Global hanedanlıklar uğruna Türk Milleti’nin savunma refleksini nasıl yok ediyorlar!

Global hanedanlıklar uğruna Türk Milleti’nin savunma refleksini nasıl yok ediyorlar!

Global hanedanlıklar uğruna Türk Milleti’nin savunma refleksini nasıl yok ediyorlar! Global hanedanlıklar uğruna Türk Milleti’nin savunma refleksini nasıl yok ediyorlar!

“İşgal edilen topraklarımızın kurtuluşu için canını, kanını hatta tüm varlığını feda edenler, Türk ülkesini inşa edenlerdir ve ‘Türk ülkesinin sahibi’dirler” şeklindeki anlayış, zihin kodlarımıza yerleştirilmişti.

Türk milleti, bu motivasyon ile “her Türk asker doğar” şiarını kanıksamış ve sahibi olduğu vatanına canı pahasına sahip çıkmak için gayret etmiştir.

Lakin, bu şiarı yok edip de bunun yerine “parayı basan vatanın sahibidir” sloganı yerleştirilmeye başlandığı tarih itibarı ile toplumu birleştiren ve güçlü kılan bağlar zayıflatılarak, çözülme sürecine girildi.

Toplumun sinir uçları ise algılara yerleştirilen bu anlayış sayesinde soğutularak tepki veremez duruma getirildi maalesef.

Dünya devletlerini incelerseniz, özgürlük mücadelesinin (savaşın) ardından kurulan tüm ülkelerin sahipleri, askeri motivasyona sahiptirler.

Ekonominiz ne kadar güçlü olursa olsun, günün sonunda müdafaa edilmesi gereken toprakların savunulması, yine eli silah tutanlar tarafından yapılmak zorundadır ve bu gerçek, hiçbir zaman değişmeyecektir diyebiliriz.

Bugün eli silah tutanların dahi ekonomik gücü elinde bulunduranlara bağımlı hale getiriliyor olması, savunma gücünün dahi çözülmeye doğru sürüklendiğinin işaretlerini vermektedir.

Bundan dolayı diyoruz ki; Devlet yapısı, askeri savunma ve ekonomik atılımlar yapan çift başlı ve eşgüdümlü çalışan bir yapı şekline büründürülmelidir.

“Özel şirketler, devlet kurumları gibi hareket edemezler!” şerhini de buraya not düşelim.

“Neden” diye sorulacak olursa!..

Global efendiliklerini tüm hayatın üzerine bir elbise gibi giydirmek isteyenler, neredeyse sınırsız sayılabilecek imtiyazların özel şirketlere verilmesi gerektiği anlayışına sahiptirler.

Bu anlayış, toplumun zihninde yer etmesi ön şart olan, “Millet, vatanın sahibidir” anlayışını yıkmak üzere derin çatlakların oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

Şayet imtiyazlar konusunda ısrar edenler belli sınırlar içerisine çekilemez ise refleksleri yok olmuş bir Millet’in, bu yıkıcı gerçeklik ile bir gün acı bir şekilde yüzleşmek zorunda kalması da kaçınılmaz olacaktır.

Ulus’un kendi kanun ve kurallar çerçevesi çizilmiş, uyumlu şekilde yaşamasına zemin sunan koruma kalkanı olan devletlerini yıkarak, yerine hanedanlık ikame etmek isteyenlerin motivasyonları nedir diye sorgulayacak olursak;

Olabildiğince fazla adette kendi karma kolonilerini oluşturmak ve bu sayede, günümüz şartlarında adına modern kölelik diyebileceğimiz insan yığınlarını sınırsız şekilde kullanarak dünyada söz sahibi olmayı istemektir diyebiliriz.

Devletler, Hanedanlıkların sınırlarını toplum adına çizen ve sınırlayan güçlü yapılardır.

Yanisi; Farklılıklarının zenginlik olarak kabul edildiği, toplumun iç içe, barış ve uyum içerisinde yaşamasına fırsat sunan “Güçlü Devlet zemini”nde hayat bulan “Milliyetçilik” kavramı, bu duruma panzehir olarak görülmesi gerekirken, sürekli olarak sulandırılmak istenmektedir.

Milliyetçilik, farklılıkları zenginlik olarak gören, karşılıklı kabulleniş ve toleranslar ile yaşayabilmek şeklinde değerlendirilen hâkim kanaattir aslında.

Dünya tarih sahnesi, bir tarafta özgürleşmeye ve huzur içinde beraberce yaşamaya gayret eden insanlığa karşı, insanlığı kontrol altına alarak köle durumuna getirmek isteyen küçük bir güruhun mücadele sahnesi olagelmiştir.

Sözü edilen bu güruh, aynı zamanda insanlığın içinden çıkanlardır. Kısacası “insanlıklarından çıkmış olanlar”dır şeklinde adlandırabiliriz aslında.!

Bu güruhun, hedeflerine ulaşmak için kullandıkları argümanlara gelecek olursak;

Güç karşısında Biat edilmesinin vurgusunu yapmaları, çeşitli kutsalları insanlığa dayatmaları, paranın her değerin üzerinde olduğunu topluma kanıksatmaya çalışmaları, ahlaklı olmanın hiç de önemli bir konu olmadığı anlayışına insanlığı alıştırma gayretleri, … vb. şeklinde uzun bir liste oluşmaktadır…

Bu garabet sisteme hizmet eden “filozoflar” bundan dolayı insanı bir tür “Hayvan” olarak tanımlarlar.

FİLOZOFLARA GÖRE İNSAN NEDİR?

KONFÜÇYUS: İnsan, öğrenen hayvandır.

THALES: İnsan, araştıran hayvandır.

SOFİSTLER: İnsan, kazanan hayvandır.

SOKRATES: İnsan, sorgulayan hayvandır.

PLATON: İnsan, toplumsal hayvandır.

ARİSTO: İnsan, düşünen hayvandır.

SEPTİKLER: İnsan, şüpheci hayvandır.

STOİKLER: İnsan, her şeye alışan hayvandır.

HERAKLIETOS: İnsan, tartışan hayvandır.

J. LOCKE: İnsan, deneyen hayvandır.

J. DEWEY: İnsan, çıkarını düşünen hayvandır.

I. KANT: İnsan, eleştiren hayvandır.

DESCARTES: İnsan, konuşan hayvandır.

G. W. HEGEL: İnsan, sistematik hayvandır.

GAZALİ: İnsan, tutarsız bir hayvandır.

A. CAMUS: İnsan, itiraz eden hayvandır.

K. POPPER: İnsan, yalanlayan bir hayvandır.

T. KHUNN: İnsan, teori kuran bir hayvandır.

K. MARX: İnsan, mücadeleci bir hayvandır.

E. FROMM: İnsan, seven bir hayvandır.

H. BERGSON: İnsan, araç yapan bir hayvandır.

F. NIETZSCHE: İnsan, düpedüz hayvandır.

İnsan’a göre beslenme zincirinin alt halkasında yer alan hayvan ile insanı, bir takım meziyetler insana yüklenmiş olsa dahi aynı seviyede buluşturan bu zihniyet, insanlığa karşı yapılacak olan her türlü hamlenin haklı çıkartılmasına da zemin sunacak algıya hizmet etmektedir.

Buna karşılık, toplumlar sosyal, kültürel, coğrafi farklılıklar şeklinde insanlıktan yana birleşip bütünleşerek, kendi savunma mekanizmaları olan Devlet yapılarını kurmuş ve sistemleştirmişlerdir.

Günümüzde bu savunma mekanizmaları teker teker yıkılarak, yerlerine insanları birer köle veya hayvan olarak gören sistemler inşa edilmek istenmektedir.

Türk akıl ve düşünce sistematiği bu duruma karşı çıkarak, insanlık adına hareket eden bir anlayış ile hayvanileş(tir)me çabaları ile köleliğe karşı mücadelesini vermektedir ve bundan da asla vazgeçmeyi düşünmeyen bir disipline sahiptir.

Son Söz;

“O’ndan geldik, yine O'na döneceğiz”

Bu şifre de gösteriyor ki; Sistem, sonsuz bir döngü üzerine kurulmuştur.

Ruh, akıl, fikir, zihin, enerji, düşünce, biyoloji, karbon, irade, vb. tüm parçaların (İnsanın bedeni) bir araya getirilmiş olması, farklı birçok varlığın bir bedende bütünleşerek “bilinç” oluşturması içindir.

Ve hesaba çekilecek olanın da “oluşturulan bilinç” olduğu mesajı net bir şekilde verilmiştir.

Diğer tüm bileşenler ise sadece bilinç oluşturulabilmesi için kullanıma sunulan ve sürekli bir bedenden başka bir bedene işlevi bittiğinde seyahat edenlerdir.

Saygılarımla.

.

Ali Karani, dikGAZETE.com

“İşgal edilen topraklarımızın kurtuluşu için canını, kanını hatta tüm varlığını feda edenler, Türk ülkesini inşa edenlerdir ve ‘Türk ülkesinin sahibi’dirler” şeklindeki anlayış, zihin kodlarımıza yerleştirilmişti.

Türk milleti, bu motivasyon ile “her Türk asker doğar” şiarını kanıksamış ve sahibi olduğu vatanına canı pahasına sahip çıkmak için gayret etmiştir.

Lakin, bu şiarı yok edip de bunun yerine “parayı basan vatanın sahibidir” sloganı yerleştirilmeye başlandığı tarih itibarı ile toplumu birleştiren ve güçlü kılan bağlar zayıflatılarak, çözülme sürecine girildi.

Toplumun sinir uçları ise algılara yerleştirilen bu anlayış sayesinde soğutularak tepki veremez duruma getirildi maalesef.

Dünya devletlerini incelerseniz, özgürlük mücadelesinin (savaşın) ardından kurulan tüm ülkelerin sahipleri, askeri motivasyona sahiptirler.

Ekonominiz ne kadar güçlü olursa olsun, günün sonunda müdafaa edilmesi gereken toprakların savunulması, yine eli silah tutanlar tarafından yapılmak zorundadır ve bu gerçek, hiçbir zaman değişmeyecektir diyebiliriz.

Bugün eli silah tutanların dahi ekonomik gücü elinde bulunduranlara bağımlı hale getiriliyor olması, savunma gücünün dahi çözülmeye doğru sürüklendiğinin işaretlerini vermektedir.

Bundan dolayı diyoruz ki; Devlet yapısı, askeri savunma ve ekonomik atılımlar yapan çift başlı ve eşgüdümlü çalışan bir yapı şekline büründürülmelidir.

“Özel şirketler, devlet kurumları gibi hareket edemezler!” şerhini de buraya not düşelim.

“Neden” diye sorulacak olursa!..

Global efendiliklerini tüm hayatın üzerine bir elbise gibi giydirmek isteyenler, neredeyse sınırsız sayılabilecek imtiyazların özel şirketlere verilmesi gerektiği anlayışına sahiptirler.

Bu anlayış, toplumun zihninde yer etmesi ön şart olan, “Millet, vatanın sahibidir” anlayışını yıkmak üzere derin çatlakların oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

Şayet imtiyazlar konusunda ısrar edenler belli sınırlar içerisine çekilemez ise refleksleri yok olmuş bir Millet’in, bu yıkıcı gerçeklik ile bir gün acı bir şekilde yüzleşmek zorunda kalması da kaçınılmaz olacaktır.

Ulus’un kendi kanun ve kurallar çerçevesi çizilmiş, uyumlu şekilde yaşamasına zemin sunan koruma kalkanı olan devletlerini yıkarak, yerine hanedanlık ikame etmek isteyenlerin motivasyonları nedir diye sorgulayacak olursak;

Olabildiğince fazla adette kendi karma kolonilerini oluşturmak ve bu sayede, günümüz şartlarında adına modern kölelik diyebileceğimiz insan yığınlarını sınırsız şekilde kullanarak dünyada söz sahibi olmayı istemektir diyebiliriz.

Devletler, Hanedanlıkların sınırlarını toplum adına çizen ve sınırlayan güçlü yapılardır.

Yanisi; Farklılıklarının zenginlik olarak kabul edildiği, toplumun iç içe, barış ve uyum içerisinde yaşamasına fırsat sunan “Güçlü Devlet zemini”nde hayat bulan “Milliyetçilik” kavramı, bu duruma panzehir olarak görülmesi gerekirken, sürekli olarak sulandırılmak istenmektedir.

Milliyetçilik, farklılıkları zenginlik olarak gören, karşılıklı kabulleniş ve toleranslar ile yaşayabilmek şeklinde değerlendirilen hâkim kanaattir aslında.

Dünya tarih sahnesi, bir tarafta özgürleşmeye ve huzur içinde beraberce yaşamaya gayret eden insanlığa karşı, insanlığı kontrol altına alarak köle durumuna getirmek isteyen küçük bir güruhun mücadele sahnesi olagelmiştir.

Sözü edilen bu güruh, aynı zamanda insanlığın içinden çıkanlardır. Kısacası “insanlıklarından çıkmış olanlar”dır şeklinde adlandırabiliriz aslında.!

Bu güruhun, hedeflerine ulaşmak için kullandıkları argümanlara gelecek olursak;

Güç karşısında Biat edilmesinin vurgusunu yapmaları, çeşitli kutsalları insanlığa dayatmaları, paranın her değerin üzerinde olduğunu topluma kanıksatmaya çalışmaları, ahlaklı olmanın hiç de önemli bir konu olmadığı anlayışına insanlığı alıştırma gayretleri, … vb. şeklinde uzun bir liste oluşmaktadır…

Bu garabet sisteme hizmet eden “filozoflar” bundan dolayı insanı bir tür “Hayvan” olarak tanımlarlar.

FİLOZOFLARA GÖRE İNSAN NEDİR?

KONFÜÇYUS: İnsan, öğrenen hayvandır.

THALES: İnsan, araştıran hayvandır.

SOFİSTLER: İnsan, kazanan hayvandır.

SOKRATES: İnsan, sorgulayan hayvandır.

PLATON: İnsan, toplumsal hayvandır.

ARİSTO: İnsan, düşünen hayvandır.

SEPTİKLER: İnsan, şüpheci hayvandır.

STOİKLER: İnsan, her şeye alışan hayvandır.

HERAKLIETOS: İnsan, tartışan hayvandır.

J. LOCKE: İnsan, deneyen hayvandır.

J. DEWEY: İnsan, çıkarını düşünen hayvandır.

I. KANT: İnsan, eleştiren hayvandır.

DESCARTES: İnsan, konuşan hayvandır.

G. W. HEGEL: İnsan, sistematik hayvandır.

GAZALİ: İnsan, tutarsız bir hayvandır.

A. CAMUS: İnsan, itiraz eden hayvandır.

K. POPPER: İnsan, yalanlayan bir hayvandır.

T. KHUNN: İnsan, teori kuran bir hayvandır.

K. MARX: İnsan, mücadeleci bir hayvandır.

E. FROMM: İnsan, seven bir hayvandır.

H. BERGSON: İnsan, araç yapan bir hayvandır.

F. NIETZSCHE: İnsan, düpedüz hayvandır.

İnsan’a göre beslenme zincirinin alt halkasında yer alan hayvan ile insanı, bir takım meziyetler insana yüklenmiş olsa dahi aynı seviyede buluşturan bu zihniyet, insanlığa karşı yapılacak olan her türlü hamlenin haklı çıkartılmasına da zemin sunacak algıya hizmet etmektedir.

Buna karşılık, toplumlar sosyal, kültürel, coğrafi farklılıklar şeklinde insanlıktan yana birleşip bütünleşerek, kendi savunma mekanizmaları olan Devlet yapılarını kurmuş ve sistemleştirmişlerdir.

Günümüzde bu savunma mekanizmaları teker teker yıkılarak, yerlerine insanları birer köle veya hayvan olarak gören sistemler inşa edilmek istenmektedir.

Türk akıl ve düşünce sistematiği bu duruma karşı çıkarak, insanlık adına hareket eden bir anlayış ile hayvanileş(tir)me çabaları ile köleliğe karşı mücadelesini vermektedir ve bundan da asla vazgeçmeyi düşünmeyen bir disipline sahiptir.

Son Söz;

“O’ndan geldik, yine O'na döneceğiz”

Bu şifre de gösteriyor ki; Sistem, sonsuz bir döngü üzerine kurulmuştur.

Ruh, akıl, fikir, zihin, enerji, düşünce, biyoloji, karbon, irade, vb. tüm parçaların (İnsanın bedeni) bir araya getirilmiş olması, farklı birçok varlığın bir bedende bütünleşerek “bilinç” oluşturması içindir.

Ve hesaba çekilecek olanın da “oluşturulan bilinç” olduğu mesajı net bir şekilde verilmiştir.

Diğer tüm bileşenler ise sadece bilinç oluşturulabilmesi için kullanıma sunulan ve sürekli bir bedenden başka bir bedene işlevi bittiğinde seyahat edenlerdir.

Saygılarımla.

.

Ali Karani, dikGAZETE.com