Önümüzdeki çağı da ıskalamayalım!
Önümüzdeki çağı da ıskalamayalım!
- 02-10-2022 19:39
- 40
- 02-10-2022 19:39
- 40
Önümüzdeki çağ, aydınlanma çağı olarak ön görülmektedir. Lütfen bu çağı da ıskalamayalım.
Toplumsal düzeyde zihinsel sıçramalar yaşanmadığı sürece, ilkel benliğin dışa vurumlarından sıyrılıp kurtulmak mümkün olamayacaktır. Hal böyle olunca da insanlık, cehalet sarmalı içerisinde debelenip durmakla birlikte gelişim gösteremeyecektir.
Özet olarak; İnsanoğlu, doğanın gücü karşısında korumasız olduğu süreci aştıkça, her şeye hükmetmesi gerektiği kanısına bir adım daha yaklaşıyor.
Aslında insanoğlunun doğadan öğrenmesi gereken en önemli ders hükmetmek değil, uyum sağlayabilme yeteneğinin geliştirilmesi olmalıdır kanaati, hâkim kanaat olmalıdır.
Manevi ve maddi alanlarda eşgüdümlü şekilde gelişim ve tekamüllerini başarabilen insanlık, ulaşması gereken hedefinin tabiat ile uyumlu olmak zorunda olduğunu er ya da geç görecektir.
Milyonlarca yıldır senkronize şekilde hareket eden yaşam (evrenin) döngüsü bizlere göstermektedir ki; bu kadar devasa bir hareketin karşısında aykırı davranmak, bütünüyle yanlıştır ve sonucu insanlığı felakete sürükleyecektir.
Tabiatın akışına karşı hareketlerde bulunmanın sonuçlarını değerlendirdikten sonra gelelim tüm diğer canlıların kendi aralarındaki rekabet veya karşılıklı etki altına alma hamlelerine.
Canlıların doğal ayıklanma sürecini takip edecek olursak, zayıf olanın hayatta kalma şansının az olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Bir canlı türü, tüm bu sürecin dışına çıkabilmeyi başarabilmiş durumdadır.
Yanisi; İNSANOĞLU…
Ama bu seferde insanın insan ile rekabetinde, zayıf kalanın hayatta kalma şansının az olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Tüm bu doğal seleksiyonun dışına çıkmayı başarabilen ‘insanoğlu’nun koymuş olduğu yeni kuralların kahir ekseriyeti, milyonlarca belki de milyarlarca yıldır işleyen ekosistemin tersi yönünde bir ivmeye sahiptir maalesef.
Başlangıçta insanlık, tabiatın etkisi karşısında hayatta kalmaya çalışılırken, içlerinden bazıları, edindikleri deneyim ve başarılar sayesinde, kendilerinin dışında tutmayı tercih ettikleri diğer insan yığınlarının üzerinde tahakküm kurma yoluna gitmiş olmaları büyük bir talihsizliktir.
Dini açıdan kendileri dışında kalan insanlığın hizmetli (alt sınıf) sınıfında olduğunu iddia edenler mi dersiniz, ekonomik gücü ellerine geçirip, kendilerini “ELİT sınıf” olarak addedenleri mi dersiniz, gerisini siz getirin artık.
Tüm bu yaşanan serüvenlerin temelinde yatan konsantrasyon, ilkel benliğin “hayatta kalabilmek için hükmetmek gerekir” bağımlılığından kaynaklanmakta olduğunu görürsünüz.
Şimdi insanın aklına şu soru geliyor;
Az sayıda da olsa zihinsel sıçramalarını yaparak belli birtakım aşamaları geçebilen küçük bir zümrenin, normalde insanlık adına faydalı olan girişimlerde bulunması gerektiğini düşünürüz.
Peki; neden bu küçük zümre, diğer insanlar üzerinde tahakküm kurma yolunu seçmektedir!?
İşte bu noktada “iyi ve kötü” kavramını ortadan kaldırarak yerine inşa etmeye çalıştığımız “sadece kendi çıkarları için çalışanlar ile insanlığın çıkarları için çalışanlar”ın ayrışması eylemi, kendisini göstermektedir.
Anlayacağımız; tabiatın güçlü etkisi karşısında birlik olan insanlık serüveni, kendi arasında bir fark gözetmiyor iken, tabiatın güçlü etkilerine karşı metodlar geliştirilen ve kudret sahibi olunan dönemde insanlık, iki farklı kulvara ayrılıyor.
Anonimden edinilen etkileyici bir cümle çarpmıştı kulağımıza;
“İnsan, güç ve iktidar sahibi değil iken gerçek karakterini gizler, asıl karakterini güçlü olduğu zaman ortaya koyar”
Bu durumu net olarak ortaya koyan kendi atasözümüz de mevcuttur aslında;
“Köprüyü geçene kadar ‘Ayı’ya dayı derler”
Bu durum insanlığın, özellikle de coğrafyamızın baskın karakteristik yapısına yanlış ve kasıtlı olarak yerleştirilmiş olan algının tespitini ortaya koymaktadır.
Diyebiliriz ki; birisini düşürdüğün kötü durumdan mutlu oluyorsan ve bu sana zevk veriyorsa ve hatta mutlu olmanın kodlarını, zihnine bu açıdan kayıt etmişsen, daima mutlu olmak isteyen beyin ve bilinçaltın, seni daima zulüm etmeye veya zulme sessiz kalmaya iter.
‘Son söz’ diyelim ve kalemi bırakalım;
Tüm yaşanmışlıkların dışında ortaya koyulması gereken erdemli davranış şeklini topluma yaymaktaki yol taşlarını döşeyebilmenin ön şartı, tutuculuğun beslediği radikalizmden kurtulmakla birlikte, cehalet sarmalında debelenerek tarih akışında geriye düşmekten kurtulmaktır.
Böylelikle değişim, dönüşüm ve gelişim sürecinde mesafe kat ederek zihinsel sıçramalarımızı yapabilir ve tekamüllerimizi elde etmiş oluruz.
Önümüzdeki çağ, aydınlanma çağı olarak ön görülmektedir. Lütfen bu çağı da ıskalamayalım.
Saygılarımla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Önümüzdeki çağ, aydınlanma çağı olarak ön görülmektedir. Lütfen bu çağı da ıskalamayalım.
Toplumsal düzeyde zihinsel sıçramalar yaşanmadığı sürece, ilkel benliğin dışa vurumlarından sıyrılıp kurtulmak mümkün olamayacaktır. Hal böyle olunca da insanlık, cehalet sarmalı içerisinde debelenip durmakla birlikte gelişim gösteremeyecektir.
Özet olarak; İnsanoğlu, doğanın gücü karşısında korumasız olduğu süreci aştıkça, her şeye hükmetmesi gerektiği kanısına bir adım daha yaklaşıyor.
Aslında insanoğlunun doğadan öğrenmesi gereken en önemli ders hükmetmek değil, uyum sağlayabilme yeteneğinin geliştirilmesi olmalıdır kanaati, hâkim kanaat olmalıdır.
Manevi ve maddi alanlarda eşgüdümlü şekilde gelişim ve tekamüllerini başarabilen insanlık, ulaşması gereken hedefinin tabiat ile uyumlu olmak zorunda olduğunu er ya da geç görecektir.
Milyonlarca yıldır senkronize şekilde hareket eden yaşam (evrenin) döngüsü bizlere göstermektedir ki; bu kadar devasa bir hareketin karşısında aykırı davranmak, bütünüyle yanlıştır ve sonucu insanlığı felakete sürükleyecektir.
Tabiatın akışına karşı hareketlerde bulunmanın sonuçlarını değerlendirdikten sonra gelelim tüm diğer canlıların kendi aralarındaki rekabet veya karşılıklı etki altına alma hamlelerine.
Canlıların doğal ayıklanma sürecini takip edecek olursak, zayıf olanın hayatta kalma şansının az olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Bir canlı türü, tüm bu sürecin dışına çıkabilmeyi başarabilmiş durumdadır.
Yanisi; İNSANOĞLU…
Ama bu seferde insanın insan ile rekabetinde, zayıf kalanın hayatta kalma şansının az olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz.
Tüm bu doğal seleksiyonun dışına çıkmayı başarabilen ‘insanoğlu’nun koymuş olduğu yeni kuralların kahir ekseriyeti, milyonlarca belki de milyarlarca yıldır işleyen ekosistemin tersi yönünde bir ivmeye sahiptir maalesef.
Başlangıçta insanlık, tabiatın etkisi karşısında hayatta kalmaya çalışılırken, içlerinden bazıları, edindikleri deneyim ve başarılar sayesinde, kendilerinin dışında tutmayı tercih ettikleri diğer insan yığınlarının üzerinde tahakküm kurma yoluna gitmiş olmaları büyük bir talihsizliktir.
Dini açıdan kendileri dışında kalan insanlığın hizmetli (alt sınıf) sınıfında olduğunu iddia edenler mi dersiniz, ekonomik gücü ellerine geçirip, kendilerini “ELİT sınıf” olarak addedenleri mi dersiniz, gerisini siz getirin artık.
Tüm bu yaşanan serüvenlerin temelinde yatan konsantrasyon, ilkel benliğin “hayatta kalabilmek için hükmetmek gerekir” bağımlılığından kaynaklanmakta olduğunu görürsünüz.
Şimdi insanın aklına şu soru geliyor;
Az sayıda da olsa zihinsel sıçramalarını yaparak belli birtakım aşamaları geçebilen küçük bir zümrenin, normalde insanlık adına faydalı olan girişimlerde bulunması gerektiğini düşünürüz.
Peki; neden bu küçük zümre, diğer insanlar üzerinde tahakküm kurma yolunu seçmektedir!?
İşte bu noktada “iyi ve kötü” kavramını ortadan kaldırarak yerine inşa etmeye çalıştığımız “sadece kendi çıkarları için çalışanlar ile insanlığın çıkarları için çalışanlar”ın ayrışması eylemi, kendisini göstermektedir.
Anlayacağımız; tabiatın güçlü etkisi karşısında birlik olan insanlık serüveni, kendi arasında bir fark gözetmiyor iken, tabiatın güçlü etkilerine karşı metodlar geliştirilen ve kudret sahibi olunan dönemde insanlık, iki farklı kulvara ayrılıyor.
Anonimden edinilen etkileyici bir cümle çarpmıştı kulağımıza;
“İnsan, güç ve iktidar sahibi değil iken gerçek karakterini gizler, asıl karakterini güçlü olduğu zaman ortaya koyar”
Bu durumu net olarak ortaya koyan kendi atasözümüz de mevcuttur aslında;
“Köprüyü geçene kadar ‘Ayı’ya dayı derler”
Bu durum insanlığın, özellikle de coğrafyamızın baskın karakteristik yapısına yanlış ve kasıtlı olarak yerleştirilmiş olan algının tespitini ortaya koymaktadır.
Diyebiliriz ki; birisini düşürdüğün kötü durumdan mutlu oluyorsan ve bu sana zevk veriyorsa ve hatta mutlu olmanın kodlarını, zihnine bu açıdan kayıt etmişsen, daima mutlu olmak isteyen beyin ve bilinçaltın, seni daima zulüm etmeye veya zulme sessiz kalmaya iter.
‘Son söz’ diyelim ve kalemi bırakalım;
Tüm yaşanmışlıkların dışında ortaya koyulması gereken erdemli davranış şeklini topluma yaymaktaki yol taşlarını döşeyebilmenin ön şartı, tutuculuğun beslediği radikalizmden kurtulmakla birlikte, cehalet sarmalında debelenerek tarih akışında geriye düşmekten kurtulmaktır.
Böylelikle değişim, dönüşüm ve gelişim sürecinde mesafe kat ederek zihinsel sıçramalarımızı yapabilir ve tekamüllerimizi elde etmiş oluruz.