?>

İmkanın sınırlarını görmek için imkansızı denemek

Hüseyin Burak Uçar

3 yıl önce

Milattan Önce 3200 yılı, yazının icadı nedeniyle, “tarihin başlangıcı” olarak kabul edilir. 
Bu başlangıcın öncesi; “Karanlık Çağ”, “Taş Çağı” ve “Maden Çağı” olarak, sonrası ise “İlkçağ”, “Orta Çağ”, “Yeniçağ” ve “Yakınçağ” olarak sınıflandırılmış. 
İlk Çağ 5000 yıl sürüyor ve 476 yılında Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ile sona eriyor. Böylece başlayan ve yaklaşık 1000 yıl süren Orta Çağ, İstanbul’un Fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ile sona eriyor. 
1453’te başlayan Yeni Çağ ise 1789 Fransız İhtilali ile son bulunca şu an içinde bulunduğumuz Yakın Çağ başlamış oluyor.
Çağlarla ilgili bu kısa özetle, İstanbul’un Fethi’ndeki “Çağ kapama, çağ açma” konusunu detaylandırmak istedim. 
1000 yıldır devam eden bir çağı ve 1100 yıllık bir imparatorluğu sona erdiren bu olaya  “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” isimli kitabında 28 sayfalık “Bizans’ın Fethi” bölümünde yer vermiş Avusturyalı ünlü yazar Stefan Zweig.
1942’de vefat eden Zweig daha çok “SATRANÇ” isimli uzun hikayesi ile tanınmaktadır ve diğer kitapları ile birlikte tüm dünyada en çok okunan yazarlardan biridir.
1453 rakamını oluşturan sayıların toplamı olan 13 rakamı, bilindiği gibi Avrupalılarca uğursuz sayılıyor. İstanbul’un Fethi’nin, onlar için halen devam eden bir travmaya neden olduğu hepimizin malumu. Stefan Zweig’in, Fethi anlattığı bölümde bu travmanın çok bariz izleri var.
Örneğin Fethin gerçekleşmesine, surlarda tesadüfen açık bırakılan bir kapının (Kerkoporta Kapısı) sebep olduğunu söylüyor. 
Uğursuz Kerkoporta” diye bahsettiği o kapı açık unutulmasaymış fetih gerçekleşmeyecekmiş. Fatih’in olağan üstü hazırlıklarından, o güne kadar görülmemiş boyutta dökülen toplardan ve koca bir donanmanın karadan yürütülmesinden daha çok bu kapı meselesine bağlıyor her şeyi. 
Oysa Karada Yüzen Gemilere geniş yer vermekten ve “akıllara durgunluk verecek bir fikir”, “mucizelerin mucizesi bir olay” demekten de kendini alamıyor.
 Fatih'den ise şöyle bahsediyor: 
“Genç, hırslı ve şöhret düşkünü Mehmet, olağanüstü bir askeri ve diplomatik bilgi birikimine sahiptir. Hem dindar hem gaddardır, hırslı ve entrikacıdır, bilgili ve sanata düşkün bir adamdır. Caesar’ı ve Romalıların biyografilerini Latincelerinden okuyabilmektedir, ama aynı zamanda da oluk oluk kan akıtan bir barbardır.”
Kenti üç katlı bir zırh gibi çevreleyen ve 1000 yıl boyunca çok iyi koruyan surları aşabilmek için Sultan Mehmet’in bir çözüm bulamadığı, imdadına Urban isimli Macar Top döküm ustasının yetiştiği belirtilmiş. 
Gerçekte ise Urban, Fatih’in çizimlerini gördüğünde şaşırır. Topu dökeceğini ama güllesini yapamayacağını söyler. 
Sultan Fatih;Sen topu dök gerisini biz yaparız” der. Çünkü o dönemde Avrupa, tam bir “Ortaçağ karanlığı” yaşarken, Osmanlı Devleti sanat, bilim ve teknolojide dünyanın en iyisi konumundadır. 
Sultan Mehmet, aynı zamanda bir makine mühendisidir. Her biri alanında üstünlüğü tartışılmaz hocalardan dersler almıştır.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz,Bilinmeyen Osmanlı” adlı kitabında, Fatih Sultan Mehmet için şunları yazıyor:
“Balistikteki keşifleri, Matematik ilmindeki dehası, dini ilimlerde büyük bir alim olması, Arapça, Farsça, Yunanca, Sırpça, İtalyanca ve benzeri önemli dünya dillerinden dokuzuna vakıf olması, onun Osmanlı tarihinin en büyük askeri, devlet adamı ve alimi olduğunu dosta düşmana söyletmiştir.”
Prof. Dr. İlber Ortaylı ise bir söyleşisinde şunlara değinmektedir:
“Fatih, bu günkü Türk entelektüelinin sahip olmadığı vasıflara sahiptir. Bu vasıfların başında hem doğuya hem batıya vakıf olmak gelir. Fatih ise hem İtalyancayı hem Yunancayı hem Farsçayı hem Arapçayı bilen bir münevver, o devirde onun gibisi Batıda yok. Fatih Sultan Mehmet Han, şarkın ve garbın efendisidir, şarkı ve garbı bilir ve komplekssiz bir şark münevveridir, o bir dünya hükümdarıdır."
Stefan Zweig, yazısının sonunda Fatih’in İstanbul’u yakıp, yıkıp, talan ettiğini ve şehirde korkunç bir katliam yaptığını anlatmaktadır. Oysa Adaletli Yönetimi ile ünlü olan Osmanlı İmparatorluğu, sona erdikten sonra, eskiden onun maiyetinde olan coğrafyalarda akıtılan kan, gözyaşı ve zulüm halen devam etmektedir. 
Bilinmeyen Osmanlı” kitabında zulüm ve katliamın zaten İslam Hukukuna aykırı olduğuna ve Fatih’in de tüm fetihlerini bu hukuka uygun gerçekleştirdiğine dair ayrıntılı açıklamalar bulabilirsiniz. Fakat hiçbir açıklama “1453 travması”nı halen atlatamamış içerideki ve dışarıdaki bizanslılara tesir etmeyecektir.
İstanbul’un Fethi’nde maddenin değil mananın daha büyük bir paya sahip olduğunu, Fatih’in Akşemseddin gibi manevi bir koçu olduğunu, aynı zamanda bir Peygamber aşığı olduğu için tek hayalinin onun övgüsüne mazhar olabilmek olduğunu bir “Bizanslı”nın anlayamayacağı aşikardır. 
Üstelik o, yapılışında işçilere bizzat yardım ettiği Rumeli Hisarını bile, kuşbakışı ile bakıldığında “Muhammed” lafzı okunacak şekilde tasarlamış ve inşa ettirmiştir.
O, bir hayal kurmanın, bir hedef belirlemenin, yenilikçi düşünmenin, farklı bakmanın, farklı görmenin, yeni fikirler üretmenin, hedefe odaklanmanın ve başarmanın, tarihteki en güzel örneklerinden birini sergilemiştir. 
Aynı şeyleri aynı şekilde yaparak farklı sonuçlar elde edilemeyeceğinin farkındadır. Çünkü kendisinden önce 28 kez kuşatılmıştır bu şehir ve sonuç alınamamıştır.
Bu yüzden karada yüzdürür gemileri, bu yüzden ağırlığını 600 kiloya çıkarır güllelerin ve bu yüzden dener imkansızı. Çünkü der; Ancak bu şekilde görülebilir imkanın sınırları. 

Ve O, İstanbul’u Fethettiğinde henüz 21 yaşındadır.

Onun bu muhteşem hikayesi bize, Fatih’leri Fatih yapan özelliklerin neler olduğunu da  göstermektedir: 
1- Onların tutku derecesinde bağlandıkları bir hayalleri vardır. 
2- Başaracaklarına eksiksiz  inanırlar.
3- Bilge insanların bilgi ve deneyimleri ile kendilerini donatırlar.
4- Rüyalarına girecek kadar, o hayalle yatıp o hayalle kalkarlar.
5- Yaptıkları şeyleri o hayale katkısını hesap ederek yaparlar.
6- Sadece amaca odaklanırlar ve başka konulara dalıp asıl konudan uzaklaşmazlar
7- Farklı bakarak,  farklı görerek ve farklı yaparak sıra dışı olurlar
8- Ne yapıyorlarsa bir plan ve program  dahilinde yaparlar.
Tam da bu noktada Mevlana’nın bir sözü geliyor akla ve kalan son cümlesiymiş gibi tamamlıyor yazımızı:

“Sen neye hazırsan O da sana hazır.”

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI