla çömelerek başlarını suya soktu.
Ancak başını sudan kaldırıp çıkaran, artık göremiyordu.
Çünkü gözler yanmıştı.
Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz, kör edildi.
Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde, TBMM’de görüşüldü.
Milletvekilleri Faik ve Şeref Bey’ler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin “Krizol banyosu”na sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM’nin teşebbüse geçmesini istediler.
Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı.
Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti.
Unutuldu evet unutuldu fakat tarihler hiçbir şeyi unutmadı. Bizler de unutmayacağız. Bu yüzdendir ki:
Ecdadımızın gözüne göz olalım…
Esir düşmüş bedenine şifa kelâmı olalım…
Olduğu kadar değil, yazıldığı zerrece keskin olalım…
Göz varsa nizam var…
Nizama adanmış ruhlar var…
Bir çift söz var…
At gözünü, gözlüğünü çıkarmayana tarih var…
Vesselam…
.
Muhittin Taha Çalık, dikGAZETE.com