Zor olan şey gerçek hale gelmek içindir

Zor olan şey gerçek hale gelmek içindir

Zor olan şey gerçek hale gelmek içindir

İnsanın içine bir sıkışma çöktüğünde çoğu zaman bunun bir son işareti olduğunu sanır.

Oysa zorluk, bitişin değil, hakikatin kapıya dayandığının ilk titreşimidir.

Hiçbir şey kolayca gerçek olmaz; hiçbir duygu, hiçbir ilişki, hiçbir insan kendini zahmetsizce ele vermez.

Zorlanmak, özün yüzeye çıkma girişimidir sadece.

Bu yüzden neyi “bitiyor” sanıyorsak, aslında o şeyin kılıfı soyuluyordur.

Gerçeklik, önce dar gelir; sonra genişler.

Bitiyor sandığımız her yerde aslında bir şey bitmez -yalnızca- eskisi gibi kalamaz.

İnsan zorlandığında tükenmez; sadece artık taşımadığı şeyleri kaybeder.

Hakikat, daima kabuğu kırarak kendine yol açar.

Bu yüzden zorluk bizi cezalandırmaz; bize bizi gösterir.

Kolaylık, insanı oyalanmış hissettirir; zorluk ise insanı kendine çevirir.

Bu dönüşte bir utanç yoktur; bir olgunluk, bir ağırbaşlılık vardır.

Çünkü gerçekleşmek külfetsiz olmaz.

Ve işte o noktada karşımıza çıkan şey “tortu”dur.

İnsanın içinde biriken kırılmalar, yanlış anlamalar, ertelenmiş duygular…

Hepsi görünmez bir tabaka gibi çöker kalbin dibine.

Zorluk, o tortuyu karıştıran eldir.

İçimiz bulanır, su bulanır, görüntü dağılır;

ama bu dağılma olmadan arınma olmaz.

Bazen insanın yeniden berraklaşması için önce içindeki tortunun ortaya çıkması gerekir.

Karanlık suyun dibindeki ağırlık, yüzeye çıktığında ancak hafifler.

Arınma dediğimiz şey ise sessiz bir aydınlanmadır.

Bir çığlıkla değil, bir kabullenişle gelir.

İnsan “artık böyle olmamalı” demek yerine “ben artık böyle değilim” demeye başlar.

Tortu çöker, su durulur, içimiz genişler.

Zorluk geride kalmaz; zorluk anlam kazanır.

Ve anlarız ki;

Zor olan şey bitmek için değil, gerçek hâle gelmek için oluyordu.

Bitmeyen biziz; dönüşen biziz.

Tortu gittiğinde geriye kalan, insanın en sahici yüzüdür.

İnsan, korktuğu yerin son değil, kendi derinliğinin eşiği olduğunu ilk kez orada fark eder.

Yıllardır kaçtığı kırılganlık artık bir tehdit değil, bir dönüşüm davetidir.

İçimizde bir sızı değil, ince bir teslimiyet kalır.

“Meğer korktuğum son değilmiş; ben sadece kendi hakikatime geç kalıyormuşum.”

Çünkü insan, en çok hakikatinden kaçarken yorgun düşer.

Ve hakikate yaklaştığında, garip bir hafiflikle kendi ağırlığını bırakır.

Kayıp sandığı şeyin aslında fazlalık olduğunu görür

Belki de mesele sonlar değil; insanın kendine varırken bıraktığı eski gölgelerdir.

Çünkü insan, sona yaklaşırken değil, gölgesini geride bırakırken özgürleşir.

Gerçekleşmek, bir tamamlanış değil; bir kabulleniştir.

Ve insan, gölgesini arkada bırakıp, kendi içine yürüdüğünde…

hiçbir şey bitmez -yalnızca- doğru olan başlar.

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com

...