Yılmaz Yalçıner, Osman Yüksel Serdengeçti’yi anlattı amma...

"Osman Yüksel Serdengeçti (2)” başlığı altında Yılmaz Yalçıner, gençlik yıllarında yanında bulunduğu merhum Serdengeçti ile olan hatıralarını anlatırken onun kişilik özellikleri ve insani ilişkilerine de değindi ve "sıradışı" bir Milletvekili olarak siyaset sahnesindeki macerasında, Behice Boran’dan Alparslan Türkeş’e kadar ilişkileri ile dün nerede bulunduğu ve MHP’ye nasıl bir yön verdiğine değindikten sonra, yaşasaydı bugün nasıl bir tutum takınırdı noktasına gelerek yazısını bağladı.

Ammaaa!..

Başlıkta (2) dediği ancak 1’i bulunamayan ya da ulaşılamayan ve MHP adı ile ambleminin nasıl oluştuğuna da dikkat çeken amma kendisinin o günlerde merhum Türkeş ve o “üç hilal”de ne gibi bir etkisi olduğuna da hiç değinmediği ve bazı noktaları hızlıca anlatarak geçtiği (ki onların da başlı başına birer yazı konusu olduğunu hatırlatıp tez zamanda el atmasını bekleriz) o yazı

:

65’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin karşısında bir öğrenci derneği kurmuştuk.

Derdimiz sol egemenliğindeki fakültede etkinlik sağlamaktı.

Allah gani gani rahmet eylesin, Osman Ağabey kiramızı ödememizde yardımcı tek merciimiz idi.

Makbuzu kapar giderdik.

Önümüze düşer, Anafartalar Caddesi’nden yukarı Samanpazarı’na kadar, ne kadar tanıdığı esnaf, özellikle hemşehrisi Aksekili varsa, onlardan topladığı üçer beşer kuruştan kiramızı denkleştirirdi.

BİZİ MECLİS LOKANTASINA GÖTÜRÜRDÜ...

Biz gençler TBMM’yi de onun sayesinde tanımıştık. “Siz bana bakmayın, gıravatlı gelin..” diye tembihlerdi.

Hani kendisinin, girişte tanımayan polis sorduğunda beline doladığını gösterdiği gravatı..

Koridor koridor ardı sıra ip gibi dizilir yürürdük.

O tarihte her milletvekilinin öyle odası yoktu. Ama olsun, o, bizi Meclis lokantasına götürürdü.

Çorba, orada, fakülte kantinlerindekinden de ucuzdu!

Dolu dolu çanaklarda, temiz, lezzetli..

Kıtlıktan çıkmış gibi içerdik.

Osman Ağabey kabaracak faturadan yüksünmez, onlarca öğrenciye çorbayı içirtir, takılan diğer milletvekillerine, “Ben memleketin bebelerini doyuruyorum. Ya siz?” der, taşını atar, kahkahayı patlatırdı.

BEHİCE BORAN, OSMAN AĞABEY’E GIBTA EDERDİ...

Bir defasında bir kadının yanımızdan geçerken “Ah Osman, ah!” diye gülümseyip, hayıflandığını fark etmiştik.

Sorduk.

Meğer Behice Boran’mış.

O tarihte Türkiye İşçi Partisi’nin sıkı Sovyet yanlısı Genel Başkanı idi.

Osman Ağabey’in tam bir “halk adamı” oluşuna gıbta eder ve bunu saklamazdı.

GECEKONDU AHALİSİNDEN BİRİ GİBİ...

Nasıl bir halk adamı?

Sümerbank’tan rengi atmış ceket pantolon, yine Sümerbank’tan tabanı delik bir ayakkabı..

Sümerbank’ı günümüz nesli bilmez.

Devletin basma pazen ve ayakkabı üreten kurumuydu.

Kaba saba şeyler olduğu için yoksul halk, ihtiyacını oradan giderirdi.

Osman Ağabeye sokakta rast gelseniz, kılık kıyafete itibar edenlerdenseniz, yakınlardaki gecekondu ahalisinden biri zannedebilirdiniz.

TAVŞANLI’DA KONFERANS VE...

Bakın bir gün Tavşanlı’ya konuşmaya davet edilmişti.

Konferans” denirdi o vakitler.

Bindik otobüse birlikte gittik.

Yorgun argın Tavşanlı’da indiğimizde, belediye hoparlörü devamlı anons yapıyor, insanlar bir yöne doğru fevc fevc akıyordu.

Biz de o tarafa yöneldik.

Salon herhalde o tarafta olmalıydı.

Yanılmamışız. Ama kalabalıktan içeri girmenin imkânı yok.

Öne geçtim, gençlik var; ite kaka, “Osman Abi geldi, yol verin kardeşim..” deyip, kalabalığı yardım.

Eğreti sinema salonu gibi bir yer..

İçeri girdik, bu defa aynı hamleyle sahneye doğru ilerledik.

Şöyle bir metre kadar yükseklikteki sahneye çıkartmaya çabalıyorum Osman Ağabey’i, mikrofondan bağıra çağıra anons yapan adam, işi bıraktı bize engel olmaya geldi.

Gürültü çok.

Durmadan “Osman Ağabey işte geldi çıksın oraya..” demeye çırpınıyorum.

Herif, Osman Ağabey’i, Osman Ağabey olmaya bir türlü yakıştıramıyor.

“Gidin ya hemşerim. Buraya çıkılmaz!” deyip durmakta.

Göbeğimiz çatladı, derdimizi anlatıncaya kadar.

Sonunda Osman Ağabeyi kabullendiler(!) mikrofonun başına götürdüler.

Osman Ağabey söze, “Tabii Zaloğlu Rüstem gelecek diye bekliyordunuz, gele gele Karamürsel sepeti gibi bir adam geldi, di’mi?” diye gülerek başladı.

Kısa boylu, ufak tefek adamdı ama hakçası sesi sadası tam Zaloğlu Rüstem avazı idi; gür, tok, zangır zangır!

Hangi komünist parti böyle bir adamı olsun istemezdi ki, Behice Boran istemesin.. Ama onun güya “işçi yanlısı” partisi “mütegallibe” ile dolu iken Osman Ağabey’in tercihi Adalet Partisi’nden ayrılıp Türkeş Albay’ın CKMP’sine gelmek olmuştu.

ORDU’DA SONUÇ HÜSRAN...

İlk seçimde CKMP onu, Ordu ilimizden aday gösterdi.

Emir demiri keser, homurdanarak da olsa gittik.

Ordu’nun sahilinden araba çıkmaz, yağmur çamur orman içlerine, dağlarının ötesindeki yemyeşil yaylalarına kadar bir ay çalıştık çabaladık.

Sonuç hüsran!

Osman Ağabey sebebi Ankara’da yine gevrek gevrek gülerek anlatıyordu:

“Konya’nın adamı da velisi de delisi de hatta ahırındaki malı malağı da tanır beni.

Ya Hû, Konya tee orada dururken beni kalkıp verdiler Ordu’ya. Kim ne bilsin, ne tanısın. Bir de bu var yanımda.. (Beni gösteriyor)

Çıktı meydana, topladı milleti başına, ne kadar tefeci mefeci varsa astı kesti.. Rey verecek kimse bırakmadı!”

AP, CKMP’DEN ÜÇ HİLALLİ MHP’YE GİDEN YOL ve BUGÜN OLSA!..

Umurunda değildi Ağabeyimizin milletvekilliği..

Dava adamıydı.

Hiç küsmedi.

Var gücüyle CKMP’yi “dava” partisi yapmaya çalıştı.

O dönemde Türkeş’in adamları sayılsalar da partiye onunla gelen “darbeci subaylar”dan ikisi Rıfat Baykal ve Numan Esinırkçı” kimlik peşindeydiler.

Osman Ağabey ve Dündar Taşer ise “İslâmî”..

“Kurtçularla, Hilâlciler” 1969 Adana Kongresi’nde kozlarını paylaştılar ve Osman Ağabey’in önderliğinde parti Milli Hareket Partisi adını aldı.

Amblemi de “Üç Hilâl” oldu.

Bakanlar Kurulumilli” kelimesine izin vermeyince partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi oldu.

O kongrede bir celâlli konuşma yaptı ki anlatamam.

Sonunda kafasındaki siyah kuzu derisi kalpağı havaya fırlatıp, kürsüden indi.

Kongre topluca namaz kılar diye, halı tüccarı olan Adana İl Başkanı Faruk Akkülâh’ın baştanbaşa halı serdirdiği spor salonunda “ırkçı taife”nin sigara içip ayaklarıyla halının üzerinde ezmeleri çok gücüne gitmiş, çok kızmıştı.

“Edeb yâ Hû, edeb!..” diye haykırışı hâlâ kulaklarımdadır.

Sizi temin ederim, bugün sağ olsaydı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile iftihar eder, sanırım Cumhurbaşkanı da her vesile ile yanına varıp elini öper hayır duasını alırdı.

Rabbim gani gani rahmet eylesin..

Yılmaz Yalçıner, Yeni Akit -11 Kasım 2018, Pazar-

:

Yazıda, fazladan paragraf atlatmalarla siyahlaştırma ve ara başlıklar bize aittir.

dikGAZETE.com

:

***

Yılmaz Yalçıner

1946 yılında Ankara Hacettepe’de dünyaya gelen Yılmaz Yalçıner, ilk ve ortaöğreniminin ardından Ankara Erkek Lisesi’ni tamamlamış, 1967’e Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde tahsiline devam etmiş ve 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulundan mezun olmuştur. Köşe yazarı, yazı işleri müdürü, çizer olarak Bugün, Bizim Anadolu ve Son Havadis, Sebil gibi haftalık gazetelerde çalışan Yalçıner, daha sonrasında 1965-1975 yılları arasında Ankara merkezli olarak Kuvayı Milliye, Adım ve Vesika dergilerini çıkarmıştır. Sebil’den gelen isimler tarafından neşredilen Tevhid dergisinde önde gelen isimlerdendir.
12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından uçak kaçırmak suçuyla 36 yıl hapis cezasına çarptırılan Yalçıner, 1991’de tahliye olmuştur. Cuma dergisi ve Akit gazetesinde yazmaya devam eden Yalçıner’in Yokuşlarda Susamak adlı bir romanı bulunmaktadır.

(idp’den...)

...