Onun doğduğu köyde, insanlar geçimlerini taş işçiliği yaparak sağlamaktadır. Püskürttüğü lavlarla oluşan magma tabakalarının üzerine kurulmuş bir köydür burası ve doğal olarak taş işçiliği çok gelişmiştir.
O daha çocukluğunda başlamıştır bu işle uğraşmaya. Taşlarla konuşmayı ve onları şekilden şekle sokmayı yaşıtlarından çok daha önce başarmıştır.
Farklılıkları fark etmekten büyük mutluluk duymakta, taşların dünyasındaki çeşitlilik, o dünyaya olan hayranlığını her geçen gün arttırmaktadır.
Çok çabuk öğrenmekte ve öğrendiklerini görsel hafızasına da çok iyi kaydetmektedir. Oysa hiç okula gitmemiştir.
Bu köy Erciyes dağının eteğinde bir köy ve bu çocuk da tüm zamanların en büyük dâhilerinden Mimar Sinan’dır.
Yavuz Sultan Selim zamanında sadece dışarıdan değil Anadolu’dan da asker devşirmeye başlanır. 22 yaşındayken İstanbul’a gelir Mimar Sinan. Okuma yazmayı İstanbul’da öğrenir.
Taşlara da, yüreğine de, nefsine de sözünü geçirebilen genç Sinan, geldiği gibi dülger olarak çalışmaya başlar. Yavuz ile Çaldıran seferine ve Mercidabık savaşlarına, Kanuni Sultan Süleyman’la Rodos, Macaristan ve Doğu seferlerine katılır.
Bu seferleri, büyük tutkusu olan taşları araştırmak için bir avantaja dönüştürür. Arap ve Acem diyarlarındaki yapıları, mimari açıdan incelemeyi ihmal etmez. Mısır piramitleri de bunlara dahildir.
Macaristan seferi, Sinan’ın kendisini kanıtlaması, iyi bir taş işçisinden çok daha fazlası olduğunu göstermesi açısından büyük bir imkan sunar.
Karaboğan’da, Prut nehrinden karşıya geçmek için köprü yapmak gereği hasıl olur. Orduda görevli mimarların yaptığı köprüler sürekli çökmektedir.
Tavsiye üzerine Sinan’a görev verilir.
Nehrin kıyısının kil olması nedeni ile bu çökmelerin yaşandığını keşfeden Sinan, 13 günde büyük ve yüksek bir köprü yapar.
Bataklık olan bir yere bu sürede böyle bir köprüyü, bu sağlamlıkta yapması herkesi şaşkına çevirir.
“Taşlarla konuşan adam” hangi zemine hangi taşın uygun düşeceğini çok iyi bilmektedir.
Zaten bu durum, Kanuni Sultan Süleyman’ın da dikkatini çeker ve onu, yapılacak yeni sefer için gereken gemilerin inşası için görevlendirir. Bu görevdeki başarısı, onu “Hasekilik” (padişahın gözdesi) makamına yükseltir.
Tüm dünyayı hayran bırakan 400 muhteşem eserini ise 1539 tarihinde 50 yaşında iken Mimarbaşılığa tayin edilmesinden, vefat ettiği 1588 tarihe kadar olan 49 yıllık sürede yapacaktır.
Tarihi şahsiyetler içinde bir “Yaşlanmayan Yaşlılar Listesi” yapılsa, kanaatimce 86 yaşında en büyük eserine (Selimiye Camii) imza atan biri olarak Mimar Sinan’ın ilk sıralarda yer alması muhtemeldir.
Onun sadece bir mimar olarak görülmesi, bu başarısını anlamakta yeterli olmaz. O aynı zamanda çok iyi bir yönetici, çok iyi bir mühendis, iyi bir lojistikçi, şehir tasarımcısı ve planlamacıdır. Bu sayede, kurduğu ekipler, en yüksek verimle çalışmışlardır.
“Hiçbir şey için geç değildir” anlayışı ile 50 yaşından sonra başladığı mimarlığını ve eserlerini çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri olarak sınıflandırmıştır.
Her başarılı insana yapıldığı gibi onu da çekemeyenler ve gözden düşürmeye çalışanlar elbette olmuştur. Fakat insani yönü, ahlakı ve genç - yaşlı demeden herkese ve her fikre değer vermesi, itibarının bilakis daha da artmasına neden olmuştur.
Onun olaylara bakış açısını ve dünya görüşünü çok iyi yansıtan, benim de çok sevdiğim efsaneleşen bir hikaye özetle şöyle:
Süleymaniye Külliyesi'nin içinde dört minareli cami, en görkemli yapıdır. Ne var ki minarelerin biri, orada oynayan bir çocuğa göre eğri durmaktadır. Çocuk, son çalışmaları yapan ustalara bunu söyler. Ustalar minarenin düzgün olduğunu anlatsalar da inandıramazlar. Çocuk, ısrar edince de döverek azarlarlar. Bu sırada Mimarbaşı Sinan, inşaat yerine gelir ve ağlayan çocuğa ne olduğunu sorar. Konuyu öğrenince ustalara:
“Çocuk haklı. Hemen minareyi düzelteceğiz” der.
Bunun üzerine bir işçiyi, yanında uzun ve kalın iplerle minareye çıkarır. İpin bir ucunu minarenin gövdesine sıkıca bağlayan işçi, diğer ucunu aşağıya sarkıtır. Bir kaç işçi de ipin aşağıya sarkan ucunu kavradıktan sonra;
Sinan; “Minare hangi yöne doğru eğrilmiş” diye sorar.
Çocuk; “Şu yöne” deyince Sinan, ipi ters yöne doğru çekmelerini emreder. Çocuk; “tamam düzeldi” diyene kadar da bu işleme devam ettirir.
Çocuk “şimdi düzeldi” deyince;
Sinan; “Artık ipi bırakabilirsiniz. Minare tam düzelmiş oldu” der.
Sonra da çocuk için şeker aldırtır ve onu severek teşekkür eder. Çocuk oradan güle oynaya uzaklaşır.
Kendisine şaşkın şaşkın bakan ustalara Sinan şöyle hitap eder:
- Küçük bir çocuğu döverek inandırmaya zorlamak, siz koca adamlara yakışır mı? Bir çocuğu ikna edemezseniz, halkı da ikna edemezsiniz. Bu çocuk, mahalle mahalle dolaşarak, minarenin eğri olduğunu avaz avaz bağırıp halka duyurursa, yaptığımız bu caminin adı “Eğri Minareli Cami” olarak kalır. Fakat siz çocuğu anlayacağı bir üslupla inandırırsanız, hem o, hem biz rahat ederiz.
Uzmanlar yaşam süresinin uzadığını ve ortalama ömrün 80 yıl olduğunu belirtiliyorlar. Fakat söyledikleri çok önemli bir husus daha var: Uzayan kısım daha çok gençlik değil yaşlılık kısmında. Eğer gençlik yılları, doğru değerlendirilmezse hem genç bir yaşlı olma riski var hem de yaşlılık kısmında 30-40 yıl sorunlu bir yaşam riski söz konusu.
Yaşlanmayan bir yaşlı olmak için Mimar Sinan’ın hayat hikayesi güzel bir örnek. Onun taşlar hakkında her şeyi öğrenme çabası, onlarla adeta konuşacak kadar konusuna vakıf olması, yaptığı işe yenilikler getirme tutkusu, hayata ve insanlara güzel bakması, 85 yaşında bile “ustalık eserim” dediği bir işe imza atması, o zor koşullara rağmen 95 yaşında hacca gitmesi, onun “Yaşlanmayan Yaşlılar Listesi”ne girmesini sağlıyor.
Ömrümüz ne kadar bilmiyoruz. Fakat zaman çok hızlı akıyor. Aziz Mahmut Hüdai’nin dediği gibi:
- Günler gelip geçmekteler, kuşlar gibi uçmaktalar.
Üstelik günler “geçmiş” fakat “yaşanmamış” da olabilir. Dolayısıyla önümüzde iki liste var.
Biri; “Yaşamadan Yaşlananlar Listesi” diğeri; “Yaşlanmayan Yaşlılar Listesi”
Girmeye aday olduğumuz listenin hangisi olduğunu netleştirmek için, bizi meşgul eden şeylerin neler olduğuna bakabiliriz.