“(…) Mülk umumen O’nundur. Sen, hem O’nun mülküsün, hem memlûküsün (kul, köle), hem mülkünde çalışıyorsun. (Lehü’l Mülk) Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendi kendine malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını (ihtiyaç maddeleri) yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude (boş yere) ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Malik, hem Kadir’dir (Her şeye gücü yeten Allah), hem Rahim’dir (Çok merhametli olan, esirgeyen, koruyan Allah). Kudretine istinat et; rahmetini ittiham etme (suçlama). Kederi bırak, keyfini çek; zahmeti at, safayı (rahat ve huzur) bul.
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, O’na bırak; cefasını değil, safasını çek. O hem Hakîm’dir (her şeyi bir maksatla, uygun ve hikmetle yaratan Allah), hem Rahîm’dir; mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme.”
İşte ülkemizde, 6 Şubat Pazartesi günü saat 04.17’de yaşadığımız deprem felaketinde; nasıl davranacağımızın, nasıl hareket edeceğimizin, nasıl düşünmemiz gerektiğinin reçetesini Bediüzzaman Hazretleri, ‘Mektubat’ isimli eserinde bizlere sunuyor…
Rabbim’den vefat edenlere rahmetiyle muamele etmesini, yaralılara acil şifalar ve enkaz altında kalanların bir an önce kurtarılmalarını niyaz ediyorum. (Amin!..)
Hakikaten binlerce vefat, on binlerce yaralı ve binlerce enkaz karşısında, insan olarak elbette müteessir oluyoruz; lâkin Müslüman olarak ümidimizi asla kaybetmemeliyiz. Kul olarak elbette bizim yapacak bir şeyimiz yok, mülk Allah’ın…
O’nun (hâşâ) işine karışmak bizim haddimize değil…
Bizim vazifemiz, Allah’ı tanıma ve O’na ibadet etme, aynen Önderimiz Sevgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’in anlattığı ve öğrettiği şekilde davranarak tabii ki de…
Bizim, dünya hayatında yapmamız gereken vazifelerimiz arasında; elbette işi ehline vererek ve aldığımız sorumluluğu hakkıyla, çalmadan, kaçırmadan layıkıyla yerine getirmemiz gerekiyor…
Yaptığımız inşaatlarda, malzemelerde eksik olmadan; iş için ne olması gerekiyorsa, o malzemeleri kullanarak ve hata yapmadan, son derece dikkatli olarak çalışmalıyız…
Binalarımızın başımıza yıkılmasının asıl sorumluları bizleriz.
İşimize ehemmiyet vermeden, “daha ucuza nasıl getirip, kısa sürede nasıl daha çok kazanırız” düşüncesi, bizleri kapladığından bu felaketlerin faturasını canlarımızla ödüyoruz…
Çünkü deprem de tabii bir olay, tıpkı yağmurun ve karın yağdırılması gibi…
Ama bizler de gidip, dere yataklarına evler inşa etmemeliyiz, eğer edersek o zaman yağan yağmurlardan oluşan sellerden de kaçış olamazzz!...
İlk önce kendi vazifemizin ehemmiyetini iyi kavramamız gerekiyor, üzerimize düşen sorumluluğun ağırlığını iliklerimize kadar hissederek o iş üzerinde çalışmalıyız! …
Akşam yastığımıza başımızı koyduğumuzda, yüreğimiz rahat bir şekilde uyuyabiliyorsak ne mutlu bize!...
Asıl mesele bu!..
Vicdanlar rahat olmalı, huzurlu olmalı, kimsenin hakkı, hukuku üzerimizde olmamalı!...
Ülke olarak yaşadığımız bu acı karşısında; bizleri teselli edecek, yüreklerimizin yangınını söndürmeye yardımcı olacak Peygamberimiz (SAV)’in şu Hadis-i Şerifi’ne gelin birlikte kulak vererek rahatlamaya çalışalım:
Ebû Hureyre (RA)’den Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Şehidler beş sınıftır; vebâdan ölenler, karın hastalıklarından ölenler, suda boğulanlar, yıkıntı altında kalıp ölenler ve Allah yolunda şehid düşenler.” (Riyazü’s salihin 2. Cilt, 1351nolu hadis)