CHP, Aleviler, İran ve büyük kışkırtma

CHP, Aleviler, İran ve büyük kışkırtma

CHP, Aleviler, İran ve büyük kışkırtma 

İktidar çevresi, büyük bir kışkırtma hamlesi yapıyor; vebali büyük! Sadece iktidar ve muhalefet partileri değil, aklı başında, vicdan ve sorumluluk sahibi herkesin bu alanda kalem oynatanlara tepki vermesi gerekir.

Tam aksine, iktidar partisi, ‘düşman Kürt siyasi hareketi’nin yerine CHP’yi ve genel olarak muhalefeti ‘yeni düşman’ olarak hedefe koymuş vaziyette. Üstelik konu sadece CHP değil, işin ucunda mezhepçilik de var. Oysa bu, sadece bir siyaset meselesi değil, insanlık meselesi. Güvenlikçi bir ağızdan hiç hoşlanmam ama sonuçta bu, aynı zamanda bir güvenlik sorunu. Zira iç barışa karşı tüm tehditler, bir ülkenin güvenlik meselesidir.

Son olarak, Suriye’de Nusayrilerin yoğun olduğu Lazkiye’de yaşanan çatışmalar vesilesiyle, başta CHP olmak üzere muhalefet, ‘içerideki Esed artıkları’ olarak itham ediliyor. Zaten bir süredir ‘siyasal Alevilik tehlikesi’ dillere dolanmış vaziyetteydi. Bu çerçevede CHP, Alevi partisi olarak kodlanıyor; bir siyasal parti ve bir mezhep, yeni düşman olarak tanımlanıyordu. Daha önce de yazdım: CHP bir Alevi partisi değil, Alevilerin de desteklediği bir parti. Aleviler, cumhuriyet yönetiminin kuruluşundan bu yana laiklik ilkesini kendi güvenliklerinin teminatı olarak görüyorlar. Yüzyıllarca Sünni hâkimiyeti ve baskısı altında yaşayan bir azınlığın laik devleti güvence olarak görülmesi hiç de şaşılacak bir şey değil.

Mezhep kışkırtması ödenecek bedel olarak görülebilir mi?

Buna karşılık, cumhuriyeti kuran kadroların Alevilikle hiç alakası yoktu, zira bu kadronun çoğunluğu, Osmanlı son döneminin yetiştirdiği orta sınıf sivil ve askeri bürokratlardan oluşuyordu. Aleviler, kırsal bir nüfus olarak bu orta sınıf içinde yer almıyordu. Tam da bu nedenle, iki binli yılların başında, bazıları Alevilerin kendilerine hiçbir şey vadetmeyen bir partiye desteklerini ‘Stockholm Sendromu’ olarak tanımlıyordu. İktidar partisi de ‘Alevi açılımları’ çerçevesinde bu görüşü sahipleniyordu. Alevilerin CHP içinde siyasete katılması, Alevilerin şehirlere göçü ve orta sınıflaşmaya başlamasının sonucu olan çok yeni bir olgu. Dahası, CHP velev ki Alevi partisi olsa, düşmanlaştırma normal ve kabul edilir mi olacak? Siyasi stratejiler uğruna, mezhep kışkırtması ödenecek bir bedel olarak görülebilir mi?

Olayın Suriye ayağına gelince, öncelikle Suriye’de yaşanan olayların mahiyeti henüz açıklığa kavuşmuş değil. Yeni Suriye yönetimini oluşturan HTŞ’nin mezhepçi cihatçı unsurlara dayandığı da bir sır değil. Hal böyleyken, olayı hızla “Esed destekçilerinin isyanına karşı yeni Suriye devletinin tedbir alması” olarak tanımlamak neyin nesi?

Anladık, Türkiye ve Batı dünyası yeni rejimi destekliyor, yapıcı bir rol üstlenmeye çaba gösteriyor. Ancak sonuçta, Suriye’de yaşanan çok yeni bir gelişme ve ortada devlet diyebileceğimiz bir yapı henüz söz konusu değil. Ahmet Şara, radikal İslamcılıktan ılımlı bir siyasetçiye dönüşmeye başlamış olabilir, ancak dayandığı askeri unsur, yabancı savaşçıları da içeren radikal cihatçılardan oluşuyor. Şara’nın bu unsurlar üzerinde kontrol sağlaması zaman alabilir, hal böyleyken yeni yönetime sonuna kadar kefil olmak nasıl bir akıldır?

Yeni Suriye yönetimini Türkiye ve Batı dünyası destekliyor” dedik. Türkiye, başından beri Esad rejiminin devrilmesi için ‘muhalif’ unsurlara destek verdi. Sonra İdlib’de bu unsurlarla iletişim içinde oldu ve belli ki Şara üzerinde bu nedenle önemli bir etkisi var. Bu etki en çok, güvenlik tehdidi olarak görülen Kürt unsurları bertaraf etmek açısından devreye giriyor. Bu kadarı açık ve net.

Peki, Batı dünyası neden düne kadar ‘terörist’ dediği bir örgütü ve liderini birdenbire yeni Suriye lideri ve yönetimi olarak kabul etti?

Ben bu tür soruların cevabını, “Batı İslamı Çok Sevmişti – Batı’nın İslam Politikaları başlıklı kitabımda (İletişim, 2022) değerlendirmeye çalışmıştım. Suriye’deki rejim değişimi sonrası, bu çerçevede, zamanında başta ABD olmak üzere Batılıların, Afgan cihatçılarını nasıl ‘özgürlük savaşçısı’ olarak tanımlamış olduğunu hatırlattım.

ABD liderliğindeki Batı dünyası için bölgedeki en büyük tehdit/düşmanın, İran İslam Devrimi sonrası İran yönetimi ve bölgesel müttefikleri olduğunu biliyoruz. Bu hattın ortadan kaldırılma çabasının 45 yıllık uzun bir hikâyesi var. Bu hikâyenin son halkası “Suriye’de Arap Baharı” idi. Ancak süreç, uzun süre sürüncemede kalmıştı. İran ve müttefiklerinin zayıfladığı, Esad rejiminin baş destekçilerinden Rusya’nın Ukrayna’ya odaklandığı konjonktürde, Suriye’de rejim değişikliğinin yolu açıldı. HTŞ ve Şara’nın, yönetimi kolayca ele geçirmesinin arka planında bu tablo var. Batı siyasetçilerinin bu gelişmeyi sevinçle karşılaması ancak bu çerçevede anlaşılabilir. Şara’nın ilk olarak CNN International röportajı ile dünya kamuoyuna takdim edildiğini ve onun ötesinde ‘ılımlı bir siyasetçi portresi’ içine yerleştirilmiş olduğunu unutmayalım.

Pek çok Müslüman vatandaşını olur olmaz ‘İslamcı terörist’ olarak damgalayabilen, dünya çapında cihatçı avına çıkıp, yargısız infaz yapan ABD’nin, Şara’yı birkaç gün içinde ‘terörist’liktenSuriye’nin yeni liderliğine’ terfi ettirmesi, başka türlü izah edilebilir mi?

Bu tablo içinde İsrail de bizim iktidar basınının iddialarının aksine, Suriye’nin yeni yönetiminden şikâyetçi değil. Zaten, Esad rejiminin düşme sürecinde Suriye’nin hemen tüm askeri varlığını bombaladılar, stratejik alanları işgal ettiler. Buna karşılık, yeni yönetim hiçbir şey yapmadı. Diğer taraftan, İsrail’in Suriye’de İslamcı bir yönetimi uzun vadede tehdit olarak gördüğü de bir gerçek. Tam da bu nedenle, tüm gücün Şam’ın elinde olması ‘tehlikesi’ne karşı, kuzeyde Kürt unsurları, güneyde Dürzileri destekliyorlar. Vakıa bu.

Hal böyle iken, Türkiye’de iktidar çevresi, habire İran ve İsrail’i aynı cephede göstermeye çalışıyor. İsrail’in, Esad rejimini desteklediği iddiaları ve akla ziyan yorumlar üzerinden de aslında İran karşıtı bir ortam oluşturuluyor. Bu çabalar mezhepçiliğin ötesinde, siyasi bir manipülasyondan başka bir şey değil.

İran İslam Devriminden bu yana, AK Parti öncesi ve sonrası da dahil olmak üzere, Türkiye ve İran ayrı uluslararası ittifaklar içinde yer alıyordu, bu bir sır değil. Ancak, bu süreç içinde Türkiye ve İran birbirlerine karşı konum almamaya özen gösteriyordu. Suriye’deki gelişmeler ardından bu dengenin de bozulma riski var. Diğer taraftan, birkaç işgüzarın işi midir, resmi politika mıdır bilemiyorum ama Türkiye’de iktidar çevresi, Batı ile aynı saflarda olduğu gerçeğinin üzerini örtmek için, İran karşıtlığına sığınıyor. İran ve Esad rejimini İsrail ile aynı saflarda göstermenin başka bir izahı yok.

Özetle; politika ve dış politika açısından avantaj gibi görülen bu çabalar, hayra alamet değil. İçeride CHP ve Aleviler, dışarıda İran düşmanlığı körüklemek, Türkiye’nin iç barışı ve dış güvenliği açısından son derece tehlikeli işler. İşin insanlık, vicdan, hakkaniyet açısından anlamına hiç girmiyorum.

Ama unutmayalım, Ramazan ayı belli saatlerde aç kalmaktan öte, nefis kontrolü ve muhasebesinin vesilesidir. Kendine İslamcı diyen Müslümanların çoktan beri bu kaygılardan uzaklaşmış olduğunu görüyoruz ama ben yine de hatırlatmış olayım.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

...