- 18-11-2022 08:03
- 5211
OSMANLI AİLE YAPISI VE NİKAH
Bugünkü konumuz “aile” olacaktır. Aile hiç şüphesiz bir toplumun en temel birimidir ve çok eski bir ‘yapı’dır. Ailenin ve evlilik bağının bir şekilde olmadığı bir toplum tipi yoktur. Her toplumda belirli bir “ensest” yasağı vardır; değişebilir kendince, meselâ, baba tarafıyla yakın akraba evliliği olur da ana tarafıyla olmaz gibi şeyler olabilir.
Tabii bir diğer unsur da evlilik ve aile kurumunun çok daha muhafazakâr bir yapıya hitap etmesidir. Bunlar değişmeyen, belirli öğeleri içinde barındıran muhafazakâr kurumlardır. Bu açıdan, bugünkü dünyada çeşitli Avrupa ülkelerinde görülen nikahsız “birlikte yaşama” modeli, bazılarının sandığı gibi bir “ileri aşama” değildir; burada çok büyük problemler doğar. Çünkü, beraberliğin tescili demek olan “evlilik”, kişilere, eşlere belirli haklar getirmektedir; bu olmadığı takdirde bu haklarda bazı ihlaller, “haksızlıklar” söz konusudur. Onun için, evlilik, bir hukukî bağdır ve evlilik olmayan beraberlikler bir ölçüde “hukukilik kazansa” bile bunların aileyle ilgisi yoktur.
Bunlar, bazılarınızın zannettiği gibi liberal formlar, “daha gelişmiş formlar” değildir. Bu çok önemlidir, bunun veraset konusunda dahi birtakım problemler yarattığı bellidir. Ama bunlar kaçınılmaz olarak bir şeyi göstermektedir; evlilik, insanların ekonomik, iktisadî ve hukukî yanlarını teminat altına alan bir müessesedir.
Bu bakımdan toplumun temel kuralıdır.
Hiç şüphesiz ki, Türk-Osmanlı toplumunda da “aile” bütün toplumlarla aynı mahiyettir.
Osmanlı Ailesi:
Onun için biz, “Osmanlı ailesi” diye bir mefhumdan söz edebiliyoruz. Böyle bir kavramı, böyle bir terimi kullanabilme hakkımız doğuyor. Bu çok önemli bir noktadır. Bu ailelerin kuruluşunda benzer örnekler vardır, benzer ananeler hâkimdir.
Kadınla erkeğin Osmanlı Devlet yapısında evlilik öncesi beraber bulunması diye bir kural geçerli değildir.
Batı toplumlarında biz çok iyi biliyoruz, ‘Orta Çağ’da bile kadınla erkeğin daha evvel, evlilikten önce serbest birleşmesi söz konusudur. Hatta bunların bir müddet beraber olup, birbirlerini tanımaları, bilahare evlenmeleri bazı İskandinav toplumlarında ananedendir, Danimarka’da olduğu gibi. Böyle bir şeyin Osmanlı İmparatorluğu’nda hemen hemen hiçbir dinî ya da etnik sosyal grup için mevzubahis olmadığı açıktır.
Osmanlı’da Nikah:
Osmanlı’da ‘harem’e ilişkin söylenecek sözlerden birisi de “nikah”dır.
Osmanlı’da ailenin temelini nikâh akti oluşturmaktadır. Çünkü erkek ve kadının ailede üstlenmesi gereken karılık-kocalık, annelik-babalık gibi rollerinin toplum tarafından kabulü nikâh aktine bağlıdır. Bu sebeple; nikâh sadece dini değil, sosyal bir olgu olarak da önemlidir.
İslam hukukunda evlenme akdi, dini bir akit değildir. Aksine iki şahit huzurunda tarafların irade beyanları ile diğer şartlar gerçekleşince vücut bulan medeni bir akit olduğu söylenebilir.
Nikah akdinde din adamlarının bulunuşu ve dua okunması, meşruiyete aynı zamanda “dini bir akit vasfı” kazandırmaktadır.
Osmanlı toplumunda evlilik akitleri 16. Yüzyıla kadar iki şahit önünde yapılmış, ancak Şeyhülislam Ebu’s-suud Efendi’nin fetvası ile devlet, bu işe müdahale etmiş, “izinname” usulü getirilerek, gerçekleşen nikah, resmi kayda da bağlanmıştır.
Osmanlı’da nikâh kadılar, vekilleri ya da mahalle imamları tarafından kıyılmaktadır. Asıl nikâh kıyımından “kadı” sorumludur.
Kadı dışında nikâh kıyan kimseler, kadıdan bu iş için “izinname” getirmek zorundadırlar.
Devletin aynı zamanda mahalledeki resmi temsilcisi olan mahalle imamları; bu iş için tuttukları kayıt defterlerine, nikâhı kıyılanların ve şahitlerin ismi ile ‘Mehir’ miktarını yazmak zorunda idi.
Nikâh akdi sebebiyle erkek tarafından bizzat kadına verilen ve kadın için “ekonomik güvence” özelliği taşıyan “para ve mal’a” İslam toplumunda “mehir” adı verilir. Mehir, Osmanlı ailesinde kadının statüsüne ekonomik bakımdan güç katma, boşanmasını önleme veya kadınlar için bir çeşit “sigorta” fonksiyonunu özelliğini üstlenmektedir. Mehirin nikâh akti sırasında peşinen ödenen kısmına “Mehr-i mu’accel”, ileride ödenmesi için söz verilen kısmına ise “Mehr-i müeccel” denir. Mehir, nakit “para” olarak verildiği gibi, belli bir “eşya” olarak da ödenmektedir.
Osmanlı’da Doğum:
Osmanlı Devleti’nde Padişahın cariyelerinden biri çocuk doğurduğu zaman statüsü değişir, padişah hanımları arasında derecesi yükselirdi. Doğan çocuk erkekse “şehzade annesi” olarak yeni bir kimlik kazanırdı. Çocuk doğar doğmaz ona dışarıdan, iyi bir aileden, genç ve bebekli bir kadın sütanne olarak atanır ve anneye destek olarak çocuğu emzirirdi. Böylece veliaht annesi “Haseki” ismini alarak, “sultanın ilk kadını” sıfatıyla Valide Sultan’dan sonra en güçlü otoriteye sahip kişi olurdu.
Haremde padişahın “garısıdan” doğacak çocuklar için yapılacak hazırlıklarla Valide Sultan ilgilenirdi. Padişah sadece çocuklarının doğumuna gelirdi.
Bebek ve anne için gerekli olan tüm takımlar, giysiler ve mücevherler tespit edilir, bu işle hazine kethüdası görevlendirilirdi. Hizmetleri gören kethüda, yaptığı masrafları “masraf defterleri”yle birlikte hareme teslim ederdi.
Haremdeki büyük odalardan biri doğum için hazırlanır, doğum yaptıracak ebeyle ona destek olacak cariyeler, önceden belirlenirdi.
Doğum sahneleri minyatürlere dahi konu olmuştur.
Doğum yapan anneye padişah tarafından yeni kıyafetler ve mücevherler ihsan edilir, ayrıca rütbesi yükseltilirdi. Gerçekleşen doğum, ülkenin her tarafında fermanlar gönderilerek mahkeme sicillerine kaydolurdu.
Toplar atılır, şenlikler düzenlenir, doğum tüm yurtta kutlanırdı. Şenlikler, atılan topların sayısı, doğan çocuğun cinsiyetine göre veya kaçıncı çocuk olduğuna uygun olarak değişirdi.
Sonuç olarak değerlendirilecek olursa; Müslüman Osmanlı ailesinin “çok eşli” bir düzene dayandığı yaygın bir düşüncedir, fakat bu algı yanlıştır. Osmanlı toplumunda ‘poligami’ hoş karşılanmaz.
Gelir grupları ve toplumsal konumları yakın eşlerin kurduğu yuvada “kuma getirilmesi” pek mümkün değildir. Çok eşlilik, saygıyla karşılanan bir uygulama değildir.
Ailenin oluşum sürecinde nikâh müessesesi, ister erkek ister kadın olsun her iki tarafa da “belirli statüler” kazandırmış ve bu statüler gereği de belirli “roller ve sorumluluklar” yüklemiştir.
Burada önemli olan sanayi toplumu olmayan ve İslâmî değerlerin sosyal yaşantıda ağırlığını hissettirdiği 20. Yüzyılın başındaki Osmanlı toplumu ve ailesinde kadınlar “eve hapsolmamış”; aksine toplumsal hayata katılabilmişlerdir. Ama bundan önce de sözünü ettiğimiz gibi Türk-Osmanlı Aile yapısının en önemli özelliği olan sahip çıkma güdüsü kendini burada da göstermektedir.