Hiçbir şeye toptan karşı veya toptan taraf olunamaz!
Hiçbir şeye toptan karşı veya toptan taraf olunamaz!
- 27-09-2019 09:04
- 657
- 27-09-2019 09:04
- 657
Hiçbir düşünce veya uygulama, için “Yüzde yüz doğrudur” veya “Yüzde yüz yanlıştır” diyemeyiz.
Diğer makalelerde vurgusunu yaptığım, “Siyaset dilinin toplumu ayrıştırarak kutuplaştırdığı” vurgusu, toplumu ayrıştırarak kötü emellerine siyaset mekanizmasının hizmet etmesini amaç edinenlerin bir türlü tesbit edilerek zararsız hale getirilemedikleri gerçeğidir.
Gurupların veya özellikle siyasi partilerin içerisindeki kötü niyet taşıyanları ayırabilmek veya tesbit edebilmek, kurduğumuz diyaloglar esnasında yapılan pozitif ve yapıcı eleştiriler sayesinde mümkün olacaktır.
Karşılıklı olarak suçlamalar şeklinde değil, sakin ve soğukkanlı şekilde kurulan çözüm odaklı diyaloglar, bahsi geçen art niyetliler tarafından kendilerini gizleyebilmeleri adına sürekli olarak sabote edilmektedir.
Sağlıklı diyalogların gerçekleşmediği ortamlar, o art niyetlilerin kendilerine dokunulmazlık elde edercesine garantide oldukları bir platforma dönüşmektedir. Bu şekilde istediklerini yapabilme rahatlığını da bulabiliyorlar.
Böylelikle, kısır döngüye hapsedilen toplumun, çaresizlik sarmalına sokulması ile birlikte, sorunlara çözüm bulunması gerekirken, uzlaşmayı sağlama ihtimali olan güvenilir ve iyi insanların da ayırt edilmeden, açılan kocaman bir parantezin içine fişlenerek atılmaları sonucunu gerçekleştirmektedir. Bununla birlikte de topyekün çatışma zemini içerisinde kaoslar inşa edilmektedir.
İşin Türkçe’si; emek harcamadan, zahmet etmeden, kolay yol seçilip tarihe tarihi kişi ve vakalara karşı olduğu gibi, toptan yargılama yapma hatasına düşülmektedir.
Makam ve mevki sahibi olanların görevi, sorunlara çareler ve çözümler bulmakla birlikte, devamlılığın sorunsuz şekilde ilerlemesini sağlamaktır.
Tarih not eder; yargılama yapmaz!..
Karşılıklı suçlamalar ile farklı kamplara ayrıştırılan bireyler (toplum) ne yazık ki kendilerini ayrıştıranları takip etmek zorunda bırakılıyorlar.
Takip etmeyenleri de toplumun kabul etmediği bir suçlama ile yalnızlaştırma ve izole etme acımasızlığını da kullanarak, toplumu teslim alma süreci tamamlanmış oluyor.
Bunun altında yatan gerçek sebep ise tesbit edilmeden, kendilerine destek olanların sayısını artırma isteğidir.
Anlayacağımız, sabotajlar ve manüplasyonlar arasına sıkıştırılmış ve sürekli olarak şiddet ile beslenmeye zorlanan diyaloglardaki üsluplarımız, hayati önem kazanmaktadır.
Karşılıklı bağırma, hakaret ve suçlamaların eksik olmadığı TV programlarından tutun da günlük sosyal hayatta bile sağlıklı diyalogların yok olduğu bir atmosferi hep birlikte solumaktayız.
Bu şekilde sürüp giden ilişkiler şekli ile doğru bir sonuç alınması mümkün olamaz.
“Acilen bu sarmal döngü içerisinden toplumu çekip çıkartmak ve çaresizliğe mahkum edilmenin önünü almak elzemdir” dersek yanlış olmayacaktır.
Kısır döngü içerisine sokulan sosyal hayat, kısır döngüden çıkış yolunu nasıl bulacaktır?
-Mağduriyetler yaratılan sosyal hayatta bireylerin diyalog şekli, hak aramak üzere değil, doğru olanı bulmak üzere formatlanmak zorundadır.
-Herşeyden önce sakin olmayı başarmak zorundayız, böylelikle algılarımız daima açık kalacaktır. Çünkü algıların kapalı olduğu ortamda iletişimden bahsetmek mümkün olmayacaktır.
BÖYLELİKLE AHLAKİ/ETİK ÇERÇEVE, İSTER İSTEMEZ SINIRLARI ÇİZECEKTİR.
Siyasetin, toplumu yanlışa sürüklemesi, beraberinde ödenmesi gereken bedelleri de getireceğinden, bizlerin üzerine düşen görev, sakin kalarak soğukkanlılığımızı korumakla brilikte, doğru olanı topluma vermek zorunluluğumuz vardır.
Toplum açısından olması gereken, karınca kararınca anlatılmaya çalışıldı.
Şimdi ise; YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI’nın üzerine düşen görevleri sıralamak gerekir…
Yani her seferinde, “Devlet, üzerine düşen görevi doğru şekilde yapıyor mu?..” sorusunu sormak durumundayız ki otokontrol, zamanla disipline dönüşebilsin…
Hiçkimsenin kendisini adaletin (kanunların) üzerinde göremeyeceği şekilde davranışları tetikleyecek kodlamaların kurgulanması gerekmektedir.
Yapılacak tek bir iltimas veya kayırma dahi, adaletin olmadığı kanaatini tetikleyeceği için, bundan kaçınmak elzemdir.
KANUNLARI UYGULAYANLARIN DAHİ KANUNLAR KARŞISINDA SORUMLU OLDUKLARINI VE YAPILAN YANLIŞ BİR UYGULAMADA, CEZAİ UYGULAMANIN KENDİLERİNİ DE BULACAĞINI SÜREKLİ OLARAK HATIRLATMAK GEREKMEKTEDİR.
Kanunlar, sadece “Toplumu kontrol etme ve şekillendirme mekanizması” olarak gösterilmemelidir.
İdari mekanizmanın içerisinde görev icra edenlerin de kanunlar karşısında, herhangi bir dokunulmazlıkları olmadan sorumlu olmaları gerekmektedir.
“Makamı ve mevkisi ne olursa olsun!..” diyerek bitirelim.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Hiçbir düşünce veya uygulama, için “Yüzde yüz doğrudur” veya “Yüzde yüz yanlıştır” diyemeyiz.
Diğer makalelerde vurgusunu yaptığım, “Siyaset dilinin toplumu ayrıştırarak kutuplaştırdığı” vurgusu, toplumu ayrıştırarak kötü emellerine siyaset mekanizmasının hizmet etmesini amaç edinenlerin bir türlü tesbit edilerek zararsız hale getirilemedikleri gerçeğidir.
Gurupların veya özellikle siyasi partilerin içerisindeki kötü niyet taşıyanları ayırabilmek veya tesbit edebilmek, kurduğumuz diyaloglar esnasında yapılan pozitif ve yapıcı eleştiriler sayesinde mümkün olacaktır.
Karşılıklı olarak suçlamalar şeklinde değil, sakin ve soğukkanlı şekilde kurulan çözüm odaklı diyaloglar, bahsi geçen art niyetliler tarafından kendilerini gizleyebilmeleri adına sürekli olarak sabote edilmektedir.
Sağlıklı diyalogların gerçekleşmediği ortamlar, o art niyetlilerin kendilerine dokunulmazlık elde edercesine garantide oldukları bir platforma dönüşmektedir. Bu şekilde istediklerini yapabilme rahatlığını da bulabiliyorlar.
Böylelikle, kısır döngüye hapsedilen toplumun, çaresizlik sarmalına sokulması ile birlikte, sorunlara çözüm bulunması gerekirken, uzlaşmayı sağlama ihtimali olan güvenilir ve iyi insanların da ayırt edilmeden, açılan kocaman bir parantezin içine fişlenerek atılmaları sonucunu gerçekleştirmektedir. Bununla birlikte de topyekün çatışma zemini içerisinde kaoslar inşa edilmektedir.
İşin Türkçe’si; emek harcamadan, zahmet etmeden, kolay yol seçilip tarihe tarihi kişi ve vakalara karşı olduğu gibi, toptan yargılama yapma hatasına düşülmektedir.
Makam ve mevki sahibi olanların görevi, sorunlara çareler ve çözümler bulmakla birlikte, devamlılığın sorunsuz şekilde ilerlemesini sağlamaktır.
Tarih not eder; yargılama yapmaz!..
Karşılıklı suçlamalar ile farklı kamplara ayrıştırılan bireyler (toplum) ne yazık ki kendilerini ayrıştıranları takip etmek zorunda bırakılıyorlar.
Takip etmeyenleri de toplumun kabul etmediği bir suçlama ile yalnızlaştırma ve izole etme acımasızlığını da kullanarak, toplumu teslim alma süreci tamamlanmış oluyor.
Bunun altında yatan gerçek sebep ise tesbit edilmeden, kendilerine destek olanların sayısını artırma isteğidir.
Anlayacağımız, sabotajlar ve manüplasyonlar arasına sıkıştırılmış ve sürekli olarak şiddet ile beslenmeye zorlanan diyaloglardaki üsluplarımız, hayati önem kazanmaktadır.
Karşılıklı bağırma, hakaret ve suçlamaların eksik olmadığı TV programlarından tutun da günlük sosyal hayatta bile sağlıklı diyalogların yok olduğu bir atmosferi hep birlikte solumaktayız.
Bu şekilde sürüp giden ilişkiler şekli ile doğru bir sonuç alınması mümkün olamaz.
“Acilen bu sarmal döngü içerisinden toplumu çekip çıkartmak ve çaresizliğe mahkum edilmenin önünü almak elzemdir” dersek yanlış olmayacaktır.
Kısır döngü içerisine sokulan sosyal hayat, kısır döngüden çıkış yolunu nasıl bulacaktır?
-Mağduriyetler yaratılan sosyal hayatta bireylerin diyalog şekli, hak aramak üzere değil, doğru olanı bulmak üzere formatlanmak zorundadır.
-Herşeyden önce sakin olmayı başarmak zorundayız, böylelikle algılarımız daima açık kalacaktır. Çünkü algıların kapalı olduğu ortamda iletişimden bahsetmek mümkün olmayacaktır.
BÖYLELİKLE AHLAKİ/ETİK ÇERÇEVE, İSTER İSTEMEZ SINIRLARI ÇİZECEKTİR.
Siyasetin, toplumu yanlışa sürüklemesi, beraberinde ödenmesi gereken bedelleri de getireceğinden, bizlerin üzerine düşen görev, sakin kalarak soğukkanlılığımızı korumakla brilikte, doğru olanı topluma vermek zorunluluğumuz vardır.
Toplum açısından olması gereken, karınca kararınca anlatılmaya çalışıldı.
Şimdi ise; YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI’nın üzerine düşen görevleri sıralamak gerekir…
Yani her seferinde, “Devlet, üzerine düşen görevi doğru şekilde yapıyor mu?..” sorusunu sormak durumundayız ki otokontrol, zamanla disipline dönüşebilsin…
Hiçkimsenin kendisini adaletin (kanunların) üzerinde göremeyeceği şekilde davranışları tetikleyecek kodlamaların kurgulanması gerekmektedir.
Yapılacak tek bir iltimas veya kayırma dahi, adaletin olmadığı kanaatini tetikleyeceği için, bundan kaçınmak elzemdir.
KANUNLARI UYGULAYANLARIN DAHİ KANUNLAR KARŞISINDA SORUMLU OLDUKLARINI VE YAPILAN YANLIŞ BİR UYGULAMADA, CEZAİ UYGULAMANIN KENDİLERİNİ DE BULACAĞINI SÜREKLİ OLARAK HATIRLATMAK GEREKMEKTEDİR.
Kanunlar, sadece “Toplumu kontrol etme ve şekillendirme mekanizması” olarak gösterilmemelidir.
İdari mekanizmanın içerisinde görev icra edenlerin de kanunlar karşısında, herhangi bir dokunulmazlıkları olmadan sorumlu olmaları gerekmektedir.
“Makamı ve mevkisi ne olursa olsun!..” diyerek bitirelim.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com