- 23-07-2020 04:28
- 2520
Bu yazımızda Battâl Gâzî ve onun gerçek mezarından söz edeceğim.
Onun mezarından ilk defa söz eden, YBÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Fatih Erkoçoğlu, henüz doçent iken Hamideli Tarih 01, 2013 adlı yayında, “Hamideli Tarihî Coğrafyası ve Battâl Gâzî’nin Hayatına Dair Bazı Notlar” adlı bir makale yazmıştı. Sn. Erkoçoğlu, bu makalesinde özetle şu hususlara değiniyordu:
“İlki 2011 yılında olmak üzere Ramazan Topraklı Bey'in davetiyle Miryokefalon Savaşı Kutlamaları için daha önce gitmediğim Isparta'nın birçok ilçesini gezme imkânı buldum ve özellikle de Ramazan Bey'in bu savaşın Gelendost ilçesine yakın bir yerde olabileceği tezi hakkında bir kısım fikirleri bu gezi ortamında duymuştum. Uzmanlık alanım içerisinde bulunmayan bu konular hakkında o gün sadece dinlemeyi tercih etmiştim. Bir kısım hocalarımız da fikirlerini beyan etmiş, Ramazan Bey de kendi tezini savunmuştu.
Genel itibariyle bakıldığında yeryüzü şekillerindeki değişimin, tarihî mekânlara etki ettiği üzerinde durularak, burada, arada bir nehir bağlantısının varlığı ile iki ayrı gölün olduğu, bu bağlantı yerinde de bir köprünün varlığına dikkat çekilmektedir.
Zaman içerisinde suyun yükselmesi ile -ki depremler nedeniyle bazı kaynak ve suyolları kapanabildiği gibi yeni suyolları da açılabilmektedir- bu iki gölün birleşerek tek göle dönüştüğü ve aradaki köprünün suların altında kaldığı belirtilmektedir.
Ve bu güzergâhın sadece Miryokefalon Savaşı için değil, aynı zamanda geçiş yolu olması hasebiyle de orduların geçiş güzergâhında bulunduğu belirtilmektedir.
Hamideli coğrafyasında ikinci gezimiz 14, 15 Eylül 2013 tarihlerinde oldu. Bu geziye katılmadan önce Ramazan Bey'in tespit ettiği bazı metinlerin okunmasında yardımcı olmaya çalışmıştım.
Birlikte sadece Arapça değil, Osmanlıca metinleri de okuyorduk. Osmanlıca metinlerin birinde ‘Ebân’ ismi zikredilmişti. Ben Ramazan Bey'e bu Hz. Osman'ın oğlunun adı olan ‘Ebân’ gibi okunuyor. Ama bu metinler Osmanlıca ve Türkler arasında Ebân isminin pek yaygın olmadığını ifade etmiştim.
Ramazan Bey de bunun üzerine "bizde Abdurrahman'a kısaltarak Abban derler" demişti.
Tabi bu durum özellikle akademik çalışmalarda, hem okuma yanlışlarının önüne geçilmesinde hem de bu tarz yerel kısaltmaların tespitinde bölge insanı ile yardımlaşmanın zarureti ortaya çıkmaktadır.
Yine özellikle tarih çalışmalarında coğrafya kitaplarının farklı bir yeri vardır.
Tarihi olaylar coğrafi bir mekânda geçmektedir. Mekânın tespiti, olayların değerlendirmesini kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle İslâm tarihi üzerinde çalışanların çoğunlukla başvurdukları kaynaklar içerisinde coğrafya kitapları da yer almaktadır.
Ya’kûbî’nin (284/ 897) Kitâbu’l-Büldân, İbnü’l-Fakih el-Hemedânî’nin (289/ 902) Muhtasaru Kitâbi’l-Büldân, İbn Hordazbih’in (300/ 912) el-Mesâlik ve’l-Memâlik, İstahrî’nin (346/ 957) Mesâliku’l-Memâlik, İbn Havkal’ın (350/ 961) Kitâbu Sûreti’l-Arz, Makdisî’nin (375/ 985) Ahsenü’t-Tekâsîm fî Ma’rifeti’l-Ekâlîm, el-Bekrî’nin (487/ 1094) Mu’cem mâ’sta’cem min Esmâi’l-Bilâd ve’l-Mevâd, el-İdrîsî’nin (560/ 1165) Kitâbu Nüzheti’l-Müştâk fî İhtirâkî’l-Âfâk, el-Himyerî’nin (727/ 1327) Kitâbu’r-Ravzi’l-Mi’târ fî Haberi’l-Aktâr isimli eserleri oldukça mühim kaynaklardır. (İbn Hurdazbih’in) kendisine "İslâm coğrafyacılarının babası" unvanını kazandıran en önemli çalışması olan Kitâbü'l-Mesâlik ve'l-Memâlik isimli eseridir. (…)
Müellif kitabını 232/846-847 yılı civarında yazmış, daha sonra özetleyerek 272/885-886'dan önce tekrar kaleme almıştır.
Eserin bizi ilgilendiren Anadolu ile ilgili kısımları önemlidir. el-Mesâlik ve'l-Memâlik'te özellikle Anadolu içlerinden geçen yolların hangi güzergâhtan geçtiklerini ve mesafelerini gösteren kayıtlar bulunmaktadır.
Tabî bu kayıtların 1100 küsur sene kadar önceki şehir, kale ya da mekân isimleri olarak yer aldığını burada ifade etmek isteriz. (…)
Bu yol güzergâhlarında yer alan mekân isimleri Ramazan Topraklı, Sütkuyusu Baskını ve Ammûriye isimli kitabında ele aldığı için burada zikretmek istemiyoruz.
Biz burada Ebû'l-Fidâ (ö. 732/ 1331-32) ile tarihçi ve coğrafyacı İbn Sa'îd el-Mağribî'nin (ö. 685/1286) kitaplarında zikredilen özellikle Hamidoğulları’nın tarihî coğrafyasına dair bir kısım bilgiyi aktarmak istiyoruz.
İbn Saîd (özetle) şöyle diyor: "Selçuklular döneminde Rûm ülkesini fetheden Türklerin neslinden olan Türkmenler büyük bir halktır. (…) Onların sahilinde Makarı John denilen John sahili, seyyahlar nezdinde meşhurdur. (…) Üzerinde bir köprü bulunan derin el-Battâl nehri buraya dökülmektedir. Burası Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında sınırdır. el-Battâl ise Emevîler zamanında Rumlara karşı birçok savaşta bulunan bir kimse idi. İsmi kitaplarında zikredilmektedir ve kabri de ordadır (Hamideli’ndedir)."
Fatih Bey, Pol Vittek’in Mekri (Fethiye) okuduğu ismi Makar (merkez, ordugâh) okumakla büyük bir devrim yaptı.
‘Makar’ı John, imparator John Komnen’in 1142 yılında ordugâh kurduğu Eğirdir Can-Ada’dır.
Onun Teofanes’ten nakline göre Battâl, 740 yılında Afyonkarahisar civarında 13 bin 200 askeriyle beraber şehit düşmüş, 6 bin 800 gâzi ise Battâl’ın emriyle Şuhut-Sennade kalesine çekilmişti.
Şuhut ile Kemer Boğazı arasındaki yol, Uzunpınar köyü ve Türbe Dağı önünden geçiyordu ve Miryokefalon Savaşı’ndan üç yıl evvel, 1173’de, “İznik, Eskişehir, Ammûriye (Uluborlu)” şeklinde seyahat eden Herevî, “ülkenin hududunda ve bir tepenin tepesinde Battâl’ın mezarı var” diyordu.
Fransızca metni çeviren Yusuf Kurtoğlu’na, hududun hangi tarafında olduğunu sordum.
“Rum tarafında olması lâzım” dedi.
Bir önceki yazıda Kemer Boğazı’nın bir adının Malatyalı (Meltinis), yani Battâl Gâzî, nehrin doğusundaki ovanın da Hüseyin, yani Battâl Gâzî ovası olduğunu belirttik.
Isparta, Uluborlu ve Eğirdir’e ait mahallî tarihlerde Battâl Gâzî’nin, Eğirdir ve Uluborlu kalelerini fethettiğine dair birçok malumat var.
Amorion’un Uluborlu olduğunu bilmek, İbn Hordazbih ve İdrîsî’nin vermiş olduğu Roma yollarını araziye tatbik etmiş olmak da bizi, mezarı bulma konusunda teşvik ediyordu.
Böylece Battâl’ın mezarını aramaya karar verdik.
Mezar, Hamideli’nde, Afyonkarahisar civarında, yol kenarında, hudutta ve bir tepenin üzerindeydi.
Eskişehir’den Uluborlu’ya, Afyon-Şuhut-Bozdurmuşbeli ve Bolvadin-Çay-Bozdurmuşbeli şeklinde iki yol vardı ve bu iki yol, Şuhut-Oyniğan köyünde birleşerek Bozdurmuşbeli üzerinden Kemer Boğazı ve Uluborlu’ya gidiyordu.
Hudut ise Hoyran ovasının kuzeyindeki Sultandağları sırtlarıydı.
Öncelikle eski ve 25 bin ölçekli haritalar üzerinde tarihî yol yakını ve tepe üzerindeki mezarları tespit ettik.
Bize rehberlik edecek Bekir Çevik ve bazı kişiler bulduk.
Üç-dört ay gibi Fatih Bey’i bekledik, ancak onun gelemeyeceği anlaşılınca haritacı ve fotoğrafçı Medeni Altın ve Hamideli Derneği üyesi, GÜ tarih bölümü mezunu, yüksek lisans öğrencisi Serhat Altınkaynak ile 14 Mayıs 2014 Çarşamba günü sabah Saat 06.00’da yola çıktık.
Karamıkkaracaören (Attaliyates’de Hades ve Polemon; İdrîsî’de Belumin) ve Devederesi köylerinde incelemeler yaparak, Göcen köyüne geldik.
Göcen, ünlü İnce Mehmet’in köyü, oğlu İnce Ramazan ve kızı yenilerde ölmüş.
Bu köyde duvar ören üç kişiye rastladık ve “tepe üzerinde bir mezar veya türbe aradığımızı” söyledik.
İçlerinden Geneli (Çayıryazı) köyünden olduğunu ifade eden Süleyman Akyol (1979), iki bin metre uzaktan Göcen köyünün güney doğusunda; “Hüseyin Dede” adlı bir türbeyi işaret etti ve birlikte Hüseyin Dede Türbesine kadar gittik.
Türbe, Geneli köyünün eski yerleşim yeri olan bir höyüğün üzerindeydi ve Battal Gâzî’nin gerçek mezarı olmalıydı. Ancak haritada, “Türbe Dağı” yazan dağa halkın Köreke Dağı diyor olması bizde bir istifham bıraktı.
Resimler çekip ve türbe hakkında malumat toplayarak Ankara’ya döndük.
İlk işim, Kopraman Hoca’yı ziyaretle bilgilerimi paylaşmak oldu ve Türbe Dağı için halkın Köreke Dağı dediğini, üzülerek Türbe Dağı yazısının bir haritacı hatası olabileceğini söyledim.
Hoca bana ‘Köreke’nin anlamını sordu ki, bilmiyordum.
“Ramazan Bey, kör mezar, eke büyük, Köreke ise büyük mezar demektir” deyince, kendi kendime elbette Battâl Gâzî gibi birinin mezarı, büyük olacaktır diye sevindim.
Bu defa kendim tekrar Geneli ve Uzunpınar köyleri ile türbeyi ziyaret ettim, yeni bilgiler topladım.
Türbe, eskiden köyün içinde, üzeri toprak dam, kapısı ağaçtan basit bir kapıymış. Bundan belki yüz sene önce, benim yaşlarımda bir arkadaşın babası, çocuk iken türbe yanında oyun oynarken, türbenin kapısını biraz hızlı çarpınca, “kapıyı çarpma len” diye bir ses işitmiş ve korkmuş.
Yine Göcen köyünde bir çoban, Hüseyin Dede’nin mezarından çıkan bir ışığın, Köreke Dağı’nın eteğindeki “büyük mezar”a girdiğini görmüş ve “büyük mezarda yatan zat, Hüseyin Dede’den daha büyük biri olsa gerek” demiş.
Hüseyin Dede Türbesi’nin çevre duvarlarını yaptıran Petrolcü Ömer amca da bize türbeye 300 m kadar uzakta ve dağın eteğinde bir “büyük mezar”dan söz etmişti.
Hüseyin Dede’nin mezarı 1.00x3.00 iken, büyük mezar, 4.00x11.30 metre ebadında, Pınarbaşı ve bir arşiv belgesine göre “Ziyaret Pınarı” denilen yerdeydi.
1900’lerde yapılmış haritayı tekrar incelediğimde büyük mezarın üzerindeki tepenin “Görege”, yani Köreke olduğunu fark ettim.
Harita güncellenirken Köreke adı Görege okunmuş olmalıydı (bk. Haritalar ve resimler).
Bilâhare büyük mezarın 1279 yılı 30 Mayıs günü Pınarbaşı’nda şehit edilen Sultan Alâeddin Siyavuş’a ait olduğunu görecektim.
11 Eylül 2015 Cuma günü Geneli’yi ziyaretimizde Yusuf Kurtoğlu’nun sorusu üzerine, Siyavuş’un Sultan, Battâl’ın ise kumandan olduğunu söylediğimde; Yusuf Bey, “elbette rütbece, sultan kumandandan büyüktür” diye, çobana hak vermişti.
Seyitgazi’deki türbe, Herevî’den 35 yıl sonra 1208’de Sultan Gıyasettin’in anasının bir düşü üzerine yapılmış.
Seyitgazi’deki eski kent, “Dorileon 38 Mideon 29 Tricomia 21 Pessinus” (Remsi, 1960: 263) şeklindeki Pötinger Tablosuna göre Mideon olup, kanaatimce buradaki mezar Midas’a aitti.
Fatih Bey’e göre, “Sultan Gıyasettin’in iradesi öne çıkmış ve Battâl Gâzî’nin Geneli köyündeki mezarı zamanla unutulmuştu.”
Halk, höyüğün önünden geçen yola “döşeme” diyor ki, bu, tarihî yola işaret eder. İslâm gazileri Geneli’deki savaş alanından Sennade’ye çekilirken, Battâl’ın yardımcısı Malik b. Şebib, altı bin metre kala Anayurt köyünde şehit düşmüş ve oraya gömülmüştü.
Türbe hakkında “Türk Yurdu Dergisi”, “İlader” ve Hamideli Tarih 02’de üç makale yazdım.
Battâl Gâzî’nin Yunanca karşılığı διγενης ακριτης (digenes akritas), yani atlı akıncı demekmiş.
Battâl Gâzî’nin adının Abdullah, babasının adının ise Hüseyin Gâzî olduğu söylenir.
“Hüseyin Ovası, Hüseyin b. Müslim el-Antakî’ye nispet edilmiştir. Sebebi onun burada düşmana karşı büyük kahramanlıklar göstermesindendir” (el-Belâzurî, 2002: 244) kaydına göre babasının adı Müslim’dir.
Herkes, söz konusu Antakya’nın Hatay Antakya’sı olduğunu sanır, ama büyük ihtimal Yalvaç’tır. Çünkü o, Rumca’yı ve Yalvaç civarını çok iyi bilir; arkadaşlarının da Yalvaç-Örkenez’de yattığı söylenir.
Altı yıldır Miryokefalon Zaferi kutlamalarına giderken önce büyük gaziyi (Battâl Gâzî) ve Sultan Alâeddin Siyavuş’u ziyaret ederiz.
Kendilerini bilgilendirmemize rağmen Afyonkarahisar ve Çay Belediyelerinden henüz bir ilgi olmadı.
Afyon lisesindeki cebir-geometri hocası İbana, fizikçi optik Cemalettin, edebiyatçı tilki Mahir ve Tayyar Ataman, kimyacı fosfat Faruk, tarihçi tarzan Mehmet, coğrafyacı Şükran hanım, müdür Kemal Atayurt ve matematikçi Nuri Özer’i unutmadık. Şükran hoca, ta 1962 yılında nasıl olsa ileride birleşecekler diye, derste, Doğu ve Batı Almanya’yı birlik işlemişti. Tıp vs hariç, önceden İTÜ’ni birkaç senede bir, ancak bir öğrenci kazanırken, 1963’de 14 öğrencisi birden İTÜ ve ODTÜ’ye giren Nuri Özer ve diğer hocalarımıza olan borcumuzu, bu çalışmalarla belki biraz ödemiş oluruz.
Söz konusu Sultan Alâeddin Siyavuş’a ait büyük mezar ile Hüseyin Dede Türbelerinin şanlarına layık bir şekilde düzenlenmesi ve işaretlenmesini müteakip ziyarete açılmasını Afyon halkından rica ediyoruz.
Şayet Amorion Emirdağ’da, Miryokefalon Savaşı da Kızılören’de yapılmış olsaydı, Afyon lisesindeki hocalarımızdan aldığımız terbiyenin icabı, Afyonlular’dan önce bunu biz müdafaa ederdik.
İLGİLİ HARİTA VE FOTOĞRAFLAR:
.
.
.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com