Yumurta mı tavuktan, insan mı koronadan zararlı çıkar?

Yumurta mı tavuktan, insan mı koronadan zararlı çıkar?

2006’da ekranlarda “kuş gribi” paranoyası ile korkutulduğumuz zamanları hatırlarsınız. 

Sokaklarda itlaf edilen binlerce hayvanın görüntüleri çoğumuzun hafızasındadır. 

Daha önceleri “deli dana” salgını ile alınan kati önlemleri de hatırlarsınız.

Sonuç ne oldu? 

Yerel üretim bitme noktasına geldi. 

Tavuk ve büyükbaş hayvan çiftlikleri, büyük şirketlerin kontrolünde kaldı. 

Bu şirketler ise “dünya kalite standartları”na uygun, bu hastalıklar olmasın diye her türlü önlemi alıyorlardı. 

Artık “mikroplu et” olmayacaktı.

Yerel hükümetler, hayvancılık yapmak isteyenlere belli kriterleri zorunlu tuttu. 

Hatta o kriterler sağlandığında destek sözü verildi. 

Bu tarz destekler olmadan hayvancılık yapmak imkansız oldu. 

Bu kriterler sayesinde gerçek et, süt ve yumurta bulmak imkansız hale geldi. 

Halen tarıma ve hayvancılığa destek olmakla övünülüyor ya, oturup düşünülmeli biraz.

Yumurta ve tavuk eti çok kıymetli besin kaynakları... 

Ancak yumurtayı yumurta, tavuk etini et yapan şey, tavuğun yediği otlar, solucanlar ve böcekler. 

Bu proteinler tavuğun kursağında sentez edilerek değerli bir hale gelir. 

Çiftliklerde genetiği oynanmış ırklar mecbur kılınırsa, hayvanlar kısıtlı bir alanda tutulursa, 9 ayda olgunlaşması gereken hayvan, hormonal takviyelerle 40 günde kesilecek hale gelirse, ışık sistemi ile bir günde üç dört defa yumurtlamaya zorlanırsa, suni yemler ile kursağı doldurulursa, telef olan tavukların öğütülmüş kemikleri yem haline getirilip bunlar tavukların yemlerine katılırsa, bağırsak geçirgenliği bozularak çabuk kilo almalarını sağlamak için düzenli antibiyotik verilirse, sonra yumurtalar hijyenik olsun ve rafta kolay bozulmasın diye klorlu sularla yıkanıp kabuğu beyazlatılırsa…

Şeklen bir yumurta ve kolay pişen lezzetli bir tavuk eti yediğinizi zannedebilirsiniz. 

Ama yanılırsınız.

Tıpkı çocuğunuza inek sütü içirirken iyilik yaptığınızı düşündüğünüz gibi…

Gündemi işgal eden bu tür salgınlar her zaman bizden bir parça aldı götürdü. 

Bu son salgın ise parça değil galiba yavaş yavaş benliğimizi teslim alıyor. 

Sanki bu sefer hedef tavuklar ya da inekler değil…

Sanki hedef doğrudan biziz bu sefer…

.

Dr. Bekir Tok, dikGAZETE.com

2006’da ekranlarda “kuş gribi” paranoyası ile korkutulduğumuz zamanları hatırlarsınız. 

Sokaklarda itlaf edilen binlerce hayvanın görüntüleri çoğumuzun hafızasındadır. 

Daha önceleri “deli dana” salgını ile alınan kati önlemleri de hatırlarsınız.

Sonuç ne oldu? 

Yerel üretim bitme noktasına geldi. 

Tavuk ve büyükbaş hayvan çiftlikleri, büyük şirketlerin kontrolünde kaldı. 

Bu şirketler ise “dünya kalite standartları”na uygun, bu hastalıklar olmasın diye her türlü önlemi alıyorlardı. 

Artık “mikroplu et” olmayacaktı.

Yerel hükümetler, hayvancılık yapmak isteyenlere belli kriterleri zorunlu tuttu. 

Hatta o kriterler sağlandığında destek sözü verildi. 

Bu tarz destekler olmadan hayvancılık yapmak imkansız oldu. 

Bu kriterler sayesinde gerçek et, süt ve yumurta bulmak imkansız hale geldi. 

Halen tarıma ve hayvancılığa destek olmakla övünülüyor ya, oturup düşünülmeli biraz.

Yumurta ve tavuk eti çok kıymetli besin kaynakları... 

Ancak yumurtayı yumurta, tavuk etini et yapan şey, tavuğun yediği otlar, solucanlar ve böcekler. 

Bu proteinler tavuğun kursağında sentez edilerek değerli bir hale gelir. 

Çiftliklerde genetiği oynanmış ırklar mecbur kılınırsa, hayvanlar kısıtlı bir alanda tutulursa, 9 ayda olgunlaşması gereken hayvan, hormonal takviyelerle 40 günde kesilecek hale gelirse, ışık sistemi ile bir günde üç dört defa yumurtlamaya zorlanırsa, suni yemler ile kursağı doldurulursa, telef olan tavukların öğütülmüş kemikleri yem haline getirilip bunlar tavukların yemlerine katılırsa, bağırsak geçirgenliği bozularak çabuk kilo almalarını sağlamak için düzenli antibiyotik verilirse, sonra yumurtalar hijyenik olsun ve rafta kolay bozulmasın diye klorlu sularla yıkanıp kabuğu beyazlatılırsa…

Şeklen bir yumurta ve kolay pişen lezzetli bir tavuk eti yediğinizi zannedebilirsiniz. 

Ama yanılırsınız.

Tıpkı çocuğunuza inek sütü içirirken iyilik yaptığınızı düşündüğünüz gibi…

Gündemi işgal eden bu tür salgınlar her zaman bizden bir parça aldı götürdü. 

Bu son salgın ise parça değil galiba yavaş yavaş benliğimizi teslim alıyor. 

Sanki bu sefer hedef tavuklar ya da inekler değil…

Sanki hedef doğrudan biziz bu sefer…

.

Dr. Bekir Tok, dikGAZETE.com