İşte, "Antalya Ruhu”nun saklı hazineleri ve “Aşkın" gerçekleri!

Herşeyinin “Deniz-kum- güneş” olarak sunulduğu, “Turizm gelirleri” deyince” ilk sırada adının geçirildiği, sadece yabancıların değil "yerli turistler”in de”Tatil için" ilk tercihlerinden biri olan Antalya’nın aslında ne olduğunu, “Ruh”unun temelinde nelerin barındığını kaç kişi biliyor acaba!

Ve o “Ruh”a kaç kişi, derli-toplu bir “kısa yazı” çerçevesinde böylesine dikkat çekti şimdiye dek.

Leyla İpekçi, "Antalya’nın dağına taşına ruh üfleyenler” başlığı altındaki yazısında Antalya’dan öyle “örnekler” sıraladı ki Güney sahillerimizin o gözde beldesine bu yazıdan sonra artık daha bir başka gözle bakacaksınız…

İşte, “Antalya'da denize geliyorlar. Burada ummanlar gizli.”  sözünü de hatırlatan o yazı

:

Mekanın şerefi orayı şereflendiren insanla ölçülür denir. Mekan insanla diri.

Mekan hafızasının örtüsünü kaldırınca, hatırlamaya başladıkça söz de canlanıyor.

O kadar ki deniz güneş turizmiyle anılan Antalya'da saklı aşk ve irfan havzaları; orayı şereflendiren aşk silsilesinin hazretleri anıldıkça bir bir uyanmaya başladı. 

“Elmalı mı, orası da neresi, Armutlu mu demek istiyorsunuz, o Bursa'da? Yo hani Elmalılı Hamdi Yazır var ya, meğer Antalya'daymış orası!” Bu minvalde akıp gitti yıllarca konuşmalar.

Bilinmeyen Elmalı'dan 'la-mekan' dost iline.

Elmalıların dahi bilmediği saklı hazine ise gönülleri mayalamaya görünmez yollarla devam etmekteydi. 

HER KARIŞI "SAKLI HAZİNE"

Vahip Ümmi hazretleri de, halifesi Eroğlu Nuri, halifesi Sinan Ümmi, onun da halifesi Niyazi Mısri hazretleri de, Abdal Musa da, Kaygusuz Abdal da, bir yığın divanı olan hak dostu da burada yetişmiş, dedeler var daha, babalar da. 16 ve 17'inci yüzyıllarda ve sonrasında Batı Toros dağlarının her karışı 'saklı hazine.'

Gönül coğrafyamızda dolaşırken, doğuda olsun batıda olsun, Türkiye dediğinizde ilk önce Antalya diyenler din veya kültür kardeşliğimizi vurgulayanlardan çok daha fazladır hep. Halbuki geçen yıl yine Antalya'da düzenlenen Nurü'l Arabi uluslararası sempozyumunda, Anadolu'da daha böyle pek çok kültürel havzayı uyandıran Mustafa Tatcı hocanın dediği gibi: “Antalya'da denize geliyorlar. Burada ummanlar gizli.” 

LİKYA YOLU KADAR SUFİ YOLU DA KAT EDİLECEK ARTIK...

Yıllardır Elmalı'da devam eden Elmalı'nın canları sempozyumu, uluslararası bir niteliğe bürünüp salonlara sığmamaya başlamıştı. Bu yıl Finike de gönül yollarını açtı, sarp yokuşları tırmanmayı göze alan yolculara kendi içinden istikamet göstermeye başladı. Eroğlu Nuri hazretlerinin türbesine giden yol çünkü nihayet yapılmaya başlandı dağ zirvesine dek. 

Likya yolu kadar, Sufi yolunu da katetmeye gelecek yolcular Finike’ye.

Elmalı ve Finike belediye başkanlarının, kaymakamların, milletvekili Atay Uslu'nun, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkıları elbette çok değerli. 

Bir o kadar da buradaki kültürel havzaların uyanmasına vesile olan ve divanların ortaya çıkmasında tek başına iğneyle kuyu kazan Mustafa Tatcı hoca ve yanı sıra Akdeniz üniversitesi rektör yardımcısı Ahmet Ögke ile Sinan-ı Ümmi gibi derneklerin ve pek çok gönül dostunun paha biçilmez gayreti var.

Antalya saklı kanyonları, dağ ve koyları, ormanları, sıradağları, mağaraları, akarsuları, kumsal, otel ve tatil köylerine ruh üfleyen nefesi içine çekmeye başladı. 

Altın Portakal gibi film festivallerine, Altın İnsan gibi şiir ve beste yarışmaları, aşk ve irfan festivalleri de eklenmeli artık.

Göçüp giden nice hak dostunun anılması, yaşayanlarının nefesiyle gönülleri yapmaya kesintisiz zikir misali devam etmeli.

Aşk yolculuğu uzun soluklu.

Hem farz hem nafile. 

Kimi giden yolcu olacak, kimi gelen. İç hatlardan, dış hatlardan! 

HER KÖŞEDE SAKLI O GÜZEL ve GELEN AŞIK MAŞUKUN RENGİNE BÜRÜNMÜŞ...

Gündüzde saklı gece misali, ilim açıldıkça kamil gizleniyor. Fakat niyet edenlere, talip olanlara, sarp yokuşlardan tırmanıp emin beldeye ulaşmaya çalışanlara Elmalı gibi her yerde kaynıyor can.

Baka baka, yana yana, ana ana görmeye başlayanlara her köşede saklı ol güzel.

Yiğitbaşı Marmaravi hazretleri tarafından yetiştirildikten sonra memleketi Elmalı'ya gönderilen Vahip Ümmi'nin attığı tohum, bu muhiti asırlarca beslemiş.

Bir ruh medeniyeti kurulmuş.

Gelen aşık, maşukun rengine boyanmış. 

Allah'ın rengine. “Beni gören O'nu görmüş gibidir” hadisinin açılımlarından mülhem; mürşid-i hakiki zaten külli vücudu temsil ediyor. 

Resulullah'ın hakikatini kendinde cem eden kamilin yansıması merkezden muhite / varlığa doğru.

Kamil neredeyse merkez orası.

Varlığın noktası.

Her şeyi kendinde toplayan

Elmalı / Finike sözgelimi taşra iken merkez oluyor. 

İlahi bilgi, arifin yani Hakk aşığının gönlünde tecelli etmektedir çünkü. Ve irfan onun gönlünden neşredilmektedir. Nutk-ı şeriflerindeki satırları sadrımızda diriltmek içindir. 

MÜRŞİD-İ HAKİKİ, SÖZ VE FİKİRLERİNDEN DEĞİL MANASINDAN BİLİNİR...

Aşkı yaşamayan biri alim olabilir, fakat bir sözcü, kültür elçisi, aktarımcıdır o.

Medeniyeti dirilten maneviyat; gönül ehliyle yayılıyor, hayata geçiyor ancak.

Mürşid-i hakiki bu anlamda sözlerinden, fikir ve görüşlerinden değil, manasından bilinir. 

Bir cemaatin veya görüşün menfaatine değil insanlığın tekamülüne katkı için yetişmiştir. 

Evet eğer kültür devrimini hedefliyorsak, medeniyetimizin değerlerini ihya etmekten dem vuruyorsak: Önce bu toprakları asırlar boyu kültür mahfiline dönüştürmüş büyük mutasavvıf sanatçıların tüm insanlığa hitap eden sesini işitmekle başlamalıyız. 

Biz de işte geçtiğimiz haftasonu Antalya'nın saklı cennetlerinde, Anadolu'daki aşk ve irfan geleneğinin bugüne yansımalarını bir kez daha gördük.

Ve anladık ki varlığın mertebelerini kendinde cem eden kâmil insanın nefesini çekmeden medeniyetin yapı taşları döşenemiyor.

Gerçeği kendi tekelindeymiş sanan her tür cemaatin soğuk nefesle aşk ve irfan medeniyeti asla diriltemediğini bir kez daha kayda geçirdik.

.

Leyla İpekçi, Yeni Şafak -29 Kasım 2016, Salı-

:

Yazıda, kolay okutma amacıyla bazı paragraf açmalar ve siyahlaştırmalar ile ara başlıklar bize aittir

.

dikGAZETE.com

...