- 19-01-2021 09:07
- 703
İlham yalnız sahibi için delildir, okuyan için senet değil.
Kahreden şeyler var, gülümseten de.
Salağa dönmek için ve deliye…
Sonra farkedilen şey, sonra bir zekâ bir itiraf…
Sonra tekrar…
Tekrar...
Kelimelere olan inancımı yitirdim..
Yine de onlardan başka çarem yok!
Ardı ardına gelsinler ve “Düşünemez” olmak için.
Kıyıdan değil, sığdan derinden değil, dipten yüksekten değil, düşmekten kaçan biri olarak karşındayım.
Ve bana kaçmayı sevmeyen cümleler kurduğunu söylüyorsun...
Haydi bana bir cümle kur.
Şu yol ayrımında.
Kendin olduğun, sahici bir cümle...
Söz.
Kaçsa da senin; kaçmasa da.
Mümkün, mümküne bela olmaz.
Ah azize!..
Yabancı bir dilden çevrilmiş gibi.
Hissetmiş, sezmiş, görmüş-gelmiş, kurtarılmış gibi.
Konuş benimle…
Bu sayfalar iyi ki var Azize…
Aleyhine bir delil, bir galeyan havzası da olsa iyi ki var.
Yoksa kalemin ucu aciz, hırsın beli bükük kalırdı.
Yakalanır mıydı çağ saçlarından…
Küçük mutluluk açlığımız, ruhumuzdaki derin yaralar, kavgalara, dil sürçmelerine, nazik şakalara, küfürlere dönüşmese.
Bizimle birlikte yaşamazlarsa, yaşamış olmuyoruz ki.
Olmuyoruz!..
Yarımlığımız işte...
Oluyor muyuz?
Konunun çok ötesindesin azize, kendinden hoşnut olanlarla, olmayanların karşılıklı raksı buralar…
Bir mecra, bir çöl, bir akis, bir yankı...
Sen benim bıraktığım sandalyende, üzerinde kadife deniz yeşili elbise, uçlara doğru seyrelmiş ince telli zarif saçlarını orta parmağındaki kehribar yüzüğe takıp, pencereden ötelere bak…
“Ne diyor ki acaba” diyenlere alınma.
Bilakis rahat bırak.
Daha söze başlamadan, sonu bilenlere selam, terennüm ve hülâsa sevgiler yolla.
Kabuğundan kalbini göremediklerinden Allah’a sığın…
Azize!
“Aşk” ilk kelimeydi aslında…
Bunu hatırlatanların kendilerinden hoşnut olmaması için, var gücüyle uğraşanların dünyasında beni unutma...
Sözün canı vardır.
Çok güzel bir şiiri, çok güzel görebilmem için.
Ne kadarını anlamış olmalıyım.
Gayesi neydi, görülmüş ve ayrımına varılmış olanı şuracığa not etmenin
Kurşun kalemimin ucu kırıldı.
En çabuk ve tenha şeydir kırılmak…
Güzel mazeretler sunar.
Duvardaki çivi boşluğu, birazdan meydanlara çıkacak kalabalığın dağınık bıraktığı evdir.
Neyse…
Peygamberden sokak kedisine
Tercih, bilâ-müreccih…
Ölümün zorluğu, kolay sanmamızdan değil.
Yüzyıllar boyunca yaşasaydık…
Binyıllar gibi yaşardık yine.
Tükenmez kalemin tükenişi…
Bin çığlık içinde hangi acı duyulur!
Üç yol vardı, üç vakit parmak uçlarıyla konuşanlar.
Bakınca gözünün ferine, içini okuyanlar.
Bir de Münzevi (ks).
Sorsan bu keman sesini; “insanın bulduğu en usta ağlayış” derdi bir ah-u enin.
Ancak ve fakat bu kadar...
Eklerdi belki; yevmiyemize ağlayış, ağlatmaz.
Her ağlayış, fermuarın dişleri gibi iç içe geçip, yerin dibine sokmaz ..
Ağlayış aklar.
Ağlayış tashih.
Hangi çöl, hangi umman; ne biliriz ki biz, bir sonraki ‘an’dan.
Sersemliğimize kurban.
Hele bir de savunmaya-görelim kendimizi.
Ya Hû!..
Viranelerini kutsa.
Vallahi bizim ettiğimizdir.
Tüm tükenen kalemler, körelen toprak, acıyan su…
Birbiri arasında geçişsiz bir şiirdir.
Yaşar ölüm.
Ah azize…
Renkli fotoğrafta, siyah-beyaz, benim en sevdiğim.
Ah azize!
Senden sonra, biz de kalktık zaten...
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com