Eğitim-Öğretim

Eğitim-Öğretim

Eğitim-Öğretim Eğitim-Öğretim

Eğitim-Öğretim

Eğitim ve öğretim farklı konular.

Öğretim, daha çok kişisel becerileri ortaya çıkarmakla ilgili.

'Eğitim' denilen de, kişisel becerilerin baskılanıp herkesin tek kalıba konulması artık sanki.

ÖĞRETİM kavramını özenle lügattan çıkardılar.

Bir önceki yazıda sık sık vurguladığım konu: Ailelerimizin bize “Yeter ki okuyun” bakış açısı.

Cennetin içine doğmuşuz adeta.

Zaten var. 

Bir insanın parayla satın alabileceği hatta alamayacağı her şeye sahibiz.

Büyük, eğlenceli bir aile.

Tarla, bahçe, bağ, dağ, ırmak, deniz, göl, güneş, kar, orman... Ne ararsan var.

Narı meşhur bir köy. Artık çok yaşlılar dışında kimse kalmıyordu.

Çocuk zihnimde kalan fotoğraf halen çok net.

Ahşap, dik çatılı kulübe, önünde akan dere. Bahçesine uzanan asma köprü. Yanı nergis tarlası, ardı dağ...

Bir başkasında, göz alabildiğine gelincik tarlası. Aralara papatyalar arkadaşlık etmeye gelmiş.

Bu iki imge, zihnimde bir tür 'olumlama anahtarı' olarak kalmış. Gözlerimi kapatır oradaki anları, sesleri ve kokuları imgelerdim sonra hep.

Anne-babalarımız hem çalıştı hem evde ekmeğini, yoğurdunu yaptı. Hem de bizleri okuttu.

Emekli maaşlarıyla ev alabiliyorlardı da henüz.

Hatta her evlendirdiği çocuğa ev yapanlar vardı. Konunun olmazsa olmazı gibi.

Büyük ninenin fesi, eski altın para doluydu.

Köylü teyzelerin kolları dirseklere kadar altın bilezik.

Çok normaldi.

Kimse de dokunamazdı.

Birkaç bilezik takınca insanların gözleri büyüyor artık. 

Zenginsin bakıyorum!”

Ooo dikkat et!”

Bunları diyenlerin bakış açısı: “Hak etmiyorum-uz.”

İnsanlar varlığı, zenginliği kendilerine hak görmeyi bile bırakmış artık.

İnsanca yaşamanın en temeli 'lüks' sayılıyor.

Arkadaş; insan, evladına birkaç bilezik de takamayacaksa ne diye çalışıyor artık!

“OKUYUN ADAM OLUN!”

Olan oldu da, 

Olmayan da bir şekilde yolunu buldu. Mis gibi yaşadı. Çok daha yüksek nitelikte hem de.

Diplomalar, birkaç dil, olmadı bir ustalık, çocuklara tüm 'altın bilezikler' takıldı.

Sonra bir baktık!

Ana!

O içine doğduğumuz, zaten var olan, zaten bizimle olan 'cennet' çok uzakta ya artık.

'İşe yarar' olduğumuzu kanıtlamalıyız, 

Kanıtladık diyelim; 

Varoluştan hakedişimiz bolluk-bereketle zaten önümüzde durup duruyorken;

Birilerinin bakış açısıyla 'hak ettiğimiz' paraya erişim garantiyse tamam.

O para da neye ulaşabiliyorsa artık.

Yüzde yüz dışa bağımlı, kibrit kutusu apartman evler.

Kokmayan domatesler.

Dere otu kokmaz mı ya?! Sapını kırıp, koklatıyor. Dere otu böyle olurmuş. Hiç görmesek yiyeceğiz.

Bu limon değil!” dedim müdüre.

Limonmuş…

Kestim yalattım. Turunç tadı olandan. Yüzünü hiç buruşturmadan: “Oh mis gibi limon.”

Yanımda getirdiğim limonu tattırdım. Surat allak-bullak oldu.

Limon bu işte. Öteki her neyse, onu limon diye satmayın lütfen. Ucuz diyeyse, yanında gerçek limon da bulundurun bir zahmet. Sizin yüzünüzden salata, kısır yiyemez olduk.” :)) dedim.

Ertesi gün limon geldi.

Bunlar doğaldı bizim için. Elimizi uzatır, dalından koparırdık. Salata yapacaksak kâseyi alır, bahçeye çıkardık.

En çok hayret ettiklerimden;

Üç kuruş etmeyen poşeti 25 kuruşa satmaya başladılar ve insanlara 'çevre hareketi' olarak yedirdiler.

LOGO BASMAYIN O ZAMAN!

Logolu ürününe, üstüne para verip dolaşmak zorunda değilim madem.

Demedi 'kimse'.

Çöpü de bez torbada atıyor herhalde.

Bazıları, logolu poşetleri çöp torbası olarak kullanılmasın diye deliyor hatta.

Çevre içinmiş ya!..

Samimiyetsizler.

Olanca şuursuzluğa 'okey' fakat;

Ne O?!

OKUDUK!

ADAM OLDUK!

Zaten var olanı, en değerli olanı bırakıp, yanına bile yaklaşamayacak kalitelere razı olduk.

'Köle gibi' günde ortalama 8-10 saat çalışarak!

Ne O?!

Çok şahane 'eğitilmişiz’!

Şimdi, keşke annem bazen: “Başlarım kitabına, ne bu her dakika! Bir ara ver de; gel şunu öğren." deseydi diyorum.

Dikişte bunaldığı zaman, gönlümü alıp 'zorla' yardım ettirirdi. Boynuz kulağı geçti. Tekstil, tasarım, mesleğim de oldu sonra.

Hamur işlerini, incecik yufka, bazlama açmayı da öğrenseydim elime mi yapışırdı yani.

Bir ara çiftlikte kalınca ucundan bahçe, hayvan bakmayı öğrendim.

Süreçte açık havada uyumuştum. Nasıl bilemiyorum fakat, gökyüzüne bakıp, saatin kaç olduğunu anında biliyordum. Artık yapamıyorum.

Şu günlerde çoğumuzun en büyük hayali, içinde suyu olan bir tarla alıp, kendi kulübemizi yapmak. Ne ilginç değil mi?

Erkeklerin de elinden her gelirdi. 

Bizim eve hiçbir konuda usta geldiğini bilmem. Sonradan 'tamirci' veya 'usta' çağırmayı öğrenmek zorunda kaldım.

Arabayı yeni satmış insanın taksiye el kaldıramaması gibiydi.

Evleri de kendileri yaparlardı.

Yaylada biri yer almıştı. Toplandılar birkaç haftada taş ev yaptılar.

Artık yeni nesil için bunların çoğu koca bir hayal.

Yıllarca çalış, emeklilik primi öde, geri ödemeye gelince de ellerini yakar. Binbir bahane atraksiyon.

Parasını ödediğin elektriği, suyu, gıda tedariklerini, istediklerini zorlamak adına YAPTIRIM OLARAK kullanmaya başlamışlar hatta!

Seni beğenmezse kısıtlayacakmış-mış. 

Biraz daha şahane 'eğitilmek' için.

Genç nesil de bu masalı bi-güzel yiyor. 

KENDİNE YETEN, tam bağımsız AKILLI KÖYLERDEN, ŞAHANE EĞİTİLMİŞLERİN, ZİHNİ SİNİR İCADI;

Despot 'akıllı' kent konseyi projeleri, pardon toplama kamplarına doğru uygun adım marş denilen bir nesil.

Yahu her bir şeyi konuşurlar da;

Neden ve nasıl;

Genç neslin varoluş HAKLARINI konuşmazlar?!

Ve hiç kimse kendine 'devlet' demesin artık.

Devlet devlet” derken, devletin üstüne gül koklamak ne?!

'Küresel' akıllı kent konseyi ne Allah aşkına?!

TÜRKİYE'nin web sitelerinin ana sayfasında ne işi var?!

Şunu bir netleştirin artık;

Türkiye Cumhuriyeti'nde işler, TC ANAYASASI ve Kanunlarıyla mı yürüyor halen?

Yoksa bir takım zibidiler gelip, özel anlaşmalarla halkın haklarına çökmeye mi çalışacaklar yine?

Milletin

NEFES HAKKI

TEMEL VAROLUŞ HAKLARI

DOLAŞIM HAKKI

BEDEN BÜTÜNLÜĞÜ HAKKI

SU HAKKI

GIDA HAKKI

TOPRAK HAKKI

DEVLETİN İMKANLARINA

ERİŞİMİ VAR OLUŞ HAKKIDIR.

Yasal-değil dahi tartışılamaz!

Kısıtlanamaz!

Genel yaptırım olarak kullanılamaz!

Ve devletin kurumları da tüm bu hizmetleri gereğince sağlamakla yükümlüdür.

İşlerini yapamayıp, millete ahkam kesmesin kimse.

Meğer ne kadar zengin bir ülkeymişiz şaşkınım.

Yıllarca bize 'yokluk' masalları anlatmışlar.

'Sözleşmeci küresel abileri' ne dese, hepsinin birden ezberi.

“Yok şu oldu, bu oldu! Şu kıt, bu sorun! Suyu şöyle kullan, böyle kullanma!"

Türkiye gibi bir ülkede bunlar sorun haline geldiyse, görevliler işine baksın önce.

Küresel anlaşmalar, kent konseyleri, sözleşmeler filan tanımıyorum.

Karbon ayak izi sayan kurumları direkt çiziyorum.

Özel kent anlaşmaları sayıklayanlar,

Haddinizi bilin!

Bu defa, bir dahaki sefere kadar değil, sonuna kadar bilesiniz!

Artık konu EVLADIM, EVLATLARIMIZ demek ki çünkü.

Bu milletin evlatlarını, süslü isimlerle ısıtılmış toplama kamplarına filan koydurmazlar,

Koymaya kalkanı, küresel akıllı kent konseylerini, kısaca kakk'ları çizerler.

Kalelerini yıkarlar.

O kadar da değil!

MİLLET, DEVLETTİR;

DEVLET; MİLLET.

Üstüne de gül koklanmaz.

Nokta.

Ve bu MİLLET, kendini bir bilseydi nasıl olurdu, neler mümkündü acaba?

?

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

Eğitim-Öğretim

Eğitim ve öğretim farklı konular.

Öğretim, daha çok kişisel becerileri ortaya çıkarmakla ilgili.

'Eğitim' denilen de, kişisel becerilerin baskılanıp herkesin tek kalıba konulması artık sanki.

ÖĞRETİM kavramını özenle lügattan çıkardılar.

Bir önceki yazıda sık sık vurguladığım konu: Ailelerimizin bize “Yeter ki okuyun” bakış açısı.

Cennetin içine doğmuşuz adeta.

Zaten var. 

Bir insanın parayla satın alabileceği hatta alamayacağı her şeye sahibiz.

Büyük, eğlenceli bir aile.

Tarla, bahçe, bağ, dağ, ırmak, deniz, göl, güneş, kar, orman... Ne ararsan var.

Narı meşhur bir köy. Artık çok yaşlılar dışında kimse kalmıyordu.

Çocuk zihnimde kalan fotoğraf halen çok net.

Ahşap, dik çatılı kulübe, önünde akan dere. Bahçesine uzanan asma köprü. Yanı nergis tarlası, ardı dağ...

Bir başkasında, göz alabildiğine gelincik tarlası. Aralara papatyalar arkadaşlık etmeye gelmiş.

Bu iki imge, zihnimde bir tür 'olumlama anahtarı' olarak kalmış. Gözlerimi kapatır oradaki anları, sesleri ve kokuları imgelerdim sonra hep.

Anne-babalarımız hem çalıştı hem evde ekmeğini, yoğurdunu yaptı. Hem de bizleri okuttu.

Emekli maaşlarıyla ev alabiliyorlardı da henüz.

Hatta her evlendirdiği çocuğa ev yapanlar vardı. Konunun olmazsa olmazı gibi.

Büyük ninenin fesi, eski altın para doluydu.

Köylü teyzelerin kolları dirseklere kadar altın bilezik.

Çok normaldi.

Kimse de dokunamazdı.

Birkaç bilezik takınca insanların gözleri büyüyor artık. 

Zenginsin bakıyorum!”

Ooo dikkat et!”

Bunları diyenlerin bakış açısı: “Hak etmiyorum-uz.”

İnsanlar varlığı, zenginliği kendilerine hak görmeyi bile bırakmış artık.

İnsanca yaşamanın en temeli 'lüks' sayılıyor.

Arkadaş; insan, evladına birkaç bilezik de takamayacaksa ne diye çalışıyor artık!

“OKUYUN ADAM OLUN!”

Olan oldu da, 

Olmayan da bir şekilde yolunu buldu. Mis gibi yaşadı. Çok daha yüksek nitelikte hem de.

Diplomalar, birkaç dil, olmadı bir ustalık, çocuklara tüm 'altın bilezikler' takıldı.

Sonra bir baktık!

Ana!

O içine doğduğumuz, zaten var olan, zaten bizimle olan 'cennet' çok uzakta ya artık.

'İşe yarar' olduğumuzu kanıtlamalıyız, 

Kanıtladık diyelim; 

Varoluştan hakedişimiz bolluk-bereketle zaten önümüzde durup duruyorken;

Birilerinin bakış açısıyla 'hak ettiğimiz' paraya erişim garantiyse tamam.

O para da neye ulaşabiliyorsa artık.

Yüzde yüz dışa bağımlı, kibrit kutusu apartman evler.

Kokmayan domatesler.

Dere otu kokmaz mı ya?! Sapını kırıp, koklatıyor. Dere otu böyle olurmuş. Hiç görmesek yiyeceğiz.

Bu limon değil!” dedim müdüre.

Limonmuş…

Kestim yalattım. Turunç tadı olandan. Yüzünü hiç buruşturmadan: “Oh mis gibi limon.”

Yanımda getirdiğim limonu tattırdım. Surat allak-bullak oldu.

Limon bu işte. Öteki her neyse, onu limon diye satmayın lütfen. Ucuz diyeyse, yanında gerçek limon da bulundurun bir zahmet. Sizin yüzünüzden salata, kısır yiyemez olduk.” :)) dedim.

Ertesi gün limon geldi.

Bunlar doğaldı bizim için. Elimizi uzatır, dalından koparırdık. Salata yapacaksak kâseyi alır, bahçeye çıkardık.

En çok hayret ettiklerimden;

Üç kuruş etmeyen poşeti 25 kuruşa satmaya başladılar ve insanlara 'çevre hareketi' olarak yedirdiler.

LOGO BASMAYIN O ZAMAN!

Logolu ürününe, üstüne para verip dolaşmak zorunda değilim madem.

Demedi 'kimse'.

Çöpü de bez torbada atıyor herhalde.

Bazıları, logolu poşetleri çöp torbası olarak kullanılmasın diye deliyor hatta.

Çevre içinmiş ya!..

Samimiyetsizler.

Olanca şuursuzluğa 'okey' fakat;

Ne O?!

OKUDUK!

ADAM OLDUK!

Zaten var olanı, en değerli olanı bırakıp, yanına bile yaklaşamayacak kalitelere razı olduk.

'Köle gibi' günde ortalama 8-10 saat çalışarak!

Ne O?!

Çok şahane 'eğitilmişiz’!

Şimdi, keşke annem bazen: “Başlarım kitabına, ne bu her dakika! Bir ara ver de; gel şunu öğren." deseydi diyorum.

Dikişte bunaldığı zaman, gönlümü alıp 'zorla' yardım ettirirdi. Boynuz kulağı geçti. Tekstil, tasarım, mesleğim de oldu sonra.

Hamur işlerini, incecik yufka, bazlama açmayı da öğrenseydim elime mi yapışırdı yani.

Bir ara çiftlikte kalınca ucundan bahçe, hayvan bakmayı öğrendim.

Süreçte açık havada uyumuştum. Nasıl bilemiyorum fakat, gökyüzüne bakıp, saatin kaç olduğunu anında biliyordum. Artık yapamıyorum.

Şu günlerde çoğumuzun en büyük hayali, içinde suyu olan bir tarla alıp, kendi kulübemizi yapmak. Ne ilginç değil mi?

Erkeklerin de elinden her gelirdi. 

Bizim eve hiçbir konuda usta geldiğini bilmem. Sonradan 'tamirci' veya 'usta' çağırmayı öğrenmek zorunda kaldım.

Arabayı yeni satmış insanın taksiye el kaldıramaması gibiydi.

Evleri de kendileri yaparlardı.

Yaylada biri yer almıştı. Toplandılar birkaç haftada taş ev yaptılar.

Artık yeni nesil için bunların çoğu koca bir hayal.

Yıllarca çalış, emeklilik primi öde, geri ödemeye gelince de ellerini yakar. Binbir bahane atraksiyon.

Parasını ödediğin elektriği, suyu, gıda tedariklerini, istediklerini zorlamak adına YAPTIRIM OLARAK kullanmaya başlamışlar hatta!

Seni beğenmezse kısıtlayacakmış-mış. 

Biraz daha şahane 'eğitilmek' için.

Genç nesil de bu masalı bi-güzel yiyor. 

KENDİNE YETEN, tam bağımsız AKILLI KÖYLERDEN, ŞAHANE EĞİTİLMİŞLERİN, ZİHNİ SİNİR İCADI;

Despot 'akıllı' kent konseyi projeleri, pardon toplama kamplarına doğru uygun adım marş denilen bir nesil.

Yahu her bir şeyi konuşurlar da;

Neden ve nasıl;

Genç neslin varoluş HAKLARINI konuşmazlar?!

Ve hiç kimse kendine 'devlet' demesin artık.

Devlet devlet” derken, devletin üstüne gül koklamak ne?!

'Küresel' akıllı kent konseyi ne Allah aşkına?!

TÜRKİYE'nin web sitelerinin ana sayfasında ne işi var?!

Şunu bir netleştirin artık;

Türkiye Cumhuriyeti'nde işler, TC ANAYASASI ve Kanunlarıyla mı yürüyor halen?

Yoksa bir takım zibidiler gelip, özel anlaşmalarla halkın haklarına çökmeye mi çalışacaklar yine?

Milletin

NEFES HAKKI

TEMEL VAROLUŞ HAKLARI

DOLAŞIM HAKKI

BEDEN BÜTÜNLÜĞÜ HAKKI

SU HAKKI

GIDA HAKKI

TOPRAK HAKKI

DEVLETİN İMKANLARINA

ERİŞİMİ VAR OLUŞ HAKKIDIR.

Yasal-değil dahi tartışılamaz!

Kısıtlanamaz!

Genel yaptırım olarak kullanılamaz!

Ve devletin kurumları da tüm bu hizmetleri gereğince sağlamakla yükümlüdür.

İşlerini yapamayıp, millete ahkam kesmesin kimse.

Meğer ne kadar zengin bir ülkeymişiz şaşkınım.

Yıllarca bize 'yokluk' masalları anlatmışlar.

'Sözleşmeci küresel abileri' ne dese, hepsinin birden ezberi.

“Yok şu oldu, bu oldu! Şu kıt, bu sorun! Suyu şöyle kullan, böyle kullanma!"

Türkiye gibi bir ülkede bunlar sorun haline geldiyse, görevliler işine baksın önce.

Küresel anlaşmalar, kent konseyleri, sözleşmeler filan tanımıyorum.

Karbon ayak izi sayan kurumları direkt çiziyorum.

Özel kent anlaşmaları sayıklayanlar,

Haddinizi bilin!

Bu defa, bir dahaki sefere kadar değil, sonuna kadar bilesiniz!

Artık konu EVLADIM, EVLATLARIMIZ demek ki çünkü.

Bu milletin evlatlarını, süslü isimlerle ısıtılmış toplama kamplarına filan koydurmazlar,

Koymaya kalkanı, küresel akıllı kent konseylerini, kısaca kakk'ları çizerler.

Kalelerini yıkarlar.

O kadar da değil!

MİLLET, DEVLETTİR;

DEVLET; MİLLET.

Üstüne de gül koklanmaz.

Nokta.

Ve bu MİLLET, kendini bir bilseydi nasıl olurdu, neler mümkündü acaba?

?

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com