Kadim Uzaylılar

Kadim Uzaylılar

Kadim Uzaylılar Kadim Uzaylılar

KADİM UZAYLILAR 

Uzay şimdi-burası,

'Uzaylılar' da çoktan aramızda.

Çakma uzay, uzaylı masallarına itibar edenleri, günün birinde, “Nuh'un gemisi” misali kurtarıyoruz deyip;

Çöle, okyanusa, alemin bilinmeyen bir köşesine atıverirler, görürler günlerini.

"Mars'ın ilk şehrinin" ismi ne olsunmuş. 'New Nevada'. Seversiniz siz. Sembol de 

İkinci N ters, Çakma M, alt-üst edilmişliğin ifadesi için.

İşin ilginç yanı;

Böyle yapsalar, tıkıldıkları yeri 'uzay' başka bir gezegen sanacak, 

'Dışarısı çok tehlikeli, tehditlerle dolu' diye burun ucunu dahi çıkarmayı aklına getiremeyecek milyonlar varmış.

Diyorlar ki; Alemin derdi sizi mi gerdi.

Bu defa minnoş mırnav yazalım madem.

Çiftlikte at, köpek, kedi, inek, kuş gibi çok hayvanla muhatap oldum.

Lisedeyken bahçeli evde kedimiz vardı. 

Tüm gün bahçede ve ötesinde kafasına göre gezerdi. 

Kapıya çıkıp çağırdığımızda koşa koşa gelirdi.

Gündüz de eve girerdi canı isterse. Geceleri, yatağımın başucuna denk koltukta yatardı. 

Yatağımıza ve hiçbir koşulda yemek masasına çıkmazdı.

Sıkıştıran çocuklara bir kere dönüp pati atmaz, sadece ellerinden kaçmaya çalışırdı.

Hiçbirimizi tırmalamadı. 

Fazla küçükken getirmişlerdi. Gece-gündüz ağlıyordu. 

Kendini bir mobilyanın altına sıkıştırıp, oradan hiç çıkmıyordu.

Hiçbir şey yemiyordu. Poşet ucunu kesip kucağımda ağzına damlattıklarımla büyüttüm.

Onu anladım. İletişim kurdum. Sakinleşti.

Adını bu ilk hallerinden dolayı NAZLI koydum.

Ucunu bizim tuttuğumuzu gördüğü hiçbir şeyle ilgilenmezdi.

Hiç iple-yumakla oynatamadık.

Fakat yaman avcı. 

Yavrularına seslenişin farkını anlamıştım artık. 

Bir gün merak edip baktım:

Patinin altında bi kertenkele. Gururla tutuyor. Yavrular etrafına gelince, birkaç taktik verdikten sonra aniden bıraktı. 

Yavrulardan hızlı tepki gelmezse yerinden hareket etmeden dönüp pat! Yine tutuyordu. 

Resmen avlanmayı öğretiyor.

Hep üç yavru. 

Ve hep ikisi noktasına kadar aynı, pufidik ve oyuncu karakterde ikiz. 

Biri çelimsiz, farklı. Ve bu mağrur 'delikanlı' havalarında.

“Arkadaki depoya kedi kadar fareler dolmuş” demişti annem ilk döndüğümüzde.

Kavimler göçü halinde ortadan toz oldular. Biri bile kalmadı.

Bir gün, bahçede bir yılan bulmuş. 

Belgesel gibi izledik. 

Yılan kaçarken kuyruğuna vuruyor. Yılanın kafa otomatik havaya kalkınca basıyor tokadı.

Sonunda hareketsiz kaldı. Biz öldü dedik, bu yutmadı. 

Son hamlesini yaptı ve işi bitirdi.

Yiyecek mi diye baktık. Bir-iki dürtmedi bile. Çekti gitti. O kadar emin.

Çok sonraları anlayacaktım; 

Kediler, karşıdakinin bilinci açık değil mi net biliyor. 

Numarayı asla yemiyor. 

Demek ki bunlar sırf olduğu için avlanmazmış. 

Fareleri yediğini de hiç görmedik. Etle kemikle beslediğimizden de değil. Kedi maması zaten yaygın değildi o zamanlar. Biz ne yiyorsak o. 

Saha koruması bu.

Kediyi tetiklemesi için, sahasında tanımlanmayan bir cismin hareket etmesi yeterliymiş.

Keyfine de düşkündü. Klasik müzik dinlerdi. Setin önüne yatıp, kuyruğuyla eşlik ederdi. 

Parçalar arası eslerde de kafasını kaldırıp "E hadi!"...

Rock, arabesk, pop filan açılırsa koşarak kaçardı.

Frekans, ayarını bozuyorsa demek...

Mutlu, huzurlu, sevgi dolu ve son derece şahsiyetli bir kediydi. 

Başlarda "İstemeem!" diyen annem bile son karede, el işi yaparken kucağına oturtup seviyordu.

"Köpeeek! Asla!" diyen annem, sonradan çiftlikteki köpeklere de bakacak, iletişim kuracak, 

ve hepsini ayrı sevecekti.

Gece kapıyı açtıracaksa doğrudan anneme giderdi. 

Kimin bilincinin uyanmaya daha yakın olduğunu bile bilir bunlar.

Ne desek anlar, yapardı.

Bizi her gün yeniden hayretlere düşürürdü.

Anlat anlat bitmez.

Bir hayvanla iletişim kurmak çok ilginç ve değişik bir durum. 

Yakınlık kurduğumuz insanlar gibi; Yerine başkası koyulmuyor. Her can biriciktir.

Bağlanıp kaybetmek ve özel bahçesiz evde zor geldiğinden tekrar hiç düşünmemiştim. 

Ta ki kızım, apartman bahçesine terk edilmiş, henüz kulağı bile çıkmamış yaralı bir yavruya kayıtsız kalamayıncaya kadar. 

Tatilden bir döndüm; Siyah-beyaz tek avucumdan küçük bi 'çirkin'

Tavrımdan emin olmadığından, bağlanmamak için isim koymamış.

İyileştirip sahiplendirecekmiş.

Hayvanların da yemek için şartlı oynatılmasına karşı olduğum gibi,

Buna da karşıyım. 

Hayvan kimde gözünü açtıysa, lütfen mümkünse devam etsin.

O yavru, muhtemelen zayıf diye terk edilmiş. Beraberindeki kardeşi ölmüştü bulunduğunda. 

Hiç anne bilmemiş belki. İlk tanıdığı ilişki kızım. Annesi olduğundan, olacağından da değil;

'Sevgi kanalı' artık O olduğundan.

Anne, 'sevgi kanalıdır' zaten.

Bu 'kanalı' yanlış tanımlayanlar, ileride sevgiyi de dolayısıyla bu sanırlar.

Kediler dokundurmasa bile sevgiye, şefkate, ilgiye çok ihtiyaç duyarlar.

Çoğunlukla bize katkıdır bu da. 

Bir nevi şifacı bunlar.

Bize katkı için gelmişti. Bunu da hissettim.

Bakıyoruz filan hikaye. 

'Uzaylı bunlar' bakış açısı çok yerinde. 

Hepsi de birbirinden değişik.

Hiç değilse, Odağımızı şimdi-buraya çekerler. 

Yalnızca şimdi-burada yaşarız. Zihniyetin gezdiği yerlerde değil. 

Şimdi-Buradaki gerçek hayata odak, farkındalık, bilinç başlı başına şifaymış meğersem. 

Öğretilerin ucu hep buna çıkar.

Sevgi neşe hissini açığa çıkarırlar. 

Şimdiye, şimdideki varlığa şükran, sevinç, coşku demektir ki; Varlığımızın buna verdiği karşılığa paha biçilemez.

Ve kediler gelmek istedikleri yeri bulur. Kedi aramamız ve sahiplenme çabalarımız yersiz.

Bu minnak kedinin adını YODA koyduk ve bizde kaldı.

Yenidoğan bir canlının zekası aklımı almıştı.

Bunlar doğar doğmaz bilinçli iletişim kurabiliyorlar. 

Başka hangi canlıda gördüm bunu?

Büyüdü, evde sinek avlıyor baktık. Yalnız kalmasın diye ikinciye de razı oldum. “Bu son” şerhi ile :))

Sonra 'MissCat' bebek geldi. MİSKET SU dedik ona. Tam bir dişil enerji.

Yoda buna kıhlayıp kaçıyordu. Hiç umrunda değil. El kadar haliyle bodoslama üstüne yürüyordu.

Tüm patileri havada açıp üstüne atladığı sahneyi unutamıyorum. :)

Namı 'CESUR' kaldı.

Bazen 'Vahşi' de derim ona. Yemeği kapıp gitmeler, inanılmaz çevik atlayışlar, hızlı hızlı hareketler...

Aptal cesur” da değil. Tanımlayamadığı her durumda anında kendini korumayı da biliyor. Önce bir siniyor, emin ise çıkıyor.

Gözlerimin önünde 'ana' vasfının iç güdüsünü gördüm sanki.

Bu, yavrusuna dokunanı paralar.

Öte yandan inanılmaz şefkat ve sevgi arsızı. Gelir 'miyav miyav' zorla sevdirir.

Yoda miyavlamaz bile pek. 'Ağır abi'. Canı oynamak isterse de bildiğin çocuk. Sataşır, üstümüze atlar. Kovalamaca, saklambaç, top...

Ondan kaçsa da topu biz getireceğiz yalnız.

En sevdiğimiz; Uzaktan koşarak gelir, onu görebileceğimiz yerde acayip bir şov yapar giderdi.

Misket Su gelince bize: "Siz yapamıyordunuz zaten." havalarına girdi.

Bir süre sonra anlaştılar. Oynuyorlar. Beraber dışarıyı seyrediyorlar. 

Yoda artık bizimle oynamıyor. Fakat kendini uyku gelmeden de sevdirmenin bir sakıncası olmadığını görmüş bu arada.

Elimizi uzattığımızda kaçmıyor. Yine de halen "Yeter fazla uzatmayın" ayarı.

Fakat öyle bir ayrı ki sevgi dili;

Her sabah kalktığımda koşarak yanıma gelir ve selamlar.

Eve her girdiğimde de.

Yemek verirken asla arsızlık yapmaz. Kendinden çok emin bekler. Ve önce teşekkür edip başlar.

Ortamda kafasına göre takılırken birden durur, bize seslenir, biraz gözlerini kısıp sevgiyle bakar, işine devam eder.

Bunları hiç öğretmedik.

'Ödül' mamalarını bile hiç şartlı vermedik.

İçinden gelmiş.

Kim demiş “kediler nankör” diye.

Kediler, verdiğimizi sandıklarımızın katmerlisini iade eder zaten.

Sırf varlığı ile.

Ötesi, ŞAHSİYET meselesi.

Kaldı ki bundan da öğreneceklerimiz olabilir;

Kendi hakkına girerek de olsa, "Hayır" demeyi bilmeyene, 

Bedeni "Hayır" demeyi çok iyi bilir. 

Beden yalan yaşayamaz, yalan söyleyemez, 'mış' gibi yapamaz.

Beden dilini tüm katmanlarında bilen bir canlı.

Birinde, sokakta ağaca tırmanan bir çocuk gördüm. Diğerleri de onu izliyor.

Yavru kedi saatlerdir o yüksek daldan inemiyormuş. 

"İner o, inmezse yine itfaiye çağırırsınız isterseniz." dedim.

Kediye gülümseyerek baktııım, baktııım, baktııım... Aniden gözlerimi kapadım. 

İmgesini zihnimde görüyordum artık.

Önce sevgilerimi ilettim.

"Sen bir kedisin. Oradan inmeyi biliyorsun. Bu senin genlerinde var. Zaten biliyorsun. Hatırla." dedim ve gülümseyemeye devam ederken gözlerimi açtım. 

Minicik kedideki hayret ifadesi tarifsizdi. Gözlerini benden ayırmıyordu. Ben de sadece gülümsemeye devam ederek ona bakıyorum. 

Gözlerini benden ayırmadan, bir alttaki dala pati atmaya cesaret etti ve kaşla-göz arasında indi. Çocuklar sevinç çığlıkları atıyordu. 

Tam olarak söylediklerimizin anlamı ve duygusuna odaklanırsak, hayvanlar ne söylediğimizi anlıyor. 

Bu evrenin ortak dili sanırım.

SAMİMİYET!

Neyse onu, tümüyle dışarıya yansıtan bir varlık.

Birbirleriyle de alakaları yok ya;

En temelde;

Bahçe gibi doğal ortamlarda özgürce yaşayanlar ve eve kapattıklarımız çok farklı.

Ne olursa olsun. Ne verirsen ver. Temel bir fark var.

Düşünüyorum da;

Çocukken biz de bahçelerde sokaklarda, doğal ortamlardaydık hep.

Şimdi?

İçini dinleyen, etrafına şuurla bakan az,

Ekran başlarında, dört duvarda, hep bir dışarıya tepkili çoğu.

Bunlara “15 dk'lık toplama kampı” şirinlemesi yapmak, krizler uydurmak çocuk oyuncağı olsa gerek.

At, kurt, köpek, kuş, inek, öküz, kuzu, keçi de yazabilirdim. Hepsi için deneyimle çok anı, farkındalık biriktirdim. 

Hepsi ayrı.

Fakat 'hayvanlar alemi' bunlardan da ibaret değil zaten.

Hepsinin ayrı ayrı varoluş amacı var.

Hepsi bir parçamızın tezahürü.

Hepsi bir denge, ahenk unsuru.

Tamam da şu biraz ilginç değil mi?

Bu kediler neden periyodik düzende 'imha' mitine takılmakta?

Kaç köpek büyüttük, onların yeri de ayrı. 

Fakat hiç hepsini birden salmayız. 

Hiçbir zaman çiğ et vermeyiz. Açık yaraya saldırsın mı yani?

Hele çeteleşmiş sürüsü başka bir türdür bunların. 

Bakarsan insanlarda da farklı değilmiş ya bu, neyse...

Orantısızca köpek salınması bile ilkin kedileri temizlemek için olabilir.

Köpek popülasyonun arttığı yerlerde farelerin yüzeye çıktığını görürsünüz.

Sırf etrafta kedi olmaması da yetebilir.

Paris, NY filan hep fare dolu derler. E basit bir çözümü var. Neden?

Sokak kedileri neyinize dokunuyor?

Köpekler hayvan da kedi değil mi? 

Bunları beslediğiniz tavuk, kuzu değil mi? 

Tabiat örtüsünü, çiçeklerini bitirdiğiniz arı hayvan değil mi?

Tarihten bugüne kedilerle ayrı bir dertleri var.

Kediler aslen zihniyetleri şifalandırmakla görevli sanki.

Bu herhalde.

Şimdi-buraya neşeli odakla frekans yükseltici.

Madem öyle, "Bir kedim bile yok" diyorsan;

Şimdi-Burada neşeli hissettiren ne var?

Gerçek etrafına bi bak.

Kendini, varlığının sadece şimdideki hakikatini kabul et, bir yaşa önce.

Şimdi-buradaki neşe frekansında;

Bu zihni-sinir zibidiler toz gibi silkelenir, frekanstan düşerler.

Zihni şimdiye, gerçek varlığın odağına, neşesine, şükrüne ayar yapınca,

Zaten yoklar zira.

Eski antenli televizyonları düşünün. Davetsiz kanallar parazit ederse biri çatıya çıkar anten ayarını yerine getirirdi.

Kediler de bu işte belki.

Mmmmrrrrk. Ayar çekildi.

Suya atılan taş misali manyetik alan dalgalandı.

Ondan da fiziken çok uyurlar belki.

Daimi şimdi-burada odaklı kalmanın, 

Hatta yakın zaman dilimlerini algılamanın enerjisi sık şarj ediliyor demek ki.

Şuuru uyanamayan herkesi şimdi-buradaki varlığına uyandırmak için katkıya gelmişler sanki.

Şimdi, şunu da sorabiliriz artık;

-Zihin mi kafanın içinde; Yoksa kafa mı zihnin içinde?

Bu tabiat da biz'im, hayvanlar da...

HAYALLER de.

#HÖH 

Hayallere Özgürlük Hareketi

**

Ne düşündüğümüze, neleri bilinçle hayal ettiğimize, derinlere ekilmiş beklentilerimize dikkat edelim.

Şimdi-Burada hiçbiri yoklar.

Ya hiçbir fikrim olmasaydı?

Bir sevinçle itimat bilseydim?

Bir de şahsen kendimin ve keyfimin hakikaten ne istediğini?

Ve hemen 'istemediklerinizi' saydırmayın bunu sorunca.

Hep istemediklerimizi düşünürsek, istemediklerimizle sınanıyoruz sanki.

Dualarınızı bile istemediklerinizi anarak söylüyorsunuz.

GERÇEKTE NE İSTEDİĞİNİZİ VE BUNUNLA NASIL HİSSEDEBİLECEĞİNİZİ HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ Kİ?

Mmmmmrrrr

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

 

????

 

 

 .

KADİM UZAYLILAR 

Uzay şimdi-burası,

'Uzaylılar' da çoktan aramızda.

Çakma uzay, uzaylı masallarına itibar edenleri, günün birinde, “Nuh'un gemisi” misali kurtarıyoruz deyip;

Çöle, okyanusa, alemin bilinmeyen bir köşesine atıverirler, görürler günlerini.

"Mars'ın ilk şehrinin" ismi ne olsunmuş. 'New Nevada'. Seversiniz siz. Sembol de 

İkinci N ters, Çakma M, alt-üst edilmişliğin ifadesi için.

İşin ilginç yanı;

Böyle yapsalar, tıkıldıkları yeri 'uzay' başka bir gezegen sanacak, 

'Dışarısı çok tehlikeli, tehditlerle dolu' diye burun ucunu dahi çıkarmayı aklına getiremeyecek milyonlar varmış.

Diyorlar ki; Alemin derdi sizi mi gerdi.

Bu defa minnoş mırnav yazalım madem.

Çiftlikte at, köpek, kedi, inek, kuş gibi çok hayvanla muhatap oldum.

Lisedeyken bahçeli evde kedimiz vardı. 

Tüm gün bahçede ve ötesinde kafasına göre gezerdi. 

Kapıya çıkıp çağırdığımızda koşa koşa gelirdi.

Gündüz de eve girerdi canı isterse. Geceleri, yatağımın başucuna denk koltukta yatardı. 

Yatağımıza ve hiçbir koşulda yemek masasına çıkmazdı.

Sıkıştıran çocuklara bir kere dönüp pati atmaz, sadece ellerinden kaçmaya çalışırdı.

Hiçbirimizi tırmalamadı. 

Fazla küçükken getirmişlerdi. Gece-gündüz ağlıyordu. 

Kendini bir mobilyanın altına sıkıştırıp, oradan hiç çıkmıyordu.

Hiçbir şey yemiyordu. Poşet ucunu kesip kucağımda ağzına damlattıklarımla büyüttüm.

Onu anladım. İletişim kurdum. Sakinleşti.

Adını bu ilk hallerinden dolayı NAZLI koydum.

Ucunu bizim tuttuğumuzu gördüğü hiçbir şeyle ilgilenmezdi.

Hiç iple-yumakla oynatamadık.

Fakat yaman avcı. 

Yavrularına seslenişin farkını anlamıştım artık. 

Bir gün merak edip baktım:

Patinin altında bi kertenkele. Gururla tutuyor. Yavrular etrafına gelince, birkaç taktik verdikten sonra aniden bıraktı. 

Yavrulardan hızlı tepki gelmezse yerinden hareket etmeden dönüp pat! Yine tutuyordu. 

Resmen avlanmayı öğretiyor.

Hep üç yavru. 

Ve hep ikisi noktasına kadar aynı, pufidik ve oyuncu karakterde ikiz. 

Biri çelimsiz, farklı. Ve bu mağrur 'delikanlı' havalarında.

“Arkadaki depoya kedi kadar fareler dolmuş” demişti annem ilk döndüğümüzde.

Kavimler göçü halinde ortadan toz oldular. Biri bile kalmadı.

Bir gün, bahçede bir yılan bulmuş. 

Belgesel gibi izledik. 

Yılan kaçarken kuyruğuna vuruyor. Yılanın kafa otomatik havaya kalkınca basıyor tokadı.

Sonunda hareketsiz kaldı. Biz öldü dedik, bu yutmadı. 

Son hamlesini yaptı ve işi bitirdi.

Yiyecek mi diye baktık. Bir-iki dürtmedi bile. Çekti gitti. O kadar emin.

Çok sonraları anlayacaktım; 

Kediler, karşıdakinin bilinci açık değil mi net biliyor. 

Numarayı asla yemiyor. 

Demek ki bunlar sırf olduğu için avlanmazmış. 

Fareleri yediğini de hiç görmedik. Etle kemikle beslediğimizden de değil. Kedi maması zaten yaygın değildi o zamanlar. Biz ne yiyorsak o. 

Saha koruması bu.

Kediyi tetiklemesi için, sahasında tanımlanmayan bir cismin hareket etmesi yeterliymiş.

Keyfine de düşkündü. Klasik müzik dinlerdi. Setin önüne yatıp, kuyruğuyla eşlik ederdi. 

Parçalar arası eslerde de kafasını kaldırıp "E hadi!"...

Rock, arabesk, pop filan açılırsa koşarak kaçardı.

Frekans, ayarını bozuyorsa demek...

Mutlu, huzurlu, sevgi dolu ve son derece şahsiyetli bir kediydi. 

Başlarda "İstemeem!" diyen annem bile son karede, el işi yaparken kucağına oturtup seviyordu.

"Köpeeek! Asla!" diyen annem, sonradan çiftlikteki köpeklere de bakacak, iletişim kuracak, 

ve hepsini ayrı sevecekti.

Gece kapıyı açtıracaksa doğrudan anneme giderdi. 

Kimin bilincinin uyanmaya daha yakın olduğunu bile bilir bunlar.

Ne desek anlar, yapardı.

Bizi her gün yeniden hayretlere düşürürdü.

Anlat anlat bitmez.

Bir hayvanla iletişim kurmak çok ilginç ve değişik bir durum. 

Yakınlık kurduğumuz insanlar gibi; Yerine başkası koyulmuyor. Her can biriciktir.

Bağlanıp kaybetmek ve özel bahçesiz evde zor geldiğinden tekrar hiç düşünmemiştim. 

Ta ki kızım, apartman bahçesine terk edilmiş, henüz kulağı bile çıkmamış yaralı bir yavruya kayıtsız kalamayıncaya kadar. 

Tatilden bir döndüm; Siyah-beyaz tek avucumdan küçük bi 'çirkin'

Tavrımdan emin olmadığından, bağlanmamak için isim koymamış.

İyileştirip sahiplendirecekmiş.

Hayvanların da yemek için şartlı oynatılmasına karşı olduğum gibi,

Buna da karşıyım. 

Hayvan kimde gözünü açtıysa, lütfen mümkünse devam etsin.

O yavru, muhtemelen zayıf diye terk edilmiş. Beraberindeki kardeşi ölmüştü bulunduğunda. 

Hiç anne bilmemiş belki. İlk tanıdığı ilişki kızım. Annesi olduğundan, olacağından da değil;

'Sevgi kanalı' artık O olduğundan.

Anne, 'sevgi kanalıdır' zaten.

Bu 'kanalı' yanlış tanımlayanlar, ileride sevgiyi de dolayısıyla bu sanırlar.

Kediler dokundurmasa bile sevgiye, şefkate, ilgiye çok ihtiyaç duyarlar.

Çoğunlukla bize katkıdır bu da. 

Bir nevi şifacı bunlar.

Bize katkı için gelmişti. Bunu da hissettim.

Bakıyoruz filan hikaye. 

'Uzaylı bunlar' bakış açısı çok yerinde. 

Hepsi de birbirinden değişik.

Hiç değilse, Odağımızı şimdi-buraya çekerler. 

Yalnızca şimdi-burada yaşarız. Zihniyetin gezdiği yerlerde değil. 

Şimdi-Buradaki gerçek hayata odak, farkındalık, bilinç başlı başına şifaymış meğersem. 

Öğretilerin ucu hep buna çıkar.

Sevgi neşe hissini açığa çıkarırlar. 

Şimdiye, şimdideki varlığa şükran, sevinç, coşku demektir ki; Varlığımızın buna verdiği karşılığa paha biçilemez.

Ve kediler gelmek istedikleri yeri bulur. Kedi aramamız ve sahiplenme çabalarımız yersiz.

Bu minnak kedinin adını YODA koyduk ve bizde kaldı.

Yenidoğan bir canlının zekası aklımı almıştı.

Bunlar doğar doğmaz bilinçli iletişim kurabiliyorlar. 

Başka hangi canlıda gördüm bunu?

Büyüdü, evde sinek avlıyor baktık. Yalnız kalmasın diye ikinciye de razı oldum. “Bu son” şerhi ile :))

Sonra 'MissCat' bebek geldi. MİSKET SU dedik ona. Tam bir dişil enerji.

Yoda buna kıhlayıp kaçıyordu. Hiç umrunda değil. El kadar haliyle bodoslama üstüne yürüyordu.

Tüm patileri havada açıp üstüne atladığı sahneyi unutamıyorum. :)

Namı 'CESUR' kaldı.

Bazen 'Vahşi' de derim ona. Yemeği kapıp gitmeler, inanılmaz çevik atlayışlar, hızlı hızlı hareketler...

Aptal cesur” da değil. Tanımlayamadığı her durumda anında kendini korumayı da biliyor. Önce bir siniyor, emin ise çıkıyor.

Gözlerimin önünde 'ana' vasfının iç güdüsünü gördüm sanki.

Bu, yavrusuna dokunanı paralar.

Öte yandan inanılmaz şefkat ve sevgi arsızı. Gelir 'miyav miyav' zorla sevdirir.

Yoda miyavlamaz bile pek. 'Ağır abi'. Canı oynamak isterse de bildiğin çocuk. Sataşır, üstümüze atlar. Kovalamaca, saklambaç, top...

Ondan kaçsa da topu biz getireceğiz yalnız.

En sevdiğimiz; Uzaktan koşarak gelir, onu görebileceğimiz yerde acayip bir şov yapar giderdi.

Misket Su gelince bize: "Siz yapamıyordunuz zaten." havalarına girdi.

Bir süre sonra anlaştılar. Oynuyorlar. Beraber dışarıyı seyrediyorlar. 

Yoda artık bizimle oynamıyor. Fakat kendini uyku gelmeden de sevdirmenin bir sakıncası olmadığını görmüş bu arada.

Elimizi uzattığımızda kaçmıyor. Yine de halen "Yeter fazla uzatmayın" ayarı.

Fakat öyle bir ayrı ki sevgi dili;

Her sabah kalktığımda koşarak yanıma gelir ve selamlar.

Eve her girdiğimde de.

Yemek verirken asla arsızlık yapmaz. Kendinden çok emin bekler. Ve önce teşekkür edip başlar.

Ortamda kafasına göre takılırken birden durur, bize seslenir, biraz gözlerini kısıp sevgiyle bakar, işine devam eder.

Bunları hiç öğretmedik.

'Ödül' mamalarını bile hiç şartlı vermedik.

İçinden gelmiş.

Kim demiş “kediler nankör” diye.

Kediler, verdiğimizi sandıklarımızın katmerlisini iade eder zaten.

Sırf varlığı ile.

Ötesi, ŞAHSİYET meselesi.

Kaldı ki bundan da öğreneceklerimiz olabilir;

Kendi hakkına girerek de olsa, "Hayır" demeyi bilmeyene, 

Bedeni "Hayır" demeyi çok iyi bilir. 

Beden yalan yaşayamaz, yalan söyleyemez, 'mış' gibi yapamaz.

Beden dilini tüm katmanlarında bilen bir canlı.

Birinde, sokakta ağaca tırmanan bir çocuk gördüm. Diğerleri de onu izliyor.

Yavru kedi saatlerdir o yüksek daldan inemiyormuş. 

"İner o, inmezse yine itfaiye çağırırsınız isterseniz." dedim.

Kediye gülümseyerek baktııım, baktııım, baktııım... Aniden gözlerimi kapadım. 

İmgesini zihnimde görüyordum artık.

Önce sevgilerimi ilettim.

"Sen bir kedisin. Oradan inmeyi biliyorsun. Bu senin genlerinde var. Zaten biliyorsun. Hatırla." dedim ve gülümseyemeye devam ederken gözlerimi açtım. 

Minicik kedideki hayret ifadesi tarifsizdi. Gözlerini benden ayırmıyordu. Ben de sadece gülümsemeye devam ederek ona bakıyorum. 

Gözlerini benden ayırmadan, bir alttaki dala pati atmaya cesaret etti ve kaşla-göz arasında indi. Çocuklar sevinç çığlıkları atıyordu. 

Tam olarak söylediklerimizin anlamı ve duygusuna odaklanırsak, hayvanlar ne söylediğimizi anlıyor. 

Bu evrenin ortak dili sanırım.

SAMİMİYET!

Neyse onu, tümüyle dışarıya yansıtan bir varlık.

Birbirleriyle de alakaları yok ya;

En temelde;

Bahçe gibi doğal ortamlarda özgürce yaşayanlar ve eve kapattıklarımız çok farklı.

Ne olursa olsun. Ne verirsen ver. Temel bir fark var.

Düşünüyorum da;

Çocukken biz de bahçelerde sokaklarda, doğal ortamlardaydık hep.

Şimdi?

İçini dinleyen, etrafına şuurla bakan az,

Ekran başlarında, dört duvarda, hep bir dışarıya tepkili çoğu.

Bunlara “15 dk'lık toplama kampı” şirinlemesi yapmak, krizler uydurmak çocuk oyuncağı olsa gerek.

At, kurt, köpek, kuş, inek, öküz, kuzu, keçi de yazabilirdim. Hepsi için deneyimle çok anı, farkındalık biriktirdim. 

Hepsi ayrı.

Fakat 'hayvanlar alemi' bunlardan da ibaret değil zaten.

Hepsinin ayrı ayrı varoluş amacı var.

Hepsi bir parçamızın tezahürü.

Hepsi bir denge, ahenk unsuru.

Tamam da şu biraz ilginç değil mi?

Bu kediler neden periyodik düzende 'imha' mitine takılmakta?

Kaç köpek büyüttük, onların yeri de ayrı. 

Fakat hiç hepsini birden salmayız. 

Hiçbir zaman çiğ et vermeyiz. Açık yaraya saldırsın mı yani?

Hele çeteleşmiş sürüsü başka bir türdür bunların. 

Bakarsan insanlarda da farklı değilmiş ya bu, neyse...

Orantısızca köpek salınması bile ilkin kedileri temizlemek için olabilir.

Köpek popülasyonun arttığı yerlerde farelerin yüzeye çıktığını görürsünüz.

Sırf etrafta kedi olmaması da yetebilir.

Paris, NY filan hep fare dolu derler. E basit bir çözümü var. Neden?

Sokak kedileri neyinize dokunuyor?

Köpekler hayvan da kedi değil mi? 

Bunları beslediğiniz tavuk, kuzu değil mi? 

Tabiat örtüsünü, çiçeklerini bitirdiğiniz arı hayvan değil mi?

Tarihten bugüne kedilerle ayrı bir dertleri var.

Kediler aslen zihniyetleri şifalandırmakla görevli sanki.

Bu herhalde.

Şimdi-buraya neşeli odakla frekans yükseltici.

Madem öyle, "Bir kedim bile yok" diyorsan;

Şimdi-Burada neşeli hissettiren ne var?

Gerçek etrafına bi bak.

Kendini, varlığının sadece şimdideki hakikatini kabul et, bir yaşa önce.

Şimdi-buradaki neşe frekansında;

Bu zihni-sinir zibidiler toz gibi silkelenir, frekanstan düşerler.

Zihni şimdiye, gerçek varlığın odağına, neşesine, şükrüne ayar yapınca,

Zaten yoklar zira.

Eski antenli televizyonları düşünün. Davetsiz kanallar parazit ederse biri çatıya çıkar anten ayarını yerine getirirdi.

Kediler de bu işte belki.

Mmmmrrrrk. Ayar çekildi.

Suya atılan taş misali manyetik alan dalgalandı.

Ondan da fiziken çok uyurlar belki.

Daimi şimdi-burada odaklı kalmanın, 

Hatta yakın zaman dilimlerini algılamanın enerjisi sık şarj ediliyor demek ki.

Şuuru uyanamayan herkesi şimdi-buradaki varlığına uyandırmak için katkıya gelmişler sanki.

Şimdi, şunu da sorabiliriz artık;

-Zihin mi kafanın içinde; Yoksa kafa mı zihnin içinde?

Bu tabiat da biz'im, hayvanlar da...

HAYALLER de.

#HÖH 

Hayallere Özgürlük Hareketi

**

Ne düşündüğümüze, neleri bilinçle hayal ettiğimize, derinlere ekilmiş beklentilerimize dikkat edelim.

Şimdi-Burada hiçbiri yoklar.

Ya hiçbir fikrim olmasaydı?

Bir sevinçle itimat bilseydim?

Bir de şahsen kendimin ve keyfimin hakikaten ne istediğini?

Ve hemen 'istemediklerinizi' saydırmayın bunu sorunca.

Hep istemediklerimizi düşünürsek, istemediklerimizle sınanıyoruz sanki.

Dualarınızı bile istemediklerinizi anarak söylüyorsunuz.

GERÇEKTE NE İSTEDİĞİNİZİ VE BUNUNLA NASIL HİSSEDEBİLECEĞİNİZİ HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ Kİ?

Mmmmmrrrr

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

 

????

 

 

 .