Yavşak

Yavşak

Eskiler riyakâr der, yüz de vermezdi.

En fazla olabilecekleri “şey"e dair noktayı da birileri “Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur” diye iki cümle ile yerli yerine oturtup geçip gitmişler.

Hastalık mı, "gen bozukluğu” mu, "çevresel etmenler”le gelişen virütik bir şey midir; zaman zaman çoğalıp bazı zaman seyrelmeleri “mevsimsel özellik” göstermelerinden midir, nedir!

Bünyede hep var olan bir şey midir, sonradan saran bir özellik midir; daha tam olgunluk aşamasına geçmemiş olanı da fark edilemez midir neyse...

Vurgulu söyleyişle “YaVvvşşak" ya da kısaca yavşak!

Kelimenin kapsadığı anlamdaki bütünlük öylesine açık-seçik öylesine belirgin ki hele de böyle bastırarak söylendiğinde sadece “KİM” sorusu kalıyor geriye.

Her daim tekil bir şahıstır aslında amma bazı zamanlar öyle de bir çoğalmaktalar ki bunun sebebi de aynı ortamı sıklıkla paylaşmalarından ve bu “illet”i “tik” gibi birbirlerine bulaştırmalarından olsa gerektir.

Şu ara gene çoğaldılar.

İhtiva ettiği anlam bakımından söyleyeni mazur gösterecek bir kelime olmasının yanında, söylenen tarafından da -söyleniş biçimine göre genelde- öyle pek tepki ile karşılanan bir kelime de değil bu.

En başta şu var; çeşitli yer ve zamanlarda, yüzüne gülüp de arkasından konuşup küfretmediği kimse yoktur onun.

Her daim gücün ve güçlünün yanındadır; o sebeptendir ki mağdur yavşak yoktur. 

Ölenle ölüdür; ölenin en acılı ağlakçısı… Gülenin gülüdür; güldürür gülenle de…

Her hal ve durumun yardakçısı, yaltakçısı...

Kurnazlık en belirgin özelliğidir ki yapıp ettikleri de bu özelliği ile işlerlik ve işlev kazanır.

Ya kendini bir yerlere/birşeylere ittirme iteletme, ya bir yerlere bir şeyler itekleme dürtüsü ile çizilen bir hayat yolu ya da varlığını sırf bulunduğu ortama belli etme histerisi. 

Bir de yılışıkla karıştırılmamalı, öylesi de yok değil ama o başka.

Genelde gevşek ya da cıvık olanı göze batar da karakter cıvıklığı ve o karakterin her yola giden gevşekliğidir yavşaklıkta esas olan. 

Ve -kendine ait olması da gerekmiyor- hiç bir fikri de yoktur; zaten bir tefekkürü olsa o huyda olmazdı.

Basit ve sıradan olanı bir yana, "üstün yavşaklık”ta, kişinin yetersizlik ve yeteneksizliğinin üstünü örtebilecek kurnazlığa sahip olduğu ve bunu iyi de becerebildiği için tek yeteneği sanılan bu becerisinin ALIŞKANLIK kaynaklı olduğu da fark edilemez.

Kurnazlıkla işleyen ZEKÂ, çoğunlukla AKIL olarak algılanır, öyle zannedilir, öyle zannedilmesi hissettirilir.

Kurnaza bak!..

-Akıl başka zekâ başka elbet!-

Zekâ, hakka evrilmiyorsa şeytanidir, akılsa rahmani. Her ikisini veren de her ikisni birleştirip buluşturan da ayrı tutan da yoksun kılan da tek bir Allah.

Akıllı” diye hep kendini pazarlaması, aklından değil kurnazlığından.

Şeytanlığın, “kurnazlık” olarak gösterilmesi ise akıl değil; zaten o akıl da akıl değil.

Aklın ilişkisi direkt olarak gönülledir... Bilene…

Ve biline…

Ki...

“Akıl başka söylüyor, mantık başka…” dedikleri tam da bu.

Akıl, zekâya mağlup olursa, hissin ortadan kalkması da mukadderdir.

Belki hepten deli.

Hiçbir deli de deli olduğunu ya kabul etmiş değil ya farkında değil.

Bir deli, dahi olduğunu ispat için uzun süre çalışsa belki olur da kondurulmuş aklın ya da deha zannedilen aklın nereye kadar sürdürüleceği kestirilemez olduğundan, varlık sürdürme çabasındaki yavşamış zekânın, çoğu zaman deliye yatması biraz da ondan.

Delilik ve deha bir yana; eziklik de "kompleks” de bazan yavşaklık olarak açığa çıkar.

O kafada, ezikliğin tezahürü, kimi zaman "özgüven patlaması” olarak da yansır etrafa.

Doğaçlama ya da ince hesapla gelişen hareketlerinin yönü zanlarladır asıl.

Yatırım hesabı” ile hareketlerine yön veren o sanrılar da menfaat merkezli çalıştığından, geri çekilme, af dilenme, kabahatten arınma gibi hasletlerle ilişkiye geçmez mümkün olduğunca.

Ve...

Ne bir derinliği var ne derinleşecek gücü…

Belli bir yeteneğe sahip olanı da vardır da o yetenek de bu özelliğin gölgesine düştüğünden hiçbir önem arzetmez. 

“Sahtekâr” ile kesişmesi de örtüşmesi de yok değil. Aradaki ufak fark, birinde kendi başınalık önde iken, bu haldeki özellik tek başınayken pek anlam ifade etmez. İyice açığa çıkması için ilişki gerektir yavşağa.

Yalan gene devrededir zaman zaman…

Da...

Pişkinlikle beslendiğinden, yalansız olanına rastlamak ihtimaldir de o huy da bu karakterin sanki olmazsa olmazlarındandır. 

Hased, hatta daha hafifi olan kıskançlık belki hiç yoktur bu türde, amma hasedinden çatlayanı da yok değildir. İhanetse her dem mümkünü.

Hasedin ve kibirin yegâne kapısında barınmak da onda...

Sıradan değil, "sıradan” olanı da yok değil -onun sıradanına da söylenecek laf, laf değil- ve asıl yavşaklığın şöyledir ki tasviri; kendisi kendi nefsinin esiri, diğer herşey -sanki- onun esiri.

*

Lafı çevirmesini bilen de laf üstüne laf koyan da o…

Ne konuşmasını bilir aslında ne "kupkuru laf"tan öte bir SÖZ vardır iki dudağı arasından çıkan…

Hiçbir şeyi üstüne alınmaması, üstüne alması gerekenlere de aşırı tepki vermesi ise bir başka işareti.

Kurnaz ya!.. Karşısındakinden aldığını, aldığına aynen “okutmak" gibi de bir yanı vardır.

*

Türün kendini iyice geliştirmiş ve zirvede olanı, kendinden aşağıda gördüklerine karşı -gerçi, kendi üstünde kimse de yoktur ya!- alaycı, acımasız ve horlama içersinde olduğu gibi, makam mevki ve menfaat umduklarına karşı da neyi nasıl kullanabileceğini iyi bilir; o noktalardakilere nasıl ve nereden yaklaşacağını, o şahsiyetleri, işi bitene kadar nasıl kullanabileceğini ve ne şekilde nesinden istifade edebileceğini iyi kestirip, azami şekilde “değerlendirme”yi de iyi bilir.

*

Yavşaklık, insanın yaradılışında olan değil, sonradan kazandığı bir sıfattır ve bunu kimileri öylesine ileri götürmüş, öylesine sindirmişlerdir ki o sıfat adeta isimleri haline gelmiştir.

Ve yeryüzü, bir yavşaktan daha büyük bir asalak da görmemiştir.

*

Gene de esas olan şudur ki; iri de ufak da olsa buğz, tepki ve düşmanlık, yavşağa değil, -bu haslet ortadan kalkıncaya kadar- yavşaklığadır.

*

İnsanın zât-ı şeriflerinden olmayan bu ve bu türden çirkinlikler ve bu tanım da gene pek çoğu sonradan çeşitli evrimlerle edinilmiş kötü sıfatlardan biri olarak onun üzerine yapışan etiketlerdendir.

Kurtulabilene aşkolsun.

:

Yunus Fırat, dikGAZETE.com

Eskiler riyakâr der, yüz de vermezdi.

En fazla olabilecekleri “şey"e dair noktayı da birileri “Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur” diye iki cümle ile yerli yerine oturtup geçip gitmişler.

Hastalık mı, "gen bozukluğu” mu, "çevresel etmenler”le gelişen virütik bir şey midir; zaman zaman çoğalıp bazı zaman seyrelmeleri “mevsimsel özellik” göstermelerinden midir, nedir!

Bünyede hep var olan bir şey midir, sonradan saran bir özellik midir; daha tam olgunluk aşamasına geçmemiş olanı da fark edilemez midir neyse...

Vurgulu söyleyişle “YaVvvşşak" ya da kısaca yavşak!

Kelimenin kapsadığı anlamdaki bütünlük öylesine açık-seçik öylesine belirgin ki hele de böyle bastırarak söylendiğinde sadece “KİM” sorusu kalıyor geriye.

Her daim tekil bir şahıstır aslında amma bazı zamanlar öyle de bir çoğalmaktalar ki bunun sebebi de aynı ortamı sıklıkla paylaşmalarından ve bu “illet”i “tik” gibi birbirlerine bulaştırmalarından olsa gerektir.

Şu ara gene çoğaldılar.

İhtiva ettiği anlam bakımından söyleyeni mazur gösterecek bir kelime olmasının yanında, söylenen tarafından da -söyleniş biçimine göre genelde- öyle pek tepki ile karşılanan bir kelime de değil bu.

En başta şu var; çeşitli yer ve zamanlarda, yüzüne gülüp de arkasından konuşup küfretmediği kimse yoktur onun.

Her daim gücün ve güçlünün yanındadır; o sebeptendir ki mağdur yavşak yoktur. 

Ölenle ölüdür; ölenin en acılı ağlakçısı… Gülenin gülüdür; güldürür gülenle de…

Her hal ve durumun yardakçısı, yaltakçısı...

Kurnazlık en belirgin özelliğidir ki yapıp ettikleri de bu özelliği ile işlerlik ve işlev kazanır.

Ya kendini bir yerlere/birşeylere ittirme iteletme, ya bir yerlere bir şeyler itekleme dürtüsü ile çizilen bir hayat yolu ya da varlığını sırf bulunduğu ortama belli etme histerisi. 

Bir de yılışıkla karıştırılmamalı, öylesi de yok değil ama o başka.

Genelde gevşek ya da cıvık olanı göze batar da karakter cıvıklığı ve o karakterin her yola giden gevşekliğidir yavşaklıkta esas olan. 

Ve -kendine ait olması da gerekmiyor- hiç bir fikri de yoktur; zaten bir tefekkürü olsa o huyda olmazdı.

Basit ve sıradan olanı bir yana, "üstün yavşaklık”ta, kişinin yetersizlik ve yeteneksizliğinin üstünü örtebilecek kurnazlığa sahip olduğu ve bunu iyi de becerebildiği için tek yeteneği sanılan bu becerisinin ALIŞKANLIK kaynaklı olduğu da fark edilemez.

Kurnazlıkla işleyen ZEKÂ, çoğunlukla AKIL olarak algılanır, öyle zannedilir, öyle zannedilmesi hissettirilir.

Kurnaza bak!..

-Akıl başka zekâ başka elbet!-

Zekâ, hakka evrilmiyorsa şeytanidir, akılsa rahmani. Her ikisini veren de her ikisni birleştirip buluşturan da ayrı tutan da yoksun kılan da tek bir Allah.

Akıllı” diye hep kendini pazarlaması, aklından değil kurnazlığından.

Şeytanlığın, “kurnazlık” olarak gösterilmesi ise akıl değil; zaten o akıl da akıl değil.

Aklın ilişkisi direkt olarak gönülledir... Bilene…

Ve biline…

Ki...

“Akıl başka söylüyor, mantık başka…” dedikleri tam da bu.

Akıl, zekâya mağlup olursa, hissin ortadan kalkması da mukadderdir.

Belki hepten deli.

Hiçbir deli de deli olduğunu ya kabul etmiş değil ya farkında değil.

Bir deli, dahi olduğunu ispat için uzun süre çalışsa belki olur da kondurulmuş aklın ya da deha zannedilen aklın nereye kadar sürdürüleceği kestirilemez olduğundan, varlık sürdürme çabasındaki yavşamış zekânın, çoğu zaman deliye yatması biraz da ondan.

Delilik ve deha bir yana; eziklik de "kompleks” de bazan yavşaklık olarak açığa çıkar.

O kafada, ezikliğin tezahürü, kimi zaman "özgüven patlaması” olarak da yansır etrafa.

Doğaçlama ya da ince hesapla gelişen hareketlerinin yönü zanlarladır asıl.

Yatırım hesabı” ile hareketlerine yön veren o sanrılar da menfaat merkezli çalıştığından, geri çekilme, af dilenme, kabahatten arınma gibi hasletlerle ilişkiye geçmez mümkün olduğunca.

Ve...

Ne bir derinliği var ne derinleşecek gücü…

Belli bir yeteneğe sahip olanı da vardır da o yetenek de bu özelliğin gölgesine düştüğünden hiçbir önem arzetmez. 

“Sahtekâr” ile kesişmesi de örtüşmesi de yok değil. Aradaki ufak fark, birinde kendi başınalık önde iken, bu haldeki özellik tek başınayken pek anlam ifade etmez. İyice açığa çıkması için ilişki gerektir yavşağa.

Yalan gene devrededir zaman zaman…

Da...

Pişkinlikle beslendiğinden, yalansız olanına rastlamak ihtimaldir de o huy da bu karakterin sanki olmazsa olmazlarındandır. 

Hased, hatta daha hafifi olan kıskançlık belki hiç yoktur bu türde, amma hasedinden çatlayanı da yok değildir. İhanetse her dem mümkünü.

Hasedin ve kibirin yegâne kapısında barınmak da onda...

Sıradan değil, "sıradan” olanı da yok değil -onun sıradanına da söylenecek laf, laf değil- ve asıl yavşaklığın şöyledir ki tasviri; kendisi kendi nefsinin esiri, diğer herşey -sanki- onun esiri.

*

Lafı çevirmesini bilen de laf üstüne laf koyan da o…

Ne konuşmasını bilir aslında ne "kupkuru laf"tan öte bir SÖZ vardır iki dudağı arasından çıkan…

Hiçbir şeyi üstüne alınmaması, üstüne alması gerekenlere de aşırı tepki vermesi ise bir başka işareti.

Kurnaz ya!.. Karşısındakinden aldığını, aldığına aynen “okutmak" gibi de bir yanı vardır.

*

Türün kendini iyice geliştirmiş ve zirvede olanı, kendinden aşağıda gördüklerine karşı -gerçi, kendi üstünde kimse de yoktur ya!- alaycı, acımasız ve horlama içersinde olduğu gibi, makam mevki ve menfaat umduklarına karşı da neyi nasıl kullanabileceğini iyi bilir; o noktalardakilere nasıl ve nereden yaklaşacağını, o şahsiyetleri, işi bitene kadar nasıl kullanabileceğini ve ne şekilde nesinden istifade edebileceğini iyi kestirip, azami şekilde “değerlendirme”yi de iyi bilir.

*

Yavşaklık, insanın yaradılışında olan değil, sonradan kazandığı bir sıfattır ve bunu kimileri öylesine ileri götürmüş, öylesine sindirmişlerdir ki o sıfat adeta isimleri haline gelmiştir.

Ve yeryüzü, bir yavşaktan daha büyük bir asalak da görmemiştir.

*

Gene de esas olan şudur ki; iri de ufak da olsa buğz, tepki ve düşmanlık, yavşağa değil, -bu haslet ortadan kalkıncaya kadar- yavşaklığadır.

*

İnsanın zât-ı şeriflerinden olmayan bu ve bu türden çirkinlikler ve bu tanım da gene pek çoğu sonradan çeşitli evrimlerle edinilmiş kötü sıfatlardan biri olarak onun üzerine yapışan etiketlerdendir.

Kurtulabilene aşkolsun.

:

Yunus Fırat, dikGAZETE.com