- 15-12-2025 08:55
- 687
NECMEDDİN BİLAL ERDOĞAN
ZÜRİH, İsviçre
Her geçen gün “Erdoğan sonrası” dönem için adı daha sık gündeme gelen Bilal bey’i, babasından bağımsız bir siyasi aktör olarak değerlendirelim.
Kendisi tanınan bir kişilik ve O’nu objektif kriterler çerçevesinde değerlendirecek çokça veri var elimizde.
Konumuz “Cumhurbaşkanı’nın mahdumu Bilal” değil bu yazıda. Ülkeyi yönetmeye namzet siyasetçi; Sn. Bilal Erdoğan.
İnternet taramasında Bilal bey’in özgeçmişine dair şu bilgilere ulaşabildim:
23 Nisan 1981 yılında İstanbul’da doğmuş. 1999’da Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni bitirip, 2003 yılında ABD’nin Boston eyaletindeki Harvard Üniversitesi’ne devam etmiş. Aynı üniversite bünyesinde kamu yönetimi alanında yüksek lisansı var Bilal bey’in (Harvard üniversitesine kabulünde MOSSAD bağlantılı bazı isimlerin referans olduğu yönünde kamuoyu tartışmaları olsa da bunu doğrulayan resmi bir açıklama yok).
Öğrenciliği sırasında Dünya Bankası’nda staj yapan Bilal bey, doktora çalışmaları için İtalya’yı tercih etmiş. Ancak kayıtlarda doktoranın tamamlanıp tamamlanamadığına dair bir bilgi yok.
2013 yılında kurduğu “denizcilik ve inşaat” şirketiyle Bilal bey, 32 yaşında profesyonel iş hayatına başlıyor (“gemicik” tartışmalarından hatırlayacaksınız).
Aynı zamanda sivil toplum çalışmalarında da görünüyor Bilal bey o yıllarda. TÜRGEV, İnsan ve İrfan Vakfı, Türkiye Gençlik Vakfı gibi kurumlarda yönetici ve mütevelli olarak görev alıyor.
Daha sonraki yıllarda atçılık, okçuluk gibi faaliyetlerde bulunan kurumlara da öncülük ediyor.
Bilal Erdoğan, evli ve iki çocuk babası.
Bu kısa özgeçmişe baktığımızda gerek eğitimi gerek tecrübesi ve aldığı sorumluluklar çerçevesinde Bilal bey, siyaset için “neden olmasın” denilebilecek bir isim gibi.
Ancak son yıllarda aynelyakin müşahede edildiği üzere eğitim hatta diploma ortalama seçmen için “çok da önemli” değil.
Haydi tecrübe ve sorumluluklara bakalım; toplumda bunun saygı uyandıranı “tırnaklarıyla kazıya kazıya” bir yere gelmiş olmak. Bir noktaya gelmek; “getirilmek” değil yani. İkisi çok farklı.
Asıl önemlisi de bizde seçmen, kafaya bakar; “muhakeme yapıyor mu, kafa nasıl çalışıyor, iş tutma şekli nasıl, vizyoner mi!..” Kısaca; “akıllı” mı yani!
Tabii ki Bilal bey, akıllıdır bence…
Fakat seçmen bu; meydanda durduğu gibi durmuyor ki! Bakıyor!
Akıllı da; ne kadar akıllı?
Akıllı da; tek kendine mi akıllı, yoksa bana da akıllı mı?
Sayın Bilal Erdoğan’ın, özellikle son bir yılda “siyasete ısınma temrinleri” diyebileceğimiz gayret ve beyanları, konuyu biraz daha detaylandırmayı icbar ediyor.
Kendileri bildiğim kadarıyla iki büyük Filistin’e destek eylemine öncülük etti. (Evet Galata Köprüsü üzerinde). Özellikle sağ siyasetçi için olmazsa olmaz ve kazandıran bir alan “Filistin konusu”…
Yine aynı zaman diliminde yani son bir yılda, medyaya yansıyan üç tartışmalı açıklaması var Bilal bey’in.
Son açıklamadan başlayalım; dündü, şöyle diyor:
“Cumhurbaşkanı'mızın kıymeti anlaşılacak elbette ama geç anlaşılmasaydı daha iyi olurdu. Şu 23 yılın ortalarında bir yerde bile Cumhurbaşkanı'mızın arkasında daha güçlü dursaydık, bugün biz çok daha güçlü olurduk. Biz Cumhurbaşkanı'mızı biraz daha güçlü kılsaydık şu İsrail, şu soykırımı yapamazdı. Ama biz adeta bu içimizdeki fitnelerle, bu içimizdeki kaypaklarla, bu içimizdeki hainlere verdiğimiz primlerle Cumhurbaşkanı'mızın gücünü, enerjisini azalttık. Bu ülkenin yurt dışındaki gücünü, enerjisini azalttık. Çok daha güçlü olabilirdik. Olacağız inşallah. Ama geç olmadan şu birliğimizi bir temin etmemiz lazım. Ondan sonra da ufkumuz, vizyonumuz.”
Bilal bey, kusura bakmayınız ama siz hangi gezegende yaşıyorsunuz? Olayı hiç anlamamışsınız siz! Efendim! Zatı alinizin ifadesiyle “Sayın Cumhurbaşkanımız” cumhuriyet tarihinin en güçlü kişisi, dünya lideri değil mi? Bunu hep söyleyegeldiniz, şimdi ne demek “güçsüz bıraktık, enerjisini emdik”?
Bu çelişkiyi halka izah etmeniz mümkün değil; bence bu ifadelerinizi düzeltin yoksa millet, teneke bağlar! Bir de işi Gazze’ye bağlamak ha! Pehh yani efendim, halk arasında ne deniyordu “kedi olmadan fare tutmak” mı?
Bilal bey yine geçenlerde “doksanlar siyaseti”nden bir esinti yarattınız. TÜSİAD’a falan sataşmalar, ne o öyle? Seçmen anında görür “la bu doksanların kafasını yaşıyor” der.
Asıl beyin yakan açıklamanız daha önceydi en sona bıraktım. “Kardeşim, ben Batı’nın her dediğini yapmak zorunda mıyım? Ceket kravat istemiyorum. Şalvar giymek istiyorum” minvalinde şeyler söylemiştiniz.
Bakın Bilal bey! Anlıyorum sizi; bu millette “batı karşıtlığı”nın bir karşılığı var, haklısınız! Ancak kaçırdığınız yer şurası; aynı millet batı karşıtlığını “şekil şemal” üzerinden retoriklendirmeyi yemez artık. Bu 60’lı yıllar muhafazakârlığı. Batı’da burka dahil cübbe, sarık, şalvar görebilirsiniz. Kimsenin giyim kuşamla derdi yok. Giymek isterseniz siz de giyersiniz. Kaldı ki, “mirası üzerinde” siyaset yapmak istediğiniz AKP dönemi “şeklen” ve kitlesel olarak Batı’ya en çok benzediğimiz dönem oldu. Başörtüsünün modası bile Milano’da belirleniyor artık.
Yani görünen o ki, Bilal bey; dünya yapay zekaya teslim olmayı tartışırken; bu şekli ve arkaik önermelerle siyasette şansınız yok. Yol yakınken dönünüz! Sizden olmaz yani…
***
“UTANMAZ” KADIN ÖZLEM ZENGİN…

Son yıllarda çokça eksilmiş olsa da bu topraklarda müeddep insanların çoğunluk olduğu yıllara yetiştim ben!
Kentlisinin medeni, köylüsünün edepli olduğu yıllar, uzak geçmişimiz değil!
Şundan 25-30 sene geriye gittiğimizde, siyasi liderlerin büyük bir nezaketle, kıvrak zekalarının verdiği özgüvenle, höykürmeden televizyonlarda, Meclis kürsüsünde tartıştıklarını hatırlıyoruz. Yakın geçmişin video kayıtlarında görüyorsunuz.
Ayıp diye bir şey vardı o yıllarda. Utanmak, toplumsal ilişkilerde kendiliğinden varolan normdu.
Toplumun erdem bildiği değerlerin hilafına rollenip, “utanmıyorum” diyen bir bayağılığı ömrüm boyunca görmemiştim düne kadar.
Genç yaştaki çocuğunu “iş kazası”nda kaybetmiş bir anneyi teselli etmek için ona “senin oğlun helal yoldan ekmeğini kazanırken Rabbimiz onu yanına aldı. Çok şükür oğlun utanılacak bir yolda gitmedi. Gurur duy, şükret” denildiğine şahit olmuştum bir keresinde.
Düşünsenize; beklenmedik ani bir ölüme teselli olacak kadar güçlü bir duygu; utanmak!
AKP’li Özlem Zengin, önceki gün “bu ülkede kamuda işe girmeye hak kazanmış binlerce genç varken, yandaşlarınızı torpille sınavsız işe almaya utanmıyor musunuz?” diyen siyasi muarızına şu cevabı verdi; “utanmıyoruz, gurur duyuyoruz”
Uşak’ta gözaltındaki kadınlara çıplak arama yapılırken “yok öyle bir şey” dediğinde de utanmamıştı,
Meclis’in kürsüsünde Saadet Partili hatibi “dilleye dilleye” ölüme yollarken de,
AKP gurubunun milletvekillerini ahıra sürercesine “kış kışlarken” de,
İsrail’e akıttığımız Azeri gazından “litresine 1 dolar alıyoruz” derken de,
Meclis’in beyefendi üyelerinden Sn Ömer Faruk Gergerlioğlu’na “beni taciz ediyor” dediğinde de,
Savcı atanan yeğenini gözümüze sokarken de,
utanmamıştı Özlem Zengin! Ve dün de bu tercihini kayıtlara geçirtti. Utanmadığını bizzat ikrar etti.
Ben en çok kadının utanmaz olanından korkarım biliyor musunuz? Başka bir bağlamda konuşulan “kadının beyanı esastır”a hep bu yüzden karşı çıktım. Durduğun yerde gelse çığlık atsa, “bu adam mememi sıktı” dese ne yapacaksın?
Rabbim, özlemgillerin şerlerinden de iftiralarından da beri kılsın!
Yüzyıllar önce ne demiş Saint Augustinus; “Utanmamak kadar utanç verici bir şey yoktur”
Ötesi var mı?
.
Güven Akıncı, dikGAZETE.com