- 10-12-2025 09:01
- 491
DÂRÜTTIBÂATİ’S-SULTÂNİYYE
OSMANLI’DA İLK YAYIN EVİ
Osmanlı kültür hayatında yüzyıllar boyunca kitaplar, hattatların sabırlı ellerinde çoğaltıldı; her harf bir dua, her satır bir sabır işiydi. Ancak 18. yüzyılda bu köklü geleneğe yeni bir kapı açıldı. Katolik bir ailede doğan İbrâhim Müteferrika, 1674 yılında günümüzde Romanya sınırları içinde yer alan Kaloşvar’da dünyaya geldi. Aslen Macar soylusu olan Müteferrika, Protestanlığın bir kolu olan Üniteryen mezhebine mensuptu. Teslis inancını yani ‘Üçleme’yi reddederek, tevhidi savunduğu için baskı gördü ve Osmanlı’ya sığındı. O dönemde Osmanlı’nın baş rakibi Habsburg Hanedanı’nın işgali altında bulunan Macar topraklarında özgürlükçü bir akım olarak gelişen milliyetçilik, Müteferrika’nın Osmanlı’ya yönelişinde etkili oldu. İstanbul’a geldikten sonra İslamiyet’i kabul ederek ‘mühtedi’ oldu ve sarayda müteferrikalık görevine başladı.

“Müteferrika” unvanı, Osmanlı sarayında padişah veya vezirlerin işlerini yürüten görevlilere verilen bir sıfattı. Çok dilli bir entelektüel olan Müteferrika, Osmanlı’nın yabancı devletlerle yürüttüğü diplomatik heyetlerde görev aldı. Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden Müteferrika, Macaristan’da aldığı eğitim sayesinde matbaa teknikleri ve hat sanatına dair bilgi edinmişti. Bu birikim, Osmanlı topraklarında matbaa kurma hayalini besledi.

Bu hayal, Sultan III. Ahmed’in fermanı ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin verdiği fetva ile 1727 yılının Temmuz başlarında gerçeğe dönüştü. Müteferrika, İstanbul’un Yavuz Sultan Selim semtindeki evinde matbaasını kurdu. İlk basılan eser, 31 Ocak 1729’da (Gurre-i Receb 1141) yayımlanan Vankulu Lugatı oldu. Halk arasında “basmahâne” olarak anılan bu matbaa, resmî kayıtlarda Dârüttıbâati’s-Sultâniyye adıyla yer aldı.
Lale Devri’nin yenilikçi atmosferinde gelişen bu girişim, Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Paris sefareti sırasında matbaayı tanıyan oğlu Said Efendi’nin katkılarıyla olgunlaştı. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın desteği ve Şeyhülislâm Abdullah Efendi’nin fetvasıyla 16 Aralık 1727’de Osmanlı’da ilk Türkçe matbaa açıldı. Matbaanın makineleri ve Latin alfabesi kalıpları, yurt dışından temin edilirken, Arap harfleri için kullanılan kalıpların Müteferrika tarafından hazırlanmış olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca Yalova’da Kağıthane-i Yalakabad adıyla bir kâğıt fabrikası da kuruldu.

1729’da basılan Vankulu Lugatı’nın ardından tarih, coğrafya ve sözlük alanlarında toplam 17 eser, 22 cilt halinde özenle yayımlandı. Bu eserler arasında Marmara Denizi’nin haritası, Katip Çelebi’nin ‘Cihannüma’sı, ‘Tarih-i Hind-i Garbi’ ve ‘Tarih-i Naima’ gibi önemli çalışmalar da yer aldı. Müteferrika, bastığı eserleri Latince kataloglarla Avrupa’ya da tanıtarak Osmanlı ilim dünyasını Batı’ya açtı.
Müteferrika, Sultan III. Ahmed’e sunduğu raporda matbaanın faydalarını şu sözlerle dile getirmiştir:
“Birçok mühim kitabın teksiri, avam ve havas için faydalıdır. Kitapların okunaklı ve doğru olması talebeler için kolaylık sağlar. Kitapların ucuzlaması ve yayılması, ilmin geniş kitlelere ulaşmasına vesile olur. Avrupa’nın yanlış ve estetikten yoksun baskılarına karşı, Osmanlı’nın doğru ve güzel eserler basması gerekir.”
Bu satırlar, onun matbaayı yalnızca teknik bir yenilik olarak değil, bilginin yaygınlaştırılması ve Osmanlı’nın kültürel üstünlüğünü koruması için bir araç olarak gördüğünü ortaya koyar.

Aydın kimliği, matbaacılıkla sınırlı olmayan Müteferrika, 1731’de Sultan I. Mahmud’a sunduğu takrirde Hollanda’yı örnek göstererek demokrasiyi savunmuş, yönetimin akıl ile olması gerektiğini vurgulamıştır. Bilime ve coğrafyaya dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiş, Batı’nın geldiği noktayı göstererek reform çağrısı yapmıştır. Harita basımıyla uğraşmış, Risale-i İslâmiyye adlı eserini yayımlamış ve “Nizam-ı Cedid” kavramını ilk defa kullanmıştır.
Her ne kadar dini eserlerin basımı yasaklanmış, hattatların işsiz kalma endişesi ve düşük okuryazarlık oranı, matbaanın etkisini sınırlamış olsa da Müteferrika’nın girişimi, Osmanlı modernleşmesinin en önemli adımlarından biri olarak kabul edilmiştir. Bugün onun bastığı kitaplar müzelerde sergilenmekte, Kapalıçarşı yakınındaki heykeli ve Yalova’daki Kâğıt Müzesi bu mirası yaşatmaktadır.
1745’te İstanbul’da vefat eden İbrâhim Müteferrika, Osmanlı’da bilginin ve kültürün yeni bir yolculuğunu başlatan kişi olarak tarihe geçti. Onun adı, harflerin kalemden preslere taşındığı, bilginin sınırlı ellerden halka yayıldığı bir çağın simgesidir.
Müteferrika’nın matbaası, yalnızca mürekkep ve kâğıdın buluştuğu bir mekân değildi; aynı zamanda düşüncenin zincirlerini kıran, ilmi çoğaltan ve geleceğe taşıyan bir köprüydü. Her basılan sayfa, Osmanlı’nın modernleşme yolunda atılmış bir adım; her cilt, bilginin halkla buluştuğu bir umut ışığıydı. Bugün onun mirası, tarihin raflarında değil, bilginin özgürce dolaştığı her yerde yaşamaya devam ediyor.
.
Hülya Ayhan, dikGAZETE.com