Ayrılıkta değil, beraberlikte ısrarcı olmalıyız

"Son günlerde" diye başlık attığı yazısına, İbrahim Tenekeci, "Afganistan örneği" ile başladı, "enaniyet"in nasıl da hiç beklenmeyen kişilerde bile bulunabildiğine dikkat çekerken "birlik"te ısrarcı olunması gerektiğini söyledi ve başka örnekler de ekledi, sonrasında geçmişte "böyle dönemler"de "ortaya çıkanlarisimler ve eserler olarak hatırlattı en sonunda da "kardeşlik" vurgusunda bulundu. İşte yazısı

:

Afganistan tecrübesi bir ibret vesikası olarak önümüzde duruyor.

Afgan mücahitler, dünyanın en güçlü iki ordusundan birini yendiler.

Fakat enaniyetlerini yenemediler.

Birlik ve beraberlik sağlanamadı.

Ben, biz olamadı.

Günün sonunda fitne galip geldi.

Ahmet Şah Mesud, Gülbeddin Hikmetyar, Burhaneddin Rabbani; her biri milletini ve memleketini seven kıymetli insanlardı.

Buna rağmen böyle oldu.

Enaniyet, yorucu bir meseledir.

Hayatın her alanında karşımıza çıkabiliyor.

Onu hiç ummadığımız yerlerde bulabiliyor, beklemediğimiz kişilerde görebiliyoruz. Gönül erlerinde bile.

Bilgi ve başarı, genellikle kibirle birlikte geliyor.

Kibrimizi bastıramazsak eğer, ilmimizi baskı aracı olarak kullanmaya başlıyoruz. Bunun örnekleri hayli fazladır.

Şöyle bir kimse düşünelim:

Özür dilemiyor, geri adım atmıyor, hatada ısrar ediyor ve yaşayan hiç kimseyi beğenmiyor. Her konuda kesin fikri var.

Bu mizaç, kime ne verebilir?

DÜN VE BUGÜN

Ülkemiz savaşta, binlerce askerimiz cephede.

İslâm âlemi buhran döneminde.

İbrahim Karagül’ün sözleriyle söyleyecek olursak; “tarih değişiyor, coğrafya yeniden kuruluyor, çok büyük bir fırtına yaklaşıyor.”

Hakikat budur.

Vaziyet ortadadır.

Bize düşen, birlik ve beraberliğin bütün yollarını denemektir. Ayrılıkta değil, beraberlikte ısrarcı olmalıyız.

Paragrafın devamını da iktibas edelim: “Batı İslâm’la savaşıyor, bizimkiler buna karşı hiçbir şey üretemiyor. Günübirlik marjinal konular etrafında dönüp duruyorlar.”

Geçmişe baktığımızda daha farklı bir tablo görüyoruz.

Ana eserlerimizin önemli bir kısmı buhran ve savaş dönemlerinde kaleme alınmıştır.

Zorluk, yokluk ve yıkım yıllarında.

Millî hafızamızda kalıcı bir biçimde yer edinen birçok isim böyle zamanlarda ortaya çıkmıştır.

Haçlı seferleri ve Moğol istilasından geriye kalanlara bakalım mesela:

Eşrefoğlu Rûmî, Hacı Bayram-ı Veli, Ahi Evran, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Yunus Emre, Süleyman Çelebi...

Bu durum, diğer İslâm beldeleri, ülkeleri için de geçerlidir.

Ahi Evran, Moğol baskısının doruk noktaya ulaştığı bir devirde Ahilik Teşkilatı kurmuştur.

Karatay Medresesi 1251 yılında açılmıştır.

Direniş ve diriliş sadece kılıçla olmamıştır.

Şiirle, sanatla, fikirle, düşünceyle.

İşgalcilerin kitleler halinde İslâmiyet’i seçmesinin esas nedeni budur.

Osmanlı devletinin kıyamet yılları da böyle değil midir?

Bugün hâlâ etkisini sürdüren isimler ve eserlere dikkatle bakalım:

Ahmed Cevdet Paşa, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Yahya Kemal.

Mecelle’den Çanakkale şiirine kadar.

Bunlar büyük yangını görmüş, yaşamış insanlardır.

Namık Kemal, Ernest Renan’ın “İslâm dini ilerleme ve gelişmeye engeldir” iddiasına karşılık bir kitap yazmıştı: Renan Müdafaanâmesi, 1910.

Aynı zihniyet, şimdilerde İslâm ile şiddeti, Müslümanlar ile terörü yan yana getirmeye çalışıyor.

Bu tehdit ve tehlike karşısında muhterem hocalarımız, kanaat önderlerimiz, âlimlerimiz, derinlikli edebiyatçılarımız ne yapıyor?

Çirkin suçlamalara ve ağır iftiralara karşı ilmî, edebî cevaplar verebiliyor muyuz?

Esaslı bir itirazda bulunabiliyor muyuz?

“İslâm barış dinidir” demekle sorun çözülüyor mu?

Her şeyi Diyanet İşleri’nden bekleyemeyiz.

Durum galiba bu: Vücudumuza bıçak saplanmış, kan kaybediyoruz, belki birazdan öleceğiz.

Biz ise kıymıklarla meşgulüz. Burada, kendimizi de eleştirmiş oluyoruz.

AYNI AİLEDEN OLMAK

Kalbinde Allah korkusu, davranışlarında insanlık görgüsü bulunmayan tek bir kişi bile hayatı çekilmez hale getirebiliyor.

Hesap gününe inanmayan ve bu yüzden kul hakkına hürmet etmeyen bir kimse düşünelim.

Kanundan kaçmasını da iyi biliyor.

Herkes böyle olsaydı, herhalde dünyaya ‘cehennem’ diye gönderilirdik.

İmkânları kaybetmek korkusu, bizi etkisiz hale getirmesin.

Evvelâ Rabb'imizden korkmalıyız.

Böylece daha ahlâklı, rikkatli ve toparlayıcı olabiliriz.

Son günlerde siyasî ve dinî bazı tartışmalar yaşanıyor.

Sosyal medya üzerinden atışmalar, karalamalar vs.

Yalanın, hırsın ve fitnenin yıkıcılığı karşısında insanoğlu çok zayıftır.

Mutlaka hasar alır.

Bizi ayağa kaldıracak olan particilik veya cemaat taassubu değil, kalbî kardeşliktir.

İş tutuş şeklimiz ve kimi fikirlerimiz farklı olsa da hepimiz aynı ailenin mensuplarıyız.

İslâm hânesidir bu.

İbrahim Tenekeci, Yeni Şafak -14 Mart 2018, Çarşamba-

:

Yazıda bazı paragraf açma ve siyahlaştırmalar bize aittir.

dikGAZETE.com

...