Parayı takip edersen tüm senaryoyu doğru okursun!
Parayı takip edersen tüm senaryoyu doğru okursun!
- 12-12-2022 05:32
- 6061
- 12-12-2022 05:32
- 6061
Türkiye’yi koca bir tiyatro sahnesine çevirdik ve bütün dünyaya bu sahneyi izlettiriyoruz.
İyi role sahip olan da kötü role sahip olan da bu toprakların (coğrafyanın) çıkarlarına hizmet edecek şekilde hareket ettirilmektedir… Anlayacağınız herkes üzerine düşen rolü kendi kararı ve payı oranında oynamaktadır…
Temelinde katılımcılığı esas alan Türk milletinin kadim devlet aklı, kurduğu devletlerin saltanat halini almasına belli bir aşamaya kadar izin vermektedir.
Lakin o devletin haddi aştığını (Hak olan yoldan çıkıldığını) gördüğünde ise devleti yıkıp yerine yenisini kurduğu için bu akıl ve düşünce sistematiği hala kırılamayan “çelik çekirdek” olarak kalabilmeyi başarmıştır.
Bu arada, Devleti yıkmaktaki ana hedeflerden birisi de Dünya ile entegrasyonda eksik kalan sistemi ve sistemin nüfuzu altındaki milleti, daha bir üst seviyeye taşımak üzere hazırlanmış olan projeye uygun hale getirebilmek adına, çemberin genişletilmesi için yapılan önemli hamleler zincirinin halkalarından birisi olarak da görülebilir.
Bir Türk devletinin yıkılmasının işaretlerini gösteren şifrelerden birisi; işleyen sistemin “SALTANAT” halini almış olmasıdır. Şayet sistem böyle bir aşamaya geçmiş ise “O Türk devleti ya işgal edilmiş” veya o sistem, “Türklerin idaresi altında değildir” anlamına gelmektedir. Bundan dolayı o sistem, ortadan kaldırılır.
Türkler, tarihin akışı sırasında asla saltanat heveslisi olmamıştır.
Not: Devlet sınırlarının genişlemesi ile belli bir zümrenin sistemi ele geçirmesi taban tabana zıt anlam taşımaktadır.
Savaşların, çatışmaların veya rekabetlerin “yan etkileri”ni inceleyecek olursak bunu, tarafların zaman içerisinde birbirlerine benzeşmesi yönünde tetikleyen zincirleme reaksiyonlar olarak görmek mümkündür...
Bu tarifi yaptıktan sonra gelelim “Türk nedir, Arap nedir” sorusundaki en temel farkın ne olduğunun cevabını bulmaya!
Sahip olunan zihniyetleri karşılaştıracak olursak;
- Türklerde zihniyet; “İnsan ol öyle gel” denilmektedir. Bunu söylerken de sürekli bir kabulleniş durumu vardır; ayrıca insanlığa çağrı yapılırken evrensel bir davet söz konusudur.
- Araplarda zihniyet; “İslam ol öyle gel” denilmektedir. Dayatılan belli şartlar kabul edilmiş ise de “mevali" olarak kalmak şartı ile sınırlı bir kabulleniş vardır. Bunu söylerken de evrensellikten uzaklaşma durumu söz konusudur.
Bu noktada Türkleri ırkçılık ile suçlayarak hedef şaşırtanlar, kullandıkları “İslam maskesi” sayesinde gizleyebildikleri Arap ırkçılığını “sorgulanamayan kutsallar" üzerinden devam ettirebilmektedirler.
Yanisi;
Türklerin düşünce ve zihin dünyası, girdiği mücadele esnasında “İnsanlaştırma”ya gayret ederken, Arapların düşünce ve zihin dünyası, girdiği mücadele esnasında “fethedilenlerin Mevali olarak kalmaları şartı ile Müslüman” olabilmelerine gayret etmektedir.
Görüldüğü gibi bir taraf, insanlık tarafında buluşturmayı, eşit değerlere sahip olmayı istemektedir. Diğer taraf ise “üstün bir sınıf” olarak ortaya çıkarak kendisine eş değerde görmediği “kul, köle” olan bir alt sınıf oluşturma mücadelesi vermektedir.
Göstermeye çalıştığımız resim; Köleleştirmek ile karşıtı olan özgür ve eşdeğer kılmak üzere formatlanmış iki farklı düşünce ve zihin dünyasını birbirinden ayırmak ve kasten puslu hale getirilen resmi, daha net görebilmeyi sağlayabilmektir.
Yeri gelmişken notumuzu düşelim; Hiçbir kimse bir başka kimseyi Müslüman yapamaz!.. “Kişi, kendisi istediği andan itibaren Müslümanlaşma yolunda ilerleyebilir” dersek yanlış olur mu? Buyurun cevabını siz verin.
Buraya kadar makaleyi temellendirmeyi hedeflemiştik. Buradan sonra yatay bir geçiş yaparak makalede anlatmak istediğimiz öngörümüze kısaca değinelim.
2019 yılında kaleme aldığımız makalemizde vurgusunu yapmaya çalıştığımız konu olan; "TÜRKLER’İ ASALAKLAŞTIRMA, UYUŞTURMA ÇALIŞMALARINA DİKKAT EDİLMELİ!” (*) başlıklı makalemiz, ne kadar dikkate alındı bilinmez lakin, sahayı kokladığımızda görülmektedir ki milletin bir şekilde kendi direncini ortaya koyabileceği mekanizmaların tam olarak oluş(turul)madığını ve bu eksikliklerin yakın gelecekte ciddi manada kırılmalara sebebiyet verebileceğinin de hesaplanmış olmasını temenni ederiz.
Dünyadaki elitlerin çıkarlarını korumakla kendilerini görevlendiren ve sömürgeciler ile dayanışma içerisinde olanlar, yeraltı ve yerüstü zenginlikler yağmalanırken suç ortaklığı yapanlar, bir bir tespit edilerek ifşa edilmeli ve sistemin dışına atılmalıdırlar.
Mevcut sistemi sevk ve idare edenler arasında çokça mevcut olan bu güruhun parçaları, ifşa olmamak için ciddi senaryolar üretmekte ve kendilerini bir şekilde görünmez kılmaya çalışmaktadırlar.
Lakin; “PARAYI TAKİP EDERSEN TÜM SENARYOYU DOĞRU OKURSUN” sözü, çok doğru söylenmiş “Ata sözü” niteliğinde bir mesajdır.
SON SÖZ;
Bu coğrafyada çok güzel ve kaliteli şeyler her zaman icat edilir ve başlatılır.
Lakin kasten kronikleştirilmiş olan sorunumuz, başlattığımız şeyi sağlıklı bir rotada, istikrarlı şekilde tutamıyor ve devam ettiremiyor oluşumuzdur.
Bundan dolayı devamlılığı esas alan kadim köklere sahip devlet tecrübesinin, her bir ekonomik girişimin (yatırımın) istikrarlı şekilde devam edebilmesi adına önemli bir parçası ve dahi ortağı olması elzemdir.
En büyük sorunumuz sistemsizliktir!..
Özellikle “Hammadde, enerji, eğitim ve iletişim” alanlarında kontrolün devlet tekeline alınması ve istikrarlı bir sisteme kavuşturulması olmazsa olmazlardandır.
Özel sektörün serpilerek gelişebilmesi adına ‘“kelam yerindeyse suç cenneti” yapılan bir ülkede sistem kurabilmek mümkün olamayacaktır.
Özellikle Türk Devletleri Teşkilatının temellerinin atılmış olması ve tüm parça ve bileşenlerinin de bu temele uygun hale getirilmesinin söz konusu olduğu bir süreçte…
Türk Devletleri mekanizması, ticaretin temelini oluşturan belli kalemleri tekeline almadığı sürece kendi varlığı da daima tehdit edilebilir olacaktır.
Saygılarımla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
(*)
Türkiye’yi koca bir tiyatro sahnesine çevirdik ve bütün dünyaya bu sahneyi izlettiriyoruz.
İyi role sahip olan da kötü role sahip olan da bu toprakların (coğrafyanın) çıkarlarına hizmet edecek şekilde hareket ettirilmektedir… Anlayacağınız herkes üzerine düşen rolü kendi kararı ve payı oranında oynamaktadır…
Temelinde katılımcılığı esas alan Türk milletinin kadim devlet aklı, kurduğu devletlerin saltanat halini almasına belli bir aşamaya kadar izin vermektedir.
Lakin o devletin haddi aştığını (Hak olan yoldan çıkıldığını) gördüğünde ise devleti yıkıp yerine yenisini kurduğu için bu akıl ve düşünce sistematiği hala kırılamayan “çelik çekirdek” olarak kalabilmeyi başarmıştır.
Bu arada, Devleti yıkmaktaki ana hedeflerden birisi de Dünya ile entegrasyonda eksik kalan sistemi ve sistemin nüfuzu altındaki milleti, daha bir üst seviyeye taşımak üzere hazırlanmış olan projeye uygun hale getirebilmek adına, çemberin genişletilmesi için yapılan önemli hamleler zincirinin halkalarından birisi olarak da görülebilir.
Bir Türk devletinin yıkılmasının işaretlerini gösteren şifrelerden birisi; işleyen sistemin “SALTANAT” halini almış olmasıdır. Şayet sistem böyle bir aşamaya geçmiş ise “O Türk devleti ya işgal edilmiş” veya o sistem, “Türklerin idaresi altında değildir” anlamına gelmektedir. Bundan dolayı o sistem, ortadan kaldırılır.
Türkler, tarihin akışı sırasında asla saltanat heveslisi olmamıştır.
Not: Devlet sınırlarının genişlemesi ile belli bir zümrenin sistemi ele geçirmesi taban tabana zıt anlam taşımaktadır.
Savaşların, çatışmaların veya rekabetlerin “yan etkileri”ni inceleyecek olursak bunu, tarafların zaman içerisinde birbirlerine benzeşmesi yönünde tetikleyen zincirleme reaksiyonlar olarak görmek mümkündür...
Bu tarifi yaptıktan sonra gelelim “Türk nedir, Arap nedir” sorusundaki en temel farkın ne olduğunun cevabını bulmaya!
Sahip olunan zihniyetleri karşılaştıracak olursak;
- Türklerde zihniyet; “İnsan ol öyle gel” denilmektedir. Bunu söylerken de sürekli bir kabulleniş durumu vardır; ayrıca insanlığa çağrı yapılırken evrensel bir davet söz konusudur.
- Araplarda zihniyet; “İslam ol öyle gel” denilmektedir. Dayatılan belli şartlar kabul edilmiş ise de “mevali" olarak kalmak şartı ile sınırlı bir kabulleniş vardır. Bunu söylerken de evrensellikten uzaklaşma durumu söz konusudur.
Bu noktada Türkleri ırkçılık ile suçlayarak hedef şaşırtanlar, kullandıkları “İslam maskesi” sayesinde gizleyebildikleri Arap ırkçılığını “sorgulanamayan kutsallar" üzerinden devam ettirebilmektedirler.
Yanisi;
Türklerin düşünce ve zihin dünyası, girdiği mücadele esnasında “İnsanlaştırma”ya gayret ederken, Arapların düşünce ve zihin dünyası, girdiği mücadele esnasında “fethedilenlerin Mevali olarak kalmaları şartı ile Müslüman” olabilmelerine gayret etmektedir.
Görüldüğü gibi bir taraf, insanlık tarafında buluşturmayı, eşit değerlere sahip olmayı istemektedir. Diğer taraf ise “üstün bir sınıf” olarak ortaya çıkarak kendisine eş değerde görmediği “kul, köle” olan bir alt sınıf oluşturma mücadelesi vermektedir.
Göstermeye çalıştığımız resim; Köleleştirmek ile karşıtı olan özgür ve eşdeğer kılmak üzere formatlanmış iki farklı düşünce ve zihin dünyasını birbirinden ayırmak ve kasten puslu hale getirilen resmi, daha net görebilmeyi sağlayabilmektir.
Yeri gelmişken notumuzu düşelim; Hiçbir kimse bir başka kimseyi Müslüman yapamaz!.. “Kişi, kendisi istediği andan itibaren Müslümanlaşma yolunda ilerleyebilir” dersek yanlış olur mu? Buyurun cevabını siz verin.
Buraya kadar makaleyi temellendirmeyi hedeflemiştik. Buradan sonra yatay bir geçiş yaparak makalede anlatmak istediğimiz öngörümüze kısaca değinelim.
2019 yılında kaleme aldığımız makalemizde vurgusunu yapmaya çalıştığımız konu olan; "TÜRKLER’İ ASALAKLAŞTIRMA, UYUŞTURMA ÇALIŞMALARINA DİKKAT EDİLMELİ!” (*) başlıklı makalemiz, ne kadar dikkate alındı bilinmez lakin, sahayı kokladığımızda görülmektedir ki milletin bir şekilde kendi direncini ortaya koyabileceği mekanizmaların tam olarak oluş(turul)madığını ve bu eksikliklerin yakın gelecekte ciddi manada kırılmalara sebebiyet verebileceğinin de hesaplanmış olmasını temenni ederiz.
Dünyadaki elitlerin çıkarlarını korumakla kendilerini görevlendiren ve sömürgeciler ile dayanışma içerisinde olanlar, yeraltı ve yerüstü zenginlikler yağmalanırken suç ortaklığı yapanlar, bir bir tespit edilerek ifşa edilmeli ve sistemin dışına atılmalıdırlar.
Mevcut sistemi sevk ve idare edenler arasında çokça mevcut olan bu güruhun parçaları, ifşa olmamak için ciddi senaryolar üretmekte ve kendilerini bir şekilde görünmez kılmaya çalışmaktadırlar.
Lakin; “PARAYI TAKİP EDERSEN TÜM SENARYOYU DOĞRU OKURSUN” sözü, çok doğru söylenmiş “Ata sözü” niteliğinde bir mesajdır.
SON SÖZ;
Bu coğrafyada çok güzel ve kaliteli şeyler her zaman icat edilir ve başlatılır.
Lakin kasten kronikleştirilmiş olan sorunumuz, başlattığımız şeyi sağlıklı bir rotada, istikrarlı şekilde tutamıyor ve devam ettiremiyor oluşumuzdur.
Bundan dolayı devamlılığı esas alan kadim köklere sahip devlet tecrübesinin, her bir ekonomik girişimin (yatırımın) istikrarlı şekilde devam edebilmesi adına önemli bir parçası ve dahi ortağı olması elzemdir.
En büyük sorunumuz sistemsizliktir!..
Özellikle “Hammadde, enerji, eğitim ve iletişim” alanlarında kontrolün devlet tekeline alınması ve istikrarlı bir sisteme kavuşturulması olmazsa olmazlardandır.
Özel sektörün serpilerek gelişebilmesi adına ‘“kelam yerindeyse suç cenneti” yapılan bir ülkede sistem kurabilmek mümkün olamayacaktır.
Özellikle Türk Devletleri Teşkilatının temellerinin atılmış olması ve tüm parça ve bileşenlerinin de bu temele uygun hale getirilmesinin söz konusu olduğu bir süreçte…
Türk Devletleri mekanizması, ticaretin temelini oluşturan belli kalemleri tekeline almadığı sürece kendi varlığı da daima tehdit edilebilir olacaktır.