Anne ben CIA ajanı mıyım?
Anne ben CIA ajanı mıyım?
- 30-12-2019 08:29
- 826
- 30-12-2019 08:29
- 826
Felsefeci ve siyaset teorisyeni Gabriel Rockhill’in “The CIA Reads French Theory: On The Intellectual Labor of Dismantling The Cultural Left” adlı makalesiyle Michel Foucault, Jacques Lacan ve Roland Barthes gibi Fransız aydınlarının isimlerinin ve Fransız Kuramı’nın (French Theory) 1980’li yıllarda CIA tarafından Jean Paul Sartre eksenli Marksizm’in, solun ve devrimciliğin tasfiyesinde nasıl kullanıldığına dair tartışmalar sadece sınırlı sayıda bir kesimin ilgisini çekecek kadar Türkiye’de pek üstünde durulmadan geçildi.
Bunun sebeplerinden biri, Türkiye’deki klasik solcuların büyük bir kısmındaki post-yapısalcılık alerjisi, diğeri de mevcut entelijansiya hatta akademi çevrelerinde bile bu tür tartışmaları kaldırabilecek kuramsal altyapıya sahip entelektüel eksikliği.
Gizli kültürel ve ideolojik savaşlarda köktenci sola karşı, alternatif sosyalist projelere doğrudan destek veren CIA’deki aklın yarısı, koca bir milleti hapishanelerde çürüten, kalabalıkların üstüne panzer süren, sokak aralarında idam mangaları kuran 80’ Türkiye’sindeki iktidar sahiplerinde olsaydı; belki bugün terör diye bir sorun olmayacaktı.
Yani Fransız Kuramı’nın CIA raporlarına alet edilmesi veya post-yapısalcılara organik aydın muamelesi yapılması değil asıl sorunumuz, sorun bir dönemin derin devlet aklında inkâr, imha ve asimilasyon retoriğinden başka stratejik ve analitik kanalların açılamamış olması.
Türkiye, stratejik analizin sadece düşman köprü ve menfezlerinin boyu ve yarı çapı olmadığını yeni yeni anlıyor.
Diplomatik bir ziyaret esnasında hedef ülke liderlerinin astrolojik yıldız haritasını bile çıkaran, kamuoyunun erişimine açtıkları belgelerde metafizik istihbarata binlerce sayfa yer ayıran CIA gibi kuruluşların, bir dönem İngiltere’nin üst düzey kurumlarını ele geçiren KGB’yi bilgi edinme yarışında tarihe gömmesi tesadüf değil bu yüzden.
Konu, bilgi edinme olunca, yabancı kurumların bunu ne düzeyde uygulayarak devletlere çağ atlattığının bilinmesi gerekiyor.
Mesela Rus medyasının günümüzdeki aşırı Slavoj Žižek ilgisi ya da 1990’larda Öcalan’ı şeytanlaştıran Cengiz Çandar raporlarından, Öcalan’ı siyasi bir figür olarak konuşturan günümüzün mekik diplomasisine evirilen devlet aklı!
***
İletişim teknolojilerinin “kovan zihin” denilen “hive mind” kavramını tartıştığı günümüzde, herkesin bir diğeri ile telepatik veya teknolojik bir şekilde bağlı olarak düşüncelerini, anılarını ve rüyalarını paylaşabileceği bir sistem görünüyor ufukta.
“Neuromarketing” sayesinde müşteri tercihleri ve alışkanlıklarından elde edilen devasa verilerle AR-GE çalışmalarında ve ekonomide düşük maliyetler konusunda bile çok hızlı adımlar atıldı.
Bunun anlamı; şirketler, ne üretmeleri, üretimlerini nasıl pazarlamaları gerektiğini ve müşterilerinin nasıl karar verdiklerini artık yapay zeka sayesinde çok iyi biliyorlar.
Düşünce kuruluşları ve araştırma şirketleri bile sahada daha az eleman istihdam ederek, çeşitli algoritma ve yazılımlarla, daha çok sosyal medya verileriyle iş yapar hale geldi.
Örneğin yazıya dökülen tüm verilerinizden ve anahtar kelimelerden, reklamlardan haber akışına kadar ara yüzü kişiselleştiren Facebook ve Google’ın verdiği tüm ücretsiz hizmetlerin karşılığını sizden pazarlama stratejisi için gerekli olan verileri doğrudan alıp kullanması ve gerektiğinde resmî kurumlarla paylaşıma açması, sanat eleştirmeni Ali Artun’un yıllar önce İstanbul Bienali için ettiği lafı hatırlatıyordu; “Anne Ben Hıyar mıyım?”
Bir ülke liderinin, sosyal medyadan yayınladığı 500 kelimelik mesajı, basit bir yazılımla analiz eden psikologlar için bile bilgi edinme ve bunu stratejik bir analize dönüştürme işlemi artık birkaç saati almıyor.
Dolayısıyla yabancı bir araştırma şirketi için sosyal medyadaki herhangi bir vatandaşın hiç düşünmeden sayıp döktüğü yazılar ya da bilinçaltındaki bilgileri açığa çıkaracak şekilde maymun iştahı ile yapılan gevezelik grup/toplum/halka içerisindeki insanın, kendisini bir anda üstünden dışarıya bağımsız veri akışı elde edilen “bilinçsiz ajan” durumuna düşürüveriyor.
Yoksa bu kadar internet ve sosyal medya yasağının başka bir açıklaması olamazdı.
Bu konuda Roland Barthes’a hak vermek gerekir; “Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir”.
Dolayısıyla, rüyaları çalınan toplumlar hayal görmeye başlarlar!
2000’li yıllardaki çığır açıcı gelişmeler karşısında artık kritik kurumların liderleri bir araya gelip, sadece siyaset konuşmuyorlar.
Aynı zamanda ülkenin kaderini belirlerken bir milletin ve bir halkın hangi rüyaları gördüğünü konuşuyorlar.
Ama halka durmadan tuzlu balık yedirirseniz rüyalarında sudan, gölden başka bir şey görmezler; bu da kültürün tuzağıdır.
***
Tıp dünyasının da bu aralar heyecanla beklediği farklı bir gelişme var.
2017’nin Aralık ayında gerçekleşeceği duyurulan sonra ileri bir tarihe ertelenen dünyanın ilk kafa nakli!
Google’ın Calico şirketiyle ölümsüzlüğe çare aradığı, IBM’in yapay nöron ürettiği, Elon Musk’ın Tesla ve Neuralink marifetiyle zihinle kontrol edilen araçlar planladığı, Philadelphia Çocuk Hastanesi’nde yapay rahim üretildiği bir çağda Profesör Sergio Canavero marifetiyle gerçekleşecek ‘kafa nakli’ bir diğer tabiriyle tam vücut nakli de bizi artık o kadar şaşırtmıyor.
Politik psikoloji çalışmalarımdan dolayı, farkında olduğum bir konu da insanların değişimlere bir süre ayak diremesi ve böylesi akıllara zarar teknolojik ve bilimsel gelişmeleri hemen benimseyememesi ve aslında yok farz etmesidir.
Biz benimsesek de benimsemesek de artık ABD, uzaydaki çalışmalarında ve araştırmalarında astronotların bile devreden çıkarıldığı otonom sistemlere geçmiş durumda.
16. yüzyılda Osmanlı’da, meleklerin bacaklarının izlendiği iddiasıyla yerle bir edilip yıkılan Takiyüddin Efendi'nin rasathanesini düşündüğümüzde ‘Büyük Türkiye’nin önündeki engellerin dış mihrakların işi olduğunu değil bizzat kendi dar kafalılığımız olduğunu kolayca anlarız.
İslamcı mütefekkirlerdeki bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik alerjisinin bu topraklarda İmam Gazali’ye uzanan köklü bir geçmişi vardır.
Bununla yüzleşmeden, kusura bakmayın; “Büyük Türkiye” olamayız.
Çünkü Türkiye, her şeye rağmen ve halâ; atananların, seçilenlerin ve kanaat önderlerinin tek başına yönetimine, sevk ve idaresine terk edilemeyecek kadar güzellikleri hak eden bir ülke.
O yüzden, bağımsız bir tefekkür geleneğini oturtmak ve sürdürmek elzem!
***
Alfa Yayınları’nın Alfa Bilim Serisi’nden çıkan Kerem Cankoçak (Caner Taslaman ile yaptığı TV tartışması izlenmeli) editörlüğünde hazırlanan yaklaşık 140 kitabın tamamını, Teksas Teknik Üniversitesi öğrencisi Çağrı Mert Bakırcı’nın hazırladığı “Evrenin Karanlığında Evrimin Işığı” adlı mühim çalışmayı, Yuval Noah Harari’nin yazdığı ‘Homo Deus’ adlı müthiş kitabı ve yeni çıkan “Eleştirel Kültür ve Psikesinema” adlı harika dergileri, dosta düşmana önermem gerekir.
Ayrıca Luc Besson yönetmenliğinde çekilen 2014 Fransız yapımı “Lucy” ve “Ghost in the Shell” filmlerini ise izlemediyseniz kaçırmayın!
Wikipedia yasağıyla da ilgili olarak; İngilizce versiyonunun bilim insanlarının bile kaynak olarak kabul edip kullandığı boyutta bir geçerliliği varken Türkçe versiyonunun ise “Allah’a emanet” yürüyen bir hali vardı.
Zaten giderek hazır kapsül bilgiye alışan yeni nesil için iyi bile oldu diyebiliriz, biraz açıp kitap okuyalım!
Daha genç olanlara tavsiyem, daima en kötü koşullara karşı kendimizi hazırlamak ve her zaman bardağın boş tarafını görmek.
İşler iyiye giderse ne âlâ!
Okuyan ve yazan insanlar olarak da eleştirel düşünceyi yerleştiremezsek, şüpheciliği koruyamazsak bilim, sanat, teknoloji ve hür tefekkür gelişemez, ilerleyemez ve ülkemize büyük kötülükler yapmış oluruz, bizden söylemesi!
Halihazırda ne yöne kanalize olacağını bilemeyen genç bir kitle de var; SETA’dan Nergis Dama’nın “Türkiye’nin Eğitim, Öğrenim ve Çalışma Sürecinde Olmayan Gençleri” başlıklı raporu uykuları kaçıracak cinsten!
***
Son bir soru;
Türkiye’nin TOKİ gibi afet projeleri dışında çağdaş bir çevre ve mimari politikası var mı, mesela Emre Arolat’ın kaç kişi farkında?
.
Halil Emrah Macit, dikGAZETE.com
Felsefeci ve siyaset teorisyeni Gabriel Rockhill’in “The CIA Reads French Theory: On The Intellectual Labor of Dismantling The Cultural Left” adlı makalesiyle Michel Foucault, Jacques Lacan ve Roland Barthes gibi Fransız aydınlarının isimlerinin ve Fransız Kuramı’nın (French Theory) 1980’li yıllarda CIA tarafından Jean Paul Sartre eksenli Marksizm’in, solun ve devrimciliğin tasfiyesinde nasıl kullanıldığına dair tartışmalar sadece sınırlı sayıda bir kesimin ilgisini çekecek kadar Türkiye’de pek üstünde durulmadan geçildi.
Bunun sebeplerinden biri, Türkiye’deki klasik solcuların büyük bir kısmındaki post-yapısalcılık alerjisi, diğeri de mevcut entelijansiya hatta akademi çevrelerinde bile bu tür tartışmaları kaldırabilecek kuramsal altyapıya sahip entelektüel eksikliği.
Gizli kültürel ve ideolojik savaşlarda köktenci sola karşı, alternatif sosyalist projelere doğrudan destek veren CIA’deki aklın yarısı, koca bir milleti hapishanelerde çürüten, kalabalıkların üstüne panzer süren, sokak aralarında idam mangaları kuran 80’ Türkiye’sindeki iktidar sahiplerinde olsaydı; belki bugün terör diye bir sorun olmayacaktı.
Yani Fransız Kuramı’nın CIA raporlarına alet edilmesi veya post-yapısalcılara organik aydın muamelesi yapılması değil asıl sorunumuz, sorun bir dönemin derin devlet aklında inkâr, imha ve asimilasyon retoriğinden başka stratejik ve analitik kanalların açılamamış olması.
Türkiye, stratejik analizin sadece düşman köprü ve menfezlerinin boyu ve yarı çapı olmadığını yeni yeni anlıyor.
Diplomatik bir ziyaret esnasında hedef ülke liderlerinin astrolojik yıldız haritasını bile çıkaran, kamuoyunun erişimine açtıkları belgelerde metafizik istihbarata binlerce sayfa yer ayıran CIA gibi kuruluşların, bir dönem İngiltere’nin üst düzey kurumlarını ele geçiren KGB’yi bilgi edinme yarışında tarihe gömmesi tesadüf değil bu yüzden.
Konu, bilgi edinme olunca, yabancı kurumların bunu ne düzeyde uygulayarak devletlere çağ atlattığının bilinmesi gerekiyor.
Mesela Rus medyasının günümüzdeki aşırı Slavoj Žižek ilgisi ya da 1990’larda Öcalan’ı şeytanlaştıran Cengiz Çandar raporlarından, Öcalan’ı siyasi bir figür olarak konuşturan günümüzün mekik diplomasisine evirilen devlet aklı!
***
İletişim teknolojilerinin “kovan zihin” denilen “hive mind” kavramını tartıştığı günümüzde, herkesin bir diğeri ile telepatik veya teknolojik bir şekilde bağlı olarak düşüncelerini, anılarını ve rüyalarını paylaşabileceği bir sistem görünüyor ufukta.
“Neuromarketing” sayesinde müşteri tercihleri ve alışkanlıklarından elde edilen devasa verilerle AR-GE çalışmalarında ve ekonomide düşük maliyetler konusunda bile çok hızlı adımlar atıldı.
Bunun anlamı; şirketler, ne üretmeleri, üretimlerini nasıl pazarlamaları gerektiğini ve müşterilerinin nasıl karar verdiklerini artık yapay zeka sayesinde çok iyi biliyorlar.
Düşünce kuruluşları ve araştırma şirketleri bile sahada daha az eleman istihdam ederek, çeşitli algoritma ve yazılımlarla, daha çok sosyal medya verileriyle iş yapar hale geldi.
Örneğin yazıya dökülen tüm verilerinizden ve anahtar kelimelerden, reklamlardan haber akışına kadar ara yüzü kişiselleştiren Facebook ve Google’ın verdiği tüm ücretsiz hizmetlerin karşılığını sizden pazarlama stratejisi için gerekli olan verileri doğrudan alıp kullanması ve gerektiğinde resmî kurumlarla paylaşıma açması, sanat eleştirmeni Ali Artun’un yıllar önce İstanbul Bienali için ettiği lafı hatırlatıyordu; “Anne Ben Hıyar mıyım?”
Bir ülke liderinin, sosyal medyadan yayınladığı 500 kelimelik mesajı, basit bir yazılımla analiz eden psikologlar için bile bilgi edinme ve bunu stratejik bir analize dönüştürme işlemi artık birkaç saati almıyor.
Dolayısıyla yabancı bir araştırma şirketi için sosyal medyadaki herhangi bir vatandaşın hiç düşünmeden sayıp döktüğü yazılar ya da bilinçaltındaki bilgileri açığa çıkaracak şekilde maymun iştahı ile yapılan gevezelik grup/toplum/halka içerisindeki insanın, kendisini bir anda üstünden dışarıya bağımsız veri akışı elde edilen “bilinçsiz ajan” durumuna düşürüveriyor.
Yoksa bu kadar internet ve sosyal medya yasağının başka bir açıklaması olamazdı.
Bu konuda Roland Barthes’a hak vermek gerekir; “Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir”.
Dolayısıyla, rüyaları çalınan toplumlar hayal görmeye başlarlar!
2000’li yıllardaki çığır açıcı gelişmeler karşısında artık kritik kurumların liderleri bir araya gelip, sadece siyaset konuşmuyorlar.
Aynı zamanda ülkenin kaderini belirlerken bir milletin ve bir halkın hangi rüyaları gördüğünü konuşuyorlar.
Ama halka durmadan tuzlu balık yedirirseniz rüyalarında sudan, gölden başka bir şey görmezler; bu da kültürün tuzağıdır.
***
Tıp dünyasının da bu aralar heyecanla beklediği farklı bir gelişme var.
2017’nin Aralık ayında gerçekleşeceği duyurulan sonra ileri bir tarihe ertelenen dünyanın ilk kafa nakli!
Google’ın Calico şirketiyle ölümsüzlüğe çare aradığı, IBM’in yapay nöron ürettiği, Elon Musk’ın Tesla ve Neuralink marifetiyle zihinle kontrol edilen araçlar planladığı, Philadelphia Çocuk Hastanesi’nde yapay rahim üretildiği bir çağda Profesör Sergio Canavero marifetiyle gerçekleşecek ‘kafa nakli’ bir diğer tabiriyle tam vücut nakli de bizi artık o kadar şaşırtmıyor.
Politik psikoloji çalışmalarımdan dolayı, farkında olduğum bir konu da insanların değişimlere bir süre ayak diremesi ve böylesi akıllara zarar teknolojik ve bilimsel gelişmeleri hemen benimseyememesi ve aslında yok farz etmesidir.
Biz benimsesek de benimsemesek de artık ABD, uzaydaki çalışmalarında ve araştırmalarında astronotların bile devreden çıkarıldığı otonom sistemlere geçmiş durumda.
16. yüzyılda Osmanlı’da, meleklerin bacaklarının izlendiği iddiasıyla yerle bir edilip yıkılan Takiyüddin Efendi'nin rasathanesini düşündüğümüzde ‘Büyük Türkiye’nin önündeki engellerin dış mihrakların işi olduğunu değil bizzat kendi dar kafalılığımız olduğunu kolayca anlarız.
İslamcı mütefekkirlerdeki bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik alerjisinin bu topraklarda İmam Gazali’ye uzanan köklü bir geçmişi vardır.
Bununla yüzleşmeden, kusura bakmayın; “Büyük Türkiye” olamayız.
Çünkü Türkiye, her şeye rağmen ve halâ; atananların, seçilenlerin ve kanaat önderlerinin tek başına yönetimine, sevk ve idaresine terk edilemeyecek kadar güzellikleri hak eden bir ülke.
O yüzden, bağımsız bir tefekkür geleneğini oturtmak ve sürdürmek elzem!
***
Alfa Yayınları’nın Alfa Bilim Serisi’nden çıkan Kerem Cankoçak (Caner Taslaman ile yaptığı TV tartışması izlenmeli) editörlüğünde hazırlanan yaklaşık 140 kitabın tamamını, Teksas Teknik Üniversitesi öğrencisi Çağrı Mert Bakırcı’nın hazırladığı “Evrenin Karanlığında Evrimin Işığı” adlı mühim çalışmayı, Yuval Noah Harari’nin yazdığı ‘Homo Deus’ adlı müthiş kitabı ve yeni çıkan “Eleştirel Kültür ve Psikesinema” adlı harika dergileri, dosta düşmana önermem gerekir.
Ayrıca Luc Besson yönetmenliğinde çekilen 2014 Fransız yapımı “Lucy” ve “Ghost in the Shell” filmlerini ise izlemediyseniz kaçırmayın!
Wikipedia yasağıyla da ilgili olarak; İngilizce versiyonunun bilim insanlarının bile kaynak olarak kabul edip kullandığı boyutta bir geçerliliği varken Türkçe versiyonunun ise “Allah’a emanet” yürüyen bir hali vardı.
Zaten giderek hazır kapsül bilgiye alışan yeni nesil için iyi bile oldu diyebiliriz, biraz açıp kitap okuyalım!
Daha genç olanlara tavsiyem, daima en kötü koşullara karşı kendimizi hazırlamak ve her zaman bardağın boş tarafını görmek.
İşler iyiye giderse ne âlâ!
Okuyan ve yazan insanlar olarak da eleştirel düşünceyi yerleştiremezsek, şüpheciliği koruyamazsak bilim, sanat, teknoloji ve hür tefekkür gelişemez, ilerleyemez ve ülkemize büyük kötülükler yapmış oluruz, bizden söylemesi!
Halihazırda ne yöne kanalize olacağını bilemeyen genç bir kitle de var; SETA’dan Nergis Dama’nın “Türkiye’nin Eğitim, Öğrenim ve Çalışma Sürecinde Olmayan Gençleri” başlıklı raporu uykuları kaçıracak cinsten!
***
Son bir soru;
Türkiye’nin TOKİ gibi afet projeleri dışında çağdaş bir çevre ve mimari politikası var mı, mesela Emre Arolat’ın kaç kişi farkında?
.
Halil Emrah Macit, dikGAZETE.com