Hıristiyanlıkta Saint Paul var da, Müslümanlıkta da St. Paul(ler) var mı!

Hıristiyanlıkta Saint Paul var da, Müslümanlıkta da St. Paul(ler) var mı!

Maksadım din üzerinden bir tartışma başlatmak değil. Tam aksine dini tekellerden kurtarma gayretidir.

İSLAM; Tek olan Allah’ın varlığına Kayıtsız-Şartsız, Âmâsız-Fakatsız teslim olmaktır.

Allah cc’nün kendi varlığını Cebrail aleyhisselam vasıtası ile insanoğluna bildirdiği an itibari ile insanoğlu için İSLAM süreci başlatılmış oldu. 

Daha öncesinde diğer canlıları da kendi varlığından haberdar ettiğine de iman ederim. 

Bu konuda fazla bilgiye sahip olmadığım için kelam etmem doğru değil.

Âdem Aleyhisselam ve devamında gönderilen ve tebliğ için görevlendirilen Peygamberlerin hepsi, Tek olan Allah’ın varlığını ve O’na iman edilmesinin şart olduğunu insanoğluna anlatmaya çalışmışlar.

İnsanlığın ilahi kurallardan tamamı ile sapmalar yaşadığı her dönemde, yaşanan kırılmalar ve sapmaların ardından tekrar rotasına sokulması için bilinen (Âdem Aleyhisselam) başlangıç ve sonrasında sırası ile diğer Peygamberler olmak üzere; 

Âdem Aleyhisselam, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti Davut ve (Oğlu-Kıral) Hazreti Süleyman, Hazreti İsa, Hazreti Muhammed (sav) gönderilmiştir. Başka peygamberler de gelmiştir, lakin büyük etki oluşturan ana omurgabu şekilde ve belirgin olarak devam etmiştir.

Hıristiyan Din Tarihi...

Paul (ya da Seul) M.S. ilk yıllarda Tarsus’ta bir Yahudi olarak dünyaya geldi.

Ailesi aynı zamanda Roma vatandaşlık hakkına sahip büyük bir çadır üreticisiydi.

Genç yaşında eğitim için gittiği Kudüs’te yeni yayılmaya başlayan Hıristiyanlığa karşı yapılan saldırıların içinde yer aldı.

Bir süre, İsa’ya inananları şiddet kullanarak caydırmaya çalıştı ve her konuda olduğu gibi bu çabasında da çok gayretli göründü.

Özellikle İstefan’ın taşlanarak öldürülmesinde gösterdiği sevinç, Hıristiyan oluşundan sonra da unutulmadı.

Şam’a kaçan Hıristiyanların peşinden giderken rüyasında "Hz. İsa"yı görmesiyle başlayan St. Paul efsanesi, hiç kuşku yok ki, İncil içerisinde yer alarak günümüze kadar sürmüştür.

Bu gayretiyle Hıristiyan kilisesinde önemli bir yere sahip olmuş ve St. Pier ile birlikte kilise kurucusu olarak kabul görmüştür. (Kaynak; https://tarsuslife.blogspot.com/p/tarsuslu-st-paul.html)

*

Kendi mecrasında gelişen Hıristiyanlık için önemli bir kırılma noktası olarak değerlendirilen St. Paul;

- İhtiraslarının peşinde koşan bir kimlik miydi?

- Tarihe yön vermek isteyen bir kimlik miydi?

- Gerçeğin peşinde koşan bir kimlik miydi?

Bu soruların cevabını bulmak Hıristiyanların konusudur diyelim.

Türk Din Tarihi...

Tek Tanrı’ya inanılmasına rağmen eski Türk devletlerinde Türkhalkı, dini bir toplum değil, daha çok siyasi bir karakteresahipti.

Yani, sistem kurmak amacı güden devletçi bir akıl yapısı vardı.

Bundan dolayı din adamlarına büyük saygı duyulmuş fakat siyasihayata karışmalarına izin verilmemiştir. 

Tarihte TürklerAsya’nın farklı bölgelerinde çok sayıda devlet kurmuşlar.

Devletlerin en fazla tanınanı; M.Ö. 210 yılında Mete Han’ın babası Teoman Yabgu’yu yenerek kurduğu Hun İmparatorluğu’dur. 

"Bir milletin böylesine büyük bir devleti kurabilmesi için köklü bir gelenekten (Tecrübeden) beslenmesi gerekir" demek yerinde olur. 

Sistemlerini Adalet, Devlet, Akıl ve Hakkına Kanaat üzere kurgulamışlardır.

*

Türklerde görülen inanışlar sırasıyla; 

Totemizm, Şamanizm, Tabiatın gücü, Atalar Kültü, Gök Tanrı İnancı ve Müslümanlıktır.

Bugün Türkler, dini (İslam’ı) akıl yolu ile idrak etmekte ve yaşamaktadırlar. 

İbrani - Arap Din tarihi...

Araplar, İslamiyet öncesi Arap Yarımadası'nda göçebe olarak yaşıyorlardı.

Geçimlerini ise hayvancılıkla sağlıyorlar, ayrıca bazı Araplar da Arabistan'ın iç kesimindeki vahalarda tarımcılık yapıyorlardı.

Bunların yanında önemli geçim kaynaklarından biri de çöl âdetiolan kervan soygunlarıydı.

Arapların İslam öncesi örgütlenme biçimleriyse Bedevi klasik sistemidir. (Kaynak; sorularlaislamiyet.com)

*

Arapların yapılanması ne idi, Müslümanlık ile tanıştıktan sonra hangi karaktere büründüler?

Anlatılan tarih üzerinden okuma yapılınca, 

Hazreti İbrahim’in iki oğlu (İshak ve İsmail) üzerinden Arap ve Yahudilerin amcazade olduklarını iddia etmek yanlış kabul görmez.

İbranî terimi, “îbrî” veya “Hibrî” kelimelerinden türetilmiş, M.Ö. 15-14. yüzyıllarda Filistin’e gelen göçebe kabile.

“Öte yakanın insanları” demek olan İbrani kelimesi, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür yakasından gelen göçmenleri işaret etmek olarak aktarılıyor.

İsrail terimine gelince; Tevrat’ta nakledildiğine göre, "Tanrı ve insanlar ile güreşip yenen" anlamında, Tanrı tarafından Yakub’a verilen bir unvan. 

Fakat Yahudi ansiklopedisi (The Universal Jewish Ency-clopedia, New York 1948) kelimenin “Tanrı’yla mücadele eden” anlamı taşıdığını da belirtmektedir.

*

Yukarıda anlatılan tarihsel bilgilerin verilme amacı sorgulamamızı geçmişe giderek yapmak değil, günümüzde yaşananları anlamaamacını taşımaktadır.

Öyle Ya; 

Geçmiş geleceğin aynasıdır. Yaşadığımız An ise tam ortasıdır. Geçmişte ne kadar derine bakarsak, gelecekte o kadar ileriyi görebiliyoruz.

Bu güne kadar yapılabilmiş tüm inceleme ve araştırmalar sonrasında anlam verebildiğimiz tek şey, insanoğlunun tapacağı bir ilah ihtiyacının olmasıdır.

Bu ihtiyacın karşılığı ise "Yaratıcı"sına kavuşarak, öğretici dengeyi bulması olmuştur.

Batılı filozofların, kendilerini (genel görüş budur) bir yaratıcı düşüncesi dışında tutarak, insanın tabiat kuralları karşısında düştüğü çaresizliği (büyük ölçüde) temeline bağlaması, bir düşünce sistematiği oluşturmuş. 

Semavi dinler ise bir yaratıcının olduğu gerçeği üzerinden giderek (insanlığın hafızasında) birikim sağlamıştır.

Bir tarafta St. Paul ve St. Pier ile birlikte kilise kurucusu olarak kabul görenler.

Bir tarafta Tanrı'yı reddeden ve her şeyi madde üzerine kurgulayanlar.

Bir tarafta, tarihi boyunca Adalet, Devlet, Akıl ve Hakkına Kanaatüzerinden sistem (devlet) kuranlar. 

Bir tarafta “amcazadeleri" arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadeleyi yaşayanlar.

*

 Burada şu soruları sormak gerekiyor; 

1- Tarih boyunca yaşanan çatışmaların temelini, din mi oluşturuyor? 

2- İnsanoğlunun, “Benim bildiğim (doğrudur) olacak" iddiası mı oluşturuyor? 

3- Mülkün sahibi olmak için üretilen gerekçeler mi oluşturuyor?

Kabul edelim etmeyelim, geçmişte ve bugün dâhi yaşanan çatışmaların ana sebeplerinden olan çatışmaların temeli, "Benim bildiğim doğrudur (olacak)" iddiası ve Mülkün sahibi olmak için üretilen gerekçeler olduğu gerçeğidir.

Yazının başlığında, "Hıristiyanlıkta St. Paul var da, Müslümanlıkta St. Paul(lar) Var mı" diye sorarken dikkat çekmeye çalıştığım noktaya geldik.

- Birileri, "Aklını kullan (Allah’ı) doğruyu bul!.." diyor.

- Birileri, "Kur-an’ı oku, yazılanları (emirleri) aynen tatbik et!.." diyor.

- Birileri, "Sen Kur-an’ı anlamazsın, söylediklerimi yapacaksın!.." diyor. Hele ki bazıları da "Allah adına" söylüyor.

Allah rızası için çabalayanların akıbetini Allah cc bilir. Allah için değil de, "Allah adına konuşanlar" nasıl hesap verirler bilemiyorum.

Sorulması gereken asıl soru şöyle olmalı aslında.

Tarih boyunca ve dahi bugün yaşanan çatışmaları, "Dini kendi çıkarları için kullananlar" mı oluşturuyor? 

Genelleme yapmadan söylüyorum; Herkesin kafasında bu düşünce hâkim ise durum çok vahim ve acilen açıklığa kavuşturulması gereken ciddi bir sorun var demektir.

Şayet bugün, dikkatli davranıp sap ile samanı ayıramaz isek,"Müslüman dünyada St. Paul(ler) çıkarsa halimiz nice olur" diye düşünmemiz elzem.

*

Bu arada; Dr. Ahmet Gelişgen’in makalelerinde yayınladığı tesbitleri de gözden kaçırılacak gibi değil hani!

İslami İlimler Uzmanı, Akademisyen, Araştırmacı, Yazar,  12 yılı aşkın süre Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlığı görevinde bulunmuş. Anlayacağınız hayatını bu işe vakfetmiş. (ahmetgelisgen.com)

*

Bugün, Müslüman dünyada yerli veya yabancı St. Paul(ler) var mı? Şayet var ise kim veya kimlerdir?

.

Ali Karani, dikGAZETE.com

Maksadım din üzerinden bir tartışma başlatmak değil. Tam aksine dini tekellerden kurtarma gayretidir.

İSLAM; Tek olan Allah’ın varlığına Kayıtsız-Şartsız, Âmâsız-Fakatsız teslim olmaktır.

Allah cc’nün kendi varlığını Cebrail aleyhisselam vasıtası ile insanoğluna bildirdiği an itibari ile insanoğlu için İSLAM süreci başlatılmış oldu. 

Daha öncesinde diğer canlıları da kendi varlığından haberdar ettiğine de iman ederim. 

Bu konuda fazla bilgiye sahip olmadığım için kelam etmem doğru değil.

Âdem Aleyhisselam ve devamında gönderilen ve tebliğ için görevlendirilen Peygamberlerin hepsi, Tek olan Allah’ın varlığını ve O’na iman edilmesinin şart olduğunu insanoğluna anlatmaya çalışmışlar.

İnsanlığın ilahi kurallardan tamamı ile sapmalar yaşadığı her dönemde, yaşanan kırılmalar ve sapmaların ardından tekrar rotasına sokulması için bilinen (Âdem Aleyhisselam) başlangıç ve sonrasında sırası ile diğer Peygamberler olmak üzere; 

Âdem Aleyhisselam, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti Davut ve (Oğlu-Kıral) Hazreti Süleyman, Hazreti İsa, Hazreti Muhammed (sav) gönderilmiştir. Başka peygamberler de gelmiştir, lakin büyük etki oluşturan ana omurgabu şekilde ve belirgin olarak devam etmiştir.

Hıristiyan Din Tarihi...

Paul (ya da Seul) M.S. ilk yıllarda Tarsus’ta bir Yahudi olarak dünyaya geldi.

Ailesi aynı zamanda Roma vatandaşlık hakkına sahip büyük bir çadır üreticisiydi.

Genç yaşında eğitim için gittiği Kudüs’te yeni yayılmaya başlayan Hıristiyanlığa karşı yapılan saldırıların içinde yer aldı.

Bir süre, İsa’ya inananları şiddet kullanarak caydırmaya çalıştı ve her konuda olduğu gibi bu çabasında da çok gayretli göründü.

Özellikle İstefan’ın taşlanarak öldürülmesinde gösterdiği sevinç, Hıristiyan oluşundan sonra da unutulmadı.

Şam’a kaçan Hıristiyanların peşinden giderken rüyasında "Hz. İsa"yı görmesiyle başlayan St. Paul efsanesi, hiç kuşku yok ki, İncil içerisinde yer alarak günümüze kadar sürmüştür.

Bu gayretiyle Hıristiyan kilisesinde önemli bir yere sahip olmuş ve St. Pier ile birlikte kilise kurucusu olarak kabul görmüştür. (Kaynak; https://tarsuslife.blogspot.com/p/tarsuslu-st-paul.html)

*

Kendi mecrasında gelişen Hıristiyanlık için önemli bir kırılma noktası olarak değerlendirilen St. Paul;

- İhtiraslarının peşinde koşan bir kimlik miydi?

- Tarihe yön vermek isteyen bir kimlik miydi?

- Gerçeğin peşinde koşan bir kimlik miydi?

Bu soruların cevabını bulmak Hıristiyanların konusudur diyelim.

Türk Din Tarihi...

Tek Tanrı’ya inanılmasına rağmen eski Türk devletlerinde Türkhalkı, dini bir toplum değil, daha çok siyasi bir karakteresahipti.

Yani, sistem kurmak amacı güden devletçi bir akıl yapısı vardı.

Bundan dolayı din adamlarına büyük saygı duyulmuş fakat siyasihayata karışmalarına izin verilmemiştir. 

Tarihte TürklerAsya’nın farklı bölgelerinde çok sayıda devlet kurmuşlar.

Devletlerin en fazla tanınanı; M.Ö. 210 yılında Mete Han’ın babası Teoman Yabgu’yu yenerek kurduğu Hun İmparatorluğu’dur. 

"Bir milletin böylesine büyük bir devleti kurabilmesi için köklü bir gelenekten (Tecrübeden) beslenmesi gerekir" demek yerinde olur. 

Sistemlerini Adalet, Devlet, Akıl ve Hakkına Kanaat üzere kurgulamışlardır.

*

Türklerde görülen inanışlar sırasıyla; 

Totemizm, Şamanizm, Tabiatın gücü, Atalar Kültü, Gök Tanrı İnancı ve Müslümanlıktır.

Bugün Türkler, dini (İslam’ı) akıl yolu ile idrak etmekte ve yaşamaktadırlar. 

İbrani - Arap Din tarihi...

Araplar, İslamiyet öncesi Arap Yarımadası'nda göçebe olarak yaşıyorlardı.

Geçimlerini ise hayvancılıkla sağlıyorlar, ayrıca bazı Araplar da Arabistan'ın iç kesimindeki vahalarda tarımcılık yapıyorlardı.

Bunların yanında önemli geçim kaynaklarından biri de çöl âdetiolan kervan soygunlarıydı.

Arapların İslam öncesi örgütlenme biçimleriyse Bedevi klasik sistemidir. (Kaynak; sorularlaislamiyet.com)

*

Arapların yapılanması ne idi, Müslümanlık ile tanıştıktan sonra hangi karaktere büründüler?

Anlatılan tarih üzerinden okuma yapılınca, 

Hazreti İbrahim’in iki oğlu (İshak ve İsmail) üzerinden Arap ve Yahudilerin amcazade olduklarını iddia etmek yanlış kabul görmez.

İbranî terimi, “îbrî” veya “Hibrî” kelimelerinden türetilmiş, M.Ö. 15-14. yüzyıllarda Filistin’e gelen göçebe kabile.

“Öte yakanın insanları” demek olan İbrani kelimesi, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür yakasından gelen göçmenleri işaret etmek olarak aktarılıyor.

İsrail terimine gelince; Tevrat’ta nakledildiğine göre, "Tanrı ve insanlar ile güreşip yenen" anlamında, Tanrı tarafından Yakub’a verilen bir unvan. 

Fakat Yahudi ansiklopedisi (The Universal Jewish Ency-clopedia, New York 1948) kelimenin “Tanrı’yla mücadele eden” anlamı taşıdığını da belirtmektedir.

*

Yukarıda anlatılan tarihsel bilgilerin verilme amacı sorgulamamızı geçmişe giderek yapmak değil, günümüzde yaşananları anlamaamacını taşımaktadır.

Öyle Ya; 

Geçmiş geleceğin aynasıdır. Yaşadığımız An ise tam ortasıdır. Geçmişte ne kadar derine bakarsak, gelecekte o kadar ileriyi görebiliyoruz.

Bu güne kadar yapılabilmiş tüm inceleme ve araştırmalar sonrasında anlam verebildiğimiz tek şey, insanoğlunun tapacağı bir ilah ihtiyacının olmasıdır.

Bu ihtiyacın karşılığı ise "Yaratıcı"sına kavuşarak, öğretici dengeyi bulması olmuştur.

Batılı filozofların, kendilerini (genel görüş budur) bir yaratıcı düşüncesi dışında tutarak, insanın tabiat kuralları karşısında düştüğü çaresizliği (büyük ölçüde) temeline bağlaması, bir düşünce sistematiği oluşturmuş. 

Semavi dinler ise bir yaratıcının olduğu gerçeği üzerinden giderek (insanlığın hafızasında) birikim sağlamıştır.

Bir tarafta St. Paul ve St. Pier ile birlikte kilise kurucusu olarak kabul görenler.

Bir tarafta Tanrı'yı reddeden ve her şeyi madde üzerine kurgulayanlar.

Bir tarafta, tarihi boyunca Adalet, Devlet, Akıl ve Hakkına Kanaatüzerinden sistem (devlet) kuranlar. 

Bir tarafta “amcazadeleri" arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadeleyi yaşayanlar.

*

 Burada şu soruları sormak gerekiyor; 

1- Tarih boyunca yaşanan çatışmaların temelini, din mi oluşturuyor? 

2- İnsanoğlunun, “Benim bildiğim (doğrudur) olacak" iddiası mı oluşturuyor? 

3- Mülkün sahibi olmak için üretilen gerekçeler mi oluşturuyor?

Kabul edelim etmeyelim, geçmişte ve bugün dâhi yaşanan çatışmaların ana sebeplerinden olan çatışmaların temeli, "Benim bildiğim doğrudur (olacak)" iddiası ve Mülkün sahibi olmak için üretilen gerekçeler olduğu gerçeğidir.

Yazının başlığında, "Hıristiyanlıkta St. Paul var da, Müslümanlıkta St. Paul(lar) Var mı" diye sorarken dikkat çekmeye çalıştığım noktaya geldik.

- Birileri, "Aklını kullan (Allah’ı) doğruyu bul!.." diyor.

- Birileri, "Kur-an’ı oku, yazılanları (emirleri) aynen tatbik et!.." diyor.

- Birileri, "Sen Kur-an’ı anlamazsın, söylediklerimi yapacaksın!.." diyor. Hele ki bazıları da "Allah adına" söylüyor.

Allah rızası için çabalayanların akıbetini Allah cc bilir. Allah için değil de, "Allah adına konuşanlar" nasıl hesap verirler bilemiyorum.

Sorulması gereken asıl soru şöyle olmalı aslında.

Tarih boyunca ve dahi bugün yaşanan çatışmaları, "Dini kendi çıkarları için kullananlar" mı oluşturuyor? 

Genelleme yapmadan söylüyorum; Herkesin kafasında bu düşünce hâkim ise durum çok vahim ve acilen açıklığa kavuşturulması gereken ciddi bir sorun var demektir.

Şayet bugün, dikkatli davranıp sap ile samanı ayıramaz isek,"Müslüman dünyada St. Paul(ler) çıkarsa halimiz nice olur" diye düşünmemiz elzem.

*

Bu arada; Dr. Ahmet Gelişgen’in makalelerinde yayınladığı tesbitleri de gözden kaçırılacak gibi değil hani!

İslami İlimler Uzmanı, Akademisyen, Araştırmacı, Yazar,  12 yılı aşkın süre Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlığı görevinde bulunmuş. Anlayacağınız hayatını bu işe vakfetmiş. (ahmetgelisgen.com)

*

Bugün, Müslüman dünyada yerli veya yabancı St. Paul(ler) var mı? Şayet var ise kim veya kimlerdir?

.

Ali Karani, dikGAZETE.com