<h3><span>Prof. Dr. Bedri Gencer yazdı;</span></h3> <h3><span><strong>Cübbeli Ahmet’in Kızılbaş İtikadı</strong></span></h3> <h3><span><strong>Mukaddes Emanetlere Hıyanet</strong></span></h3> <div><strong>1895</strong> yılında Konya'nın <strong>Doğanbey</strong> ilçesinden çıkan Ahmet Doyuran, <strong>1897</strong> yılında dört masa ve on altı sandalye ile İstanbul Sirkeci'de Konya Lezzet Lokantası adlı mütevazı bir lokanta açtı, lokanta, zamanla büyük rağbet kazandı. Konyalı Lokantası’nın Sirkeci’den sonraki ikinci şubesi, <strong>1969</strong> yılında Topkapı Sarayı Müzesi içinde açıldı. Konyalı Topkapı Sarayı Lokantası, <strong>2004</strong> yılında içki ruhsatı aldı. İçki servisi, tabiatıyla şuurlu Müslümanların tepkisine yol açtı. Zira Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi’nde Hz. Muhammed s.a.v. e, sahabesine ve bazı peygamberlere ait mukaddes eşyalar saklanıyordu. Bunlar, <strong>Yavuz Sultan Selim</strong>'in <strong>1517'de</strong> feth ettiği Mısır'dan, bir kısmı da İslâm ülkelerinden İstanbul'a getirilmişti.</div> <div>Devrin <strong>İstanbul</strong> Valisi Muammer Güler, <strong>2005</strong> ve <strong>2006</strong> yıllarında Topkapı Sarayı Konyalı Lokantası'nda İl Genel Meclisi Üyeleri için içkisiz yemek verdi. Davete sadece <strong>AK Partili</strong> ve bağımsız meclis üyeleri katıldı, yemekte alkol servisi yapılmamasını protesto eden 64 üyeli <strong>CHP</strong> grubu katılmadı. Vali, “Restoran alkolsüz.”, işletme müdürü Savaş Bulut ise, “Restoranımız alkollü, valilik istemedi.” dedi (*).</div> <div><strong>Necat Selimoğlu</strong> isimli şuurlu bir <strong>Müslüman,</strong> İslâm peygamberinin eşyalarının saklandığı alanda içki sunulmasına tepkisini sözde bırakmadı, resmî şikâyet için harekete geçti. Mayıs 2009’da Konyalı Topkapı Sarayı Lokantası’nda içki sunulması hakkında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne şikâyet dilekçesi verdi; belediye, dilekçeyi işleme koydu. Selimoğlu, dilekçesinde, “İslâm dünyasının peygamberinin dişi dâhil bulunduğu alana küfr edercesine verilen içki ruhsatının Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde değerlendirilmesini ve gerekli işlemin yapılmasını arz ederim.” dedi.</div> <div>Konyalı Topkapı Sarayı Lokantası işletme müdürü Savaş Bulut ise, kırk yıldır Saray’da restoran hizmeti verdiklerini ve beş yıldır da içki ruhsatlarının olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Biz, Saray içerisinde özellikle turistlere hizmet eden bir yeriz. “Burada niye içki satıyorlar?” gibi sıkıntılardan haberimiz var. Ama devletin bize vermiş olduğu içki ve turizm ruhsatımız var. Bugüne kadar içki içilmesinden dolayı restoranımızda hiçbir olay ve sorun yaşanmadı” (**).</div> <h3><span><strong>Peygamber Namusu İçin Mücadele</strong></span></h3> <div>Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınmış içki ruhsatı müktesep hak sayıldığı için, belediyenin Konyalı Topkapı Sarayı Lokantası’nın içki servisini önlemesi zordu. Ancak güçlü bir kamuoyu baskısı ile sonuç alınabilirdi. Necat Selimoğlu, bu maksatla kamuoyunda <strong>Cübbeli Ahmet</strong> diye tanınan <strong>Ahmet Mahmut Ünlü’ye</strong> başvurmayı düşündü. Çünkü Cübbeli Ahmet, hem şöhretli bir <strong>Müslüman</strong> hoca ve nüfuzlu bir kanaat önderi, hem de Necat Selimoğlu’nun Giresun Görele’den hemşerisi idi.</div> <div>Necat Selimoğlu, 1957 Giresun Görele doğumlu, Beyoğlu Belediyesi’nden emekli bir ziraat mühendisi ve aynı zamanda kültür ve tarihimize ömrünü adamış bir inançlı aydındı. Yüksek mimar restoratör Seda Özen Bilgili, onu şöyle tanıtır:</div> <div>“Necat Selimoğlu, ziraat mühendisidir, 50 yaşından sonra İTÜ’de restorasyon yüksek lisansı yapmıştır. Sokaklarını arşınladığı Tarihî Yarımada’da apartmanların arasında kalmış bir kilise/camiyi keşf etmişti. Keşf ettiği, koruduğu, ayağa kaldırdığı birçok cami, çeşme vardır. İstanbul’un koruyucularından Necat Bey’in cep telefonu yoktur, ama bir yeri korumak istediği zaman istediği insana ulaşır. Babası kaptanmış, kendisi de hâlâ Kasımpaşa’da oturur. Hakkında kitap yazılması gereken dürüst, azimli, çalışkan, cesur, özel, enteresan biridir.” (***).</div> <div>Necat Bey’in, Tophane Dâyezâde Camii gibi zamanla izi silinmiş birçok caminin keşfi ve ihyasında büyük emeği geçmişti: “Mescidin tesbit çalışmalarında Necat Selimoğlu ve Garip Sağlık'ın büyük emekleri geçmiştir. Derneğimizce takibi yapılan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mülkiyetinde olan Camii’nin tescil işlemleri bitmiş olup ihyasını beklemektedir (****).</div> <h3><span><strong>Cübbeli Ahmet: Peygamberin Namusundan Bana Ne!</strong></span></h3> <div></div> <div>-Kızıl renklere tutkusu, Cübbeli’nin gizli Kızılbaş kimliğini gösteriyor.</div> <div>Yakın çevresine anlattığına göre Necat Selimoğlu, hemşerisi Cübbeli Ahmet ile tanışmıyordu. Ancak muhtemelen hemşerilik bağı ve bu mesele vesilesiyle tanışırız diye düşündü. 2011 Ramazan ayında (1 Ağustos 2011– 29 Ağustos) bir gün iftara yakın saatte Cübbeli ile görüşmek için Fatih Camii'nin iki sokak ilerisinde Otlukçular Yokuşu’nda bulunan evine gitti. Cübbeli, korumaları Mehmet Berber ve Fahri Canpolat ile apartmana girerken kapıda bekleyen Necat Bey yaklaştı, kendisini tanıtarak konuyu arz etti:</div> <div>“Cübbeli Hoca, mukaddes emanetlerin bulunduğu Topkapı Sarayı’nda Konyalı Lokantası’nın içki servisi, Peygamber Efendimiz s.a.v. in namusunu ihlaldir. Ben, bu konudaki teşebbüslerimden bir netice alamadım. Siz, kamuoyunda etkili bir insansınız. Bu konuyu gündeme getirirseniz kamuoyu baskısı üzerine resmî merciler içki servisini önleyebilir.”</div> <div>Buna karşı Cübbeli, apartman merdivenlerini çıkarken Necat Bey’in yüzüne bile bakmadan şu cevabı verdi:</div> <div><strong>-“Peygamberin namusundan bana ne!”</strong></div> <div>Necat Bey, bu cevap üzerine şok oldu, ne diyeceğini bilemedi. “Peygamberin namusundan bana ne!”, gayretullaha dokunacak bir sözdü. Nitekim Cübbeli, kısa bir süre sonra 12 Aralık 2011 tarihinde çete ve fuhuş soruşturması kapsamında tutuklandı (*****).</div> <div></div> <div>-Kızıl renklere tutkusu, Cübbeli’nin gizli Kızılbaş itikadını gösteriyor.</div> <div>“Peygamberin namusundan bana ne!” sözünü, Allah’a ve Rasûlüne iman eden bir mümin değil, ancak Şah İsmail’e tapan bir Kızılbaş söyleyebilirdi. Ünlü (2011), Eylül 2011 tarihli bir yazısında Gümüşhane Kürtün’den Görele’nin Yeğenli köyüne yerleşmiş bir ailenin çocuğu olduğunu söyler. Ancak o, ailesinin, Yeğenli köyünden ayrılan Şahali (Şah Ali) köyünden olduğunu gizler; Giresun ilinin Görele ilçesinin Çavuşlu beldesinin Şahali köyü (mahalle). “Şah Ali” ismindeki “Şah”, Hz. Ali’nin değil, Safevî padişahı İsmail’in sıfatıydı. “Şah Ali”, Kızılbaş akidesinde hâşâ “Allah’ın hulûl ettiği Hz. Ali’nin ruhunun geçtiği Şah İsmail” demekti. Yani Cübbeli Ahmet, sonradan sünnîleşmiş Kızılbaş Çepnilerin köyüne mensup bir aileden geliyordu.</div> <h3><span><strong>Orta Asya'dan Anadolu'ya Çepniler</strong></span></h3> <div>Çepniler, Oğuz Türklerinin sol kolunu teşkil eden Üçok kolunun on iki boyundan (Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepni, Salur, Eymür, Alayuntlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık) biriydi. Onlar, Osmanlılardan çok önce 1048 yılında başlayan akınlarla Anadolu’nun, bilhassa Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde çok önemli bir rol oynamışlar ve Ordu-Giresun-Gümüşhane-Trabzon bölgesini yurt edinmişlerdi:</div> <div>-Giresun: Eynesil, Görele, Tirebolu, Espiye, Keşap, Dereli, Alucra.</div> <div>-Gümüşhane: Torul, Kürtün.</div> <div>-Trabzon: Beşikdüzü, Akçaabat, Çarşıbaşı, Şalpazarı, Vakfıkebir.</div> <div>921 (1515–16) tarihli Trabzon eyaleti Tapu Tahrir Defteri'nde Giresun-Torul-Kürtün-Görele arasındaki bölge, “Vilayet-i Çepni” adıyla kayd edilmişti. Cübbeli Ahmet’in memleketi Görele, saf Çepni bölgesinin merkeziydi. Tarihî Görele coğrafyasından doğuya doğru gidildikçe Çepnilerin homojen yapısı kayb olmaya başlar.</div> <div>Çepnilerin diğer Oğuz boylarından kritik bir farklılığı vardı. Onlar, Orta Asya'dan gelirken geçtikleri İran'dan öğrendikleri Kızılbaşlığı Anadolu'ya taşımışlardı. Daha sonra Anadolu'da yaşanan büyük çaplı iç karışıklıklar, devlet politikası ve Şiîlerin de tesiriyle önceden öğrenmiş oldukları Kızılbaşlığı daha da pekiştirmişlerdi (Alma 2022: 299). İran’a hâkim olan ve Safevî Devleti’ni kuran güç, Kızılbaş Çepnilerdi. Şah İsmail’in Akkoyunluları yenerek 1501 yılında Safevî Devleti’ni kurmasından sonra Anadolu’dan İran’a göç eden Türkler, Dulkadirli, Varsak oymakları ile Doğu Karadeniz Çepnileri idi.</div> <div>Safeviyye’nin tarikattan devlete dönüşmesinin temelinde, amca-yeğen rekabeti yatıyordu. Safeviyye tarikatı, Şeyh Safiyyüddin İshak Erdebilî (1252–1334) tarafından İran’ın Erdebil kentinde kuruldu. Onun vefatından sonra tarikatın meşihat postuna sırasıyla Sadreddin Musa (1334–1391), Hoca Alâeddin Ali (1391–1429) ve Şeyh İbrahim (1429–1447) oturdu. Şeyh İbrahim’in vefatından sonra yerine kardeşi Şeyh Cafer geçti. Babasının yerine geçmek isteyen Şeyh Cüneyd, amcasına karşı verdiği mücadeleyi kayb edince bir ordu ve devlet kurmak üzere Anadolu’ya gitti. Zamanla kurduğu müridler ordusu, askerler ordusu oldu. Safevî Devleti, dede-oğul-torun Şeyh Cüneyd (1447–1460) ve Şeyh Haydar’dan (1460–1488) Şah İsmail’e (1487–1524), şeyhlikten şahlığa geçiş sürecinin sonucunda kuruldu.</div> <div>-Şeyh Cüneyd (1447–1460): Safeviyye tarikatından Safeviyye devletine geçiş</div> <div>-Şeyh Haydar (1460–1488): Alevîlikten Kızılbaşlığa geçiş</div> <div>-Şah İsmail (1487–1524): Kızılbaşlıktan Şiîliğe geçiş</div> <h3><span><strong>Safevîlik Tarikatından Kızılbaşlık Kültüne</strong></span></h3> <div>Çağımızda Türkmen, Safevî, Kızılbaş, Râfızî, Şiî, Alevî, Bektaşî gibi kavramların kullanımında kargaşa vardır. Aslında Şeyh Cüneyd (1447–1460) ile ortaya çıkan “Kızılbaş” kelimesi, siyasî-akidevî bakımdan net bir tanımla diğerlerinden ayrılır.</div> <div>I-Siyasî: Aslında ordu ve milletin kimliğini ifade eden bir üniforma olan “Kızılbaş”, bilahare bir politik kültün adı olmuştur. Şeyh Haydar, güya rüyasında gördüğü Hz. Ali’nin emriyle, Türkmenlerden ayırt edilmeleri için müritlerine derviş entarisi ile on iki dilimli bir kırmızı börk, kızıl taçtan oluşan bir kıyafet giydirmişti (Ülker 2024: 17, Yıldırım 2017: 203). Dolayısıyla “Kızılbaş”, kızıl börk üniformasını giyerek Safevî Devleti'nin hizmetine giren “Safevî vatandaşı Anadolu Alevî Türkmeni” demekti. “Kızılbaş devleti, hükümdarı, ordusu, dili” (Devlet-i Kızılbaş, Padişah-ı Kızılbaş, Lisan-ı Kızılbaş vs.) tabirleri, Kızılbaşlığın dinî bir mezhebin ötesinde politik bir kült olduğunu gösterir (Sümer 1976: 150).</div> <div>II-Akidevî: Akidevî bakımdan Kızılbaş, Şiî ve Alevî’den net olarak ayrılır. Kızılbaşlık itikadı, “hulûl-tenasüh-ilhad” olarak bir tür teslise dayanır:</div> <div>1. Hulûl: Hâşâ Allah, Hz. Ali’ye hulûl etmiştir, Hz. Ali, Allah’ın bedenleşmiş halidir.</div> <div>2. Tenasüh: Hâşâ Allah’ın hulûl ettiği Hz. Ali’nin ruhu, şeyhe/şaha (Cüneyd, Haydar, İsmail) geçmiştir. Cübbeli’nin köyü olan “Şah Ali”, Kızılbaş akidesinde hâşâ “Allah’ın hulûl ettiği Hz. Ali’nin ruhunun geçtiği Şah İsmail” demekti.</div> <div>3. İlhad-nübüvvetin inkârı: Devrin tarihçisi Ruzbihân b. Fazlillah el-Huncî, “sapıklar, buzağıya tapanlar, şeytanın askerleri” gibi sıfatlarla andığı Kızılbaşların Şeyh Cüneyd’i ilah yerine koyduklarından söz eder. Erdebil sûfîleri, Şeyh Cüneyd’in ölümünü kabullenmemişler, onun hakkında “öldü” fiilini asla kullanmamışlardır. Kızılbaşlar, hâşâ Şeyh Cüneyd'i “ilah”, oğlu Haydar'ı ise “Allah'ın Oğlu (ibnullah)” olarak görüyorlardı. Eğer bir kimse, Cüneyd için “öldü” derse canından vazgeçmiş sayılırdı (Gündüz 2024: 29). Kızılbaşlar, İsmail için “Şah” kelimesini en geniş mânâda “baş”, “şeyh, şah (hükümdar), mehdî, peygamber ve ilah” olarak beş mânâda kullanıyorlardı. Herkes, özellikle de askerleri, Şah İsmail’in ölümsüz olduğuna inanıyordu. Müslümanlar, “La ilahe illallah, Muhammedün Rasûlullah” derken, Kızılbaşlar, “La ilahe illallah, İsmail Veliyyullah” diyorlardı (Yıldırım 2017: 216,279).</div> <div>Ahmet Yaşar Ocak’a göre Hacı Bektaş Velî, Çepni boyunun bir kolu olan Bektaşlu Oymağı’nın reisi bir Çepni idi. Gerek Safevîlik, gerek Bektaşîlik, aslında hak (sünnî) tarikatlardı. Çepniler dâhil Türkmen boylarının Safevîlik ve Bektaşîlikten Kızılbaşlığa, hak tarikattan batıl külte, putperestliğe kaymaları, şeyhlerini ilah edinmeleri, Osmanlı âlimlerinde derin bir iğbirara yol açmıştı. Hoca Sadeddin Efendi, Şah İsmail’e kapılan Kızılbaş Türkmenlere sitemini şöyle dile getiriyordu (Sümer 1976: 22):</div> <div>“Başına tac aldı çıkdı ol pelid</div> <div>İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.”</div> <h3><span><strong>Bektaşîlik Tarikatından Alevîlik Kültüne</strong></span></h3> <div>Bu tarife göre Bektaşîlik-Kızılbaşlık-Alevîlik arasındaki sınırlar netleşir.</div> <div>Osmanlı devrinde Alevîlik yerine formel ve enformel, Bektaşîlik ve Kızılbaşlık kavramları kullanılıyordu:</div> <div>I-Formel tarikat Bektaşîlik: Hacı Bektaş Velî, Hanefî mezhebinden, Yeseviyye tarikatından Ehl-i Sünnet bir sûfî idi. Bektaşîlik, “Pîr-i Sânî” denen Sırp asıllı Balım Sultan (1462–1521) tarafından Sünnî bir tarikattan Şiî-Caferî bir tarikata dönüştürülmüştür.</div> <div>II-Enformel kült Kızılbaşlık: Kızılbaşlık, Safevîliğin siyasallaşmasının, şeyhliğin şahlığa dönüşmesinin ürünü bir politik kült, ideolojidir.</div> <div>Osmanlı’dan Türkiye’ye Safevî Devleti’nin ve tarikatların kalkması ile Kızılbaşlık ve Bektaşîlik kavramlarının yerini de Alevîlik kavramı aldı. Cumhuriyet devrinde tarikatların kapatılması ve sekülerleşmenin ilerlemesi, tarikatın külte, Bektaşîliğin üç külte dönüşmesine yol açtı:</div> <div>A-İktidar ideolojisi-kültü: Bektaşîliğin Kemalizm’e dönüşmesi</div> <div>B-Muhalefet ideolojisi-kültü: Bektaşîliğin Kızılbaşlığa dönüşmesi</div> <div>C-Halk ideolojisi-kültü: Bektaşîliğin Alevîliğe dönüşmesi. Fuad Köprülü, Alevîleri “Köy Bektaşîleri” deyimiyle ifade ediyordu (Mélikoff 1993: 26). Buna göre Bektaşîliğin kentsel versiyonu Kemalizm’e, kırsal versiyonu Alevîliğe dönüştü.</div> <div>Osmanlı devrinde tarikat olarak Bektaşîlik-Alevîlik ile kült olarak Kızılbaşlık, siyasî ve akidevî açıdan birbirinden ayrılardı. Ancak Türkiye devrinde kültler olarak Alevîlik ile Kızılbaşlık, iç içe girdi, daha doğrusu Kızılbaşlık, Alevîliğe nüfuz etti. Ancak gene de Alevîlik ile Kızılbaşlık, siyasî ve akidevî açıdan kolaylıkla birbirinden ayrılabilirlerdi.</div> <div>Alevîlik/Kızılbaşlık:</div> <div>I-Siyasî açıdan: (Dindar) Alevîlik/Siyasal Alevîlik</div> <div>II-Akidevî açıdan: Allahlı-Alili Alevîlik/Allahsız-Alisiz Alevîlik</div> <div>Burada “Allahsız-Alisiz Alevîlik” tabiri, çağımızda dinin inanç kaynağı olmaktan çıkarak aidiyet, kimlik kaynağına indirgendiğini gösteren “Ateist Yahudi, Hıristiyan, Müslüman” deyimlerinin uzantısıdır.</div> <h3><span><strong>Cübbeli Ahmet’in Sapkın Kızılbaş İtikadı</strong></span></h3> <div></div> <div>-Cübbeli’nin gizli Kızılbaş kimliği, kızıl renklere yansıyor.</div> <div>Kızılbaş Çepni soyundan gelen Cübbeli Ahmet ile Kızılbaşlık arasında itikat yönünden çarpıcı bir benzerlik görülür. “Alisiz Alevîlik”, Cübbeli’de “şeyhsiz tarikat” inancı olarak karşımıza çıkar. Elbette Cübbeli’nin soyunun geldiği Görele ve Karadeniz Çepnileri, sünnîleşmiştir. Ancak genlerdeki Kızılbaş akidesi, gün gelmiş, uç vermişti. Şiîlik gibi Kızılbaşlıkta da takiye inancı vardı. Cübbeli de sürekli takiye yaparak, “Ben öyle demedim veya demek istemedim.” diye sözlerini inkâr eden biriydi. Kızılbaşlık akaidi, hulûl-tenasüh-ilhad şeklinde bir teslise dayanıyordu:</div> <div>1. Hulûl: Cübbeli, birinin ağzından uydurarak, “Allah, ete kemiğe büründü, Mahmud diye göründü.” demişti. O, her ne kadar şirk olduğunu söyleyerek hulûl akidesini reddetse, tevil etse bile, bu sözün zâhirî mânâsının hulûl olduğu açıktır (******).</div> <div>2. Tenasüh: Cübbeli, keza, İslâm’da olmayan tenasüh (reenkarnasyon, ruh göçü, ruhun başka bedene geçmesi) ile İslâm’da olan temessül (ruhun insan suretine bürünmesi) arasındaki farka dikkat çeker (*******). Ancak muhtemelen internetten kaldırdığı eski bir konuşmasında Mahmud Efendi’nin başka bedenlere geçtiğini söylüyordu. Ayrıca şu sözüyle Mahmud Efendi’nin ruhunun kendi bedenine geçtiğini ima ediyordu:</div> <div>“Ben çok rüya görürüm, Efendi Hazretlerini görürüm. Ben onun yönettiği bir insanım, kendi kendini yöneten bir insan değilim” (********).</div> <div>3. İlhad: “Peygamberin namusundan bana ne!”</div> <div>Cübbeli de tıpkı Kızılbaşların yaptığı gibi, “ölümsüz şeyhimiz” hezeyanıyla Mahmud Efendi Hazretlerini hâşâ ölümsüzlük, dolayısıyla ilahlık mertebesine çıkarır. Cübbeli ve ona uyanları helake sürükleyecek bu dalalet, Mahmud Efendi’ye de büyük bir zulümdür. Cübbeli’nin 19 Haziran 2025 tarihli konuşmasında sarf ettiği, “Efendi Hazretlerimiz yaşıyor, onu öldürmek isteyenleri Allah kahr eylesin, helak eylesin.” sözü, “Her nefis ölümün tadıcısıdır.” âyetinin inkârı mânâsına gelen, küfre varan bir sözdü (*********). Cübbeli’nin ölmüş “Mahmud Efendi’yi öldürmek isteyenleri Allah helak eylesin.” sözünün, “ölmüş” Şeyh Cüneyd’e “öldü” diyenleri “öldüren” Kızılbaşların tavrından bir farkı yoktur. Demek ki Kızılbaşlar ve Cübbeli tarafından bir ölümün inkârı, başka insanların maddî ve manevî ölümüne sebep olmaktadır.</div> <div>Cenaze namazında konuştuğu Birelvî Şeyhi İbrahim el-Ahsâî, Cübbeli’nin gizli şeyhlerindendi (https://www.youtube.com/watch?v=AFHg1rpkFo8). Cübbeli’nin “ölümsüz şeyhimiz” hezeyanının dayandığı Birelvîliğin sapkın “Muhtar Kul” anlayışı da Şiîlikten geliyordu. Keza Cübbeli, “Peygamberler, kabirlerinde dirilerdir, namaz kılarlar.” hadis-i şerifine eklediği “eşleriyle cima ederler” iftirasını Şiî kaynaklara dayanan Birelviyye’den almıştı (**********).</div> <div>Onun yaşayan en büyük âlimlerden Muhammed Takî Osmânî’ye saldırmasının sebebi de Osmânî’nin Birelvîlerin düşman gördükleri Diyobend âlimlerinden olması idi.</div> <div>Allah Teâlâ, kitabında “Muhakkak sen de öleceksin (Habîbim), onlar da elbet ölecekler.” (Zümer, 39/30) diye peygamberlerin bile ölümlü olduğunu bildirdiği halde, Kızılbaşlar gibi bir şeyhe (Mahmud Efendi) ölümsüz demek, küfre varan bir dalaletti. Cübbeli, “Ben “ölümsüzlük” sözüyle evliyanın tasarrufunun vefatından sonra da devam ettiğini kasd ediyorum.” diye ölümsüzlük hezeyanını tevil etmeye çalıştı. O zaman ona şu soru sorulmaz mıydı?: İslâm tarihinde vefatlarından sonra da tasarrufları devam eden Abdülkadir Geylânî, Ahmed Serhendî gibi büyük evliyadan bir tanesi için bile “Artık yaşayan şeyhe ihtiyaç bırakmadan ebediyen halkı irşad edecek ölümsüz şeyhtir.” denmiş miydi ki Mahmud Efendi için densin?</div> <div>Velînin İrşadı, yaşayanlar arasında münasebete, cismaniyete bağlı, Tasarrufu ise, vefatıyla kesilmeyen ruhaniyete bağlı bir işlevdi. İrşad ile Tasarrufu kasden karıştıran Cübbeli, “Ölümsüz şeyh diye sapkın bir anlayış İslâm’da yok.” diyen Ehl-i Sünnete Vehhâbî diye saldırıyordu. Boğazına kadar Şiî-Kızılbaş akidesine batmış Cübbeli’nin “Ehl-i Sünnetin kalesi” geçinmesi, Ehl-i Sünnete Vehhâbî diye saldırması, ahir-i zaman ümmetinin imtihanıydı.</div> <div>.</div> <div><strong>Bedri Gencer, dikGAZETE.com</strong></div> <div>(*) https://www.memurlar.net/haber/49018/valilik-yemeginde-alkol-servisi-krizi.html</div> <div>(**) https://www.hurriyet.com.tr/gundem/40-yillik-lokantaya-icki-yasagi-talebi–11679285</div> <div>(***) https://x.com/Seda_Ozen/status/1237097076586053632?s=20, https://x.com/Seda_Ozen/status/1237098738906169344?s=20</div> <div>(****) https://x.com/kayipcamiler/status/1010680636200321024?s=20</div> <div>(*****) https://www.sabah.com.tr/gundem/2011/12/11/sok-pazarlik-fotograflari</div> <div>(******) https://www.youtube.com/watch?v=CnYazTFnrLg</div> <div>(*******) https://www.youtube.com/watch?v=CuOFxXcYylc, https://www.youtube.com/watch?v=KN0pTVkIedQ</div> <div>(********) https://www.youtube.com/watch?v=dpjNO9c-K0Q&t=5223s</div> <div>(*********) https://x.com/MuhittinOdemis/status/1936075199457153366?s=20</div> <div>(**********) https://x.com/GencerBedri/status/1929942843667169666?s=20</div> <div>.</div> <div><strong>KİTABİYAT</strong></div> <div>Alma, Mehmet Hakkı (2022) Aras Havzası Uleması ve Tarihi Şahsiyetleri. İstanbul: Hiperlink.</div> <div>Gündüz, Tufan (2024) Son Kızılbaş Şah İsmail. İstanbul: Yeditepe</div> <div>Mélikoff, Irène (1993) Uyur İdik Uyardılar: Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmaları. Turan Alptekin (trc.), İstanbul: Cem.</div> <div>Sümer, Faruk (1976) Safevı̂ Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü. Ankara: Selçuklu Tarih ve Medeniyet Enstitüsü.</div> <div>Ülker, İzzet (2024) Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi Işığında 17. Yüzyıl Osmanlısında Kızılbaş Algısı (Yüksek Lisans Tezi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi).</div> <div>Ünlü, Ahmet Mahmut (2011) “İcazetler, Sıla-i Rahimler, Sohbetler ve Ziyaretlerle Geçen Bir Karadeniz Seyahati”, Kasr-ı Ârifan Dergisi 4/48 (Eylül): 4-16.</div> <div>Yıldırım, Rıza (2017)Alevîliğin Doğuşu: Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri (1300-1501). İstanbul: İletişim.</div> <div></div> <div></div> <div></div> <div></div>