Gelin, şu Cumhuriyet’i yeniden konuşalım

Gelin, şu Cumhuriyet’i yeniden konuşalım

Bizde, cumhuriyetin inşa dönemi ve ertesinde monarşist bir siyaset düşüncesi ve akımı hiç olmadı, ama sağ siyaset yelpazesi içinde muhafazakâr ve İslamcı kesimlerin cumhuriyet rejimine ilişkin homurtusu da hiç bitmedi.

Bu hoşnutsuzluk, sadece cumhuriyetin Kemalist resmî ideolojisine karşı mıdır, yoksa toptan cumhuriyet fikrine karşı mıdır o da bir türlü netlik kazanmadı.

Asıl itiraz, Cumhuriyet rejiminin saltanatı ilgasına değil, Hilafetin ilgasına karşı gibiydi, ama “saltanatsız hilafet olur mu?” sorusu da muğlak kaldı.

Doğrusu, saltanatın ilgası ile hilafetin ilgası arasındaki dönem bir tür ‘hülle’ devri idi, cumhuriyet rejimi, hilafet makamını boşa çıkarıyordu. O nedenle, hilafetin ilgasına itiraz, aslında meşruti monarşiye işaret ediyordu.

Nitekim, sağ muhafazakâr ve İslamcı çevrelerde, Cumhuriyet rejiminin, “düşmanla iş birliği yapan hain” olarak tanımladığı son Sultan Vahdettin’e dönük bir sempati doğrudan veya dolaylı ifadeler buldu.

Resmi tarihe karşı gelişen ‘alternatif’ bir tarih okuması, Cumhuriyet rejimini, milletin dini kimlik ve değerlerine karşı bir sabotaj, kurucu kadroları da kâh “Yahudi komplosu”, kâh “İngilizlerin ajanı” ve daha doğrusu her ikisi olarak tanımladı.

Bu bakış açısı, bir yandan Hilafet, diğer yandan ise, Cumhuriyet rejiminin inşası sürecinde, yürürlüğe giren laik ve Batıcı kültür devrimi tartışmasını sürekli gündemde tuttu.

Son olarak tartışma konusu olan, AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın bir toplantıda ‘yazı devrimi’ne ilişkin söyledikleri bu çerçevede anlaşılabilir.

Yazı devrimi’ denilen, Arap/Fars alfabesinden Latin alfabesine dönüştü ve kuşkusuz radikal bir değişimdi.

Diğer taraftan, Latin alfabesine geçiş ile hedeflenen, kuşkusuz sadece okuma yazmanın kolaylaşması değil, İslami, Doğulu kültürel kimlikten kurtulma çabası idi.

Dolayısı ile bu konu da diğer cumhuriyet devrimleri de zamanında olduğu gibi sonrasında da tartışma konusu edilebilir.

Nitekim, bugün cumhuriyetçilerin unuttuğu örneklerden biri, zamanında Latin harflerinin kabulüne karşı çıkanlar arasında Osmanlı Yahudisi bir müderris olan Avram Galanti’nin olduğudur (‘Arabi Harfleri Terakkimize Mani Değildir’, Yeni Türkçe basımı: İstanbul: Bedir Yayınları, 1996).

Ancak, hâlen devam eden tartışmanın çerçevesi dilbilim değil, cumhuriyet rejimine karşı genel bir itirazın ifadesinden başka bir şey değil.

Ben ne Mahir Ünal’ın ne AK Partililerin ne de genel olarak muhafazakâr ve İslamcıların halihazırda saltanat yanlısı, dahası Arap alfabesi veya fes takmaya dönüş yanlısı olduğunu sanmıyorum.

Tam da bu nedenle, bu konuların yeri geldiğinde serinkanlı bir tartışmanın konusu olmaktan ziyade, hâlen bir homurdanma konusu olmaktan çıkması gerektiğini düşünüyorum.

Bu konular geride kaldı, asıl sorun Cumhuriyet’in resmî ideolojisinin/Kemalizmin tartışılması desek, zaten tartışılmadık yanı kalmadı.

Laiklik adına baskıcı siyasetler desek, çok şükür onlar da tarihe karıştı.

Dahası, bu konuların açıkça tartışılması önünde herhangi bir engel kalmadı, tam tersine, bu konularda iktidar partisi gibi düşünmemek tekinsiz bir durum hâlini aldı.

Ama, hâlâ, bu homurdanma ve karnından konuşma üslubu değişmedi.

Nitekim, daha önce de Sultan Vahdettin konusunda benzer bir tartışma çıkmıştı.

Tamam kardeşim, resmi tarihin ak-kara anlatımını aşalım, ama Millî Mücadele sürecinde, Anadolu’daki harekete karşı doğrudan savaş ilan etmiş olan son Sultan’a, o savaştan çıkmış cumhuriyet rejimi, nasıl ‘tarihi değer’ diye sahip çıkacak?

Buyurun konuşalım, konuşun, konuşsunlar.

Asıl mesele, laiklik mi?

Nedir kafalardaki alternatif, onu da konuşalım.

Tabii ki her konuda farklı düşünenler olacak, olsun, hatta uzlaşmak zorunda da değiliz, yeter ki, artık açık açık konuşalım.

1950’li yıllardan bu yana, devam eden, “bizi dinimizden, kültürümüzden, kimliğimizden ettiler” iddiası, artık açıklık kazansın.

Kim neden niye şikâyet ediyor, neyin yerine neyi koymak istiyor, bilelim, önümüzü görelim.

Halihazırda İslamcıların,cumhuriyet rejiminin icadı” diye karşı çıktığı Diyanet İşleri Başkanlığı, İslamcıların iktidarında ‘Şeyhülislamlık’ görüntüsü kazandı.

Bu kadarı yeter mi, daha ötesi var mı?

AK Parti iktidarının üzerinden yirmi yıldan çok zaman geçti, şimdiye kadar kimse Arap harflerine dönmeyi önermedi. Bırakın önermeyi, bu konuyu diline dolayan pek çokları, meraklısı dışında, zahmet edip, eski metinleri okumak için Osmanlı Türkçesi öğrenmiyor.

Sonuçta, “kültür hazinelerimizi kaybettik” de bu metinler bize Çince kadar uzak değil, her öğrenci bir yaz boyu çalışsa hiç olmazsa matbu metinleri okur.

Dedelerimizin mezar taşını okuyamayacak hâle geldik” diyenlerin sanırsınız ki, dedeleri Sadrazam, Kazasker, hiç değilse müderris, kadı, vs., “sade vatandaşın mezarında kitabe mi olur” diye düşünen yok.

Dahası, Paşa, ulema, vs. soyundan gelenlerin çoğunun da ne Cumhuriyet rejimi, ne Latin alfabesi ile bir sorunu, ne de kitabe okumak gibi bir merakı yok.

Daha söylenecek o kadar çok şey var ki, uzatmayalım, gelin kaçak güreşmeyin, yıldönümü vesile olsun, şu Cumhuriyet’i yeniden konuşalım.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

-Kapak foto: Cumhuriyet’in ilanını haber veren 30 Ekim 1923 tarihli Vakit ve Hakimiyeti Milliye gazeteleri-

 

...