Dış güçler

Dış güçler

Dış güçler Dış güçler

DIŞ GÜÇLER 

Şebekeden bağımsız yaylaları ve köyleri görebilmiş son nesiliz.

Kapılar gün içinde kapatılmaz, hatta kilitlenmezdi. Gelen, önce bir seslenir, cevap verilirse girerdi.

Taş evler, yazın serin olur, kısa kış dönemi odun sobasıyla ısıtılırdı.

Dışarıdaki ocaklarda, kazanlarla salçalar, reçeller yapılırdı.

Odun ateşinde, saç böreği, yufka ekmek, bazlama, sıkma, çörek, neler neler...

Ocağın başına toplaşır ve hep çok eğlenirdik. 

Yaylada televizyon, elektrik, şebeke suyu, telefon, hiçbiri yok.

Çocukken topluca bahçelerde oynardık. Ağaçlara, tepelere çıkardık.

Kaynak suyun toplandığı havuzun kenarında gezerdik.

Ayaklarımızın kavak tepelerine değdiği yamaçlara dev salıncaklar kurardık.

Ailelerimizde tek endişe olmazdı. 

İlk iş, birbirimizi kollamayı öğretmişlerdi zaten. 

İsteklerimiz hep okuma şartlıydı biz çocukken. Yeter ki oku, ne istesen önüne sererlerdi sanki.

Üniversite okuyana ihtiyaç sorulmazlardı, gören sessizce, itiraz kabul etmeden, cebine katkı sıkıştırırdı. 

Dağdan inen kaynak suyu nam salmıştı. Yazın da buz gibi karpuz çatlatan.

Akşamları 'lüküs' ışığında tüm aile toplanır, birlikte vakit geçirirdi.

İri bir tür kelebek girerse, 'Müjdeci böceği geldi!.." diye sevinirdik. Ve ilginçtir, hep uzaktaki bir yakınımız çıkıp gelirdi.

Çocukların, yaşlıların yanakları al al olurdu.

Et, bal, süt, peynir, tereyağ, yoğurt yayladaki Yörüklerden temin edilirdi.

Yoğurt ve peynir evde de yapılırdı.

Neredeyse çocuğum… Yaylada, anneme sürpriz yapacağım diye salça ve reçel yapmıştım. Hiç karışmadan yapmama izin verdiklerini hatırlarım.

Herkes 'çok beğenmişti' tabii. Ver gazı; "Kız olsun da çamurdan olsun!" :)

Fakat kimse zorla öğretmeye de kalkışmadı bize. “Kitap okuyorum” demek yeterliydi.

Zeytinler dalından toplanıp 'dinkte' zeytinyağı sıktırılırdı. 

Zeytinyağı sabunları yapılırdı.

Bu dinkte gördüğüm; Zeytinin zerresi ziyan olmuyor. 'Çöpü' bile bir işe yarar.

Yazın yaylanın biraz daha üstündeki tepeden tertemiz kar getirilir, üzerine pekmez dökülürdü. Bu, topluca yapılan etkinliklerden yalnızca biriydi. 

Yayladan günü-birlik denize de gidilirdi.

El değmemiş saklı koylara ailece tam gün yayılırdık. Her grup, kendi havasında. Olmadı, seyreyle 'cümbüşü' veya yan gel yat, kitabını oku.

Ne ekran, ne telefon. Kimsenin canı sıkılmazdı.

Köylerde başak tarlaları biçilirken orada olmak isterdim. 'Ütme' için. Başak demetleri ateşle ütülür ve içleri çekirdek gibi çıkarılır yenir.

Bayılırdım. En son çocukluğumda bir anı olarak kaldı. Artık adını bilmezler.

Bolluk bereket içinde büyüdük; şükürler olsun.

Küçücük çocukken farkındaydım ve hep şükreder, bu güzel cennete doğduğumuz için teşekkür ederdim.

Bahçede tarlada bulunmayan, komşudan kasayla gelirdi. Hepsi tazecik dalından kopmuş.

Kokusu lezzetin nişanı.

Merkeze gidene sipariş verilenler de bir tek; kahve, çay, şeker, karton kutular dolusu bisküvi, lokum gibi ikramlıklar olurdu.

Bunlar da yerli malı hep.

TAM BAĞIMSIZLIK gerçekte ne demekse, kendi çapımızda bunu yaşadık.

Sonra?

Elektrik geldi.

Şebeke suyu geldi.

Evler betona, apartmana dönüştü.

Büyük ailelerin arası açıldı.

Bahçeler, tarlalar satıldı.

Bahçeye bakmayan, hayvana nasıl baksın?

Teyzeler altınları feslere, kollarına takar gezerdi, Dedeler 'yastık-altı'; Kilit üstüne kilit vuruldu.

Artık;

Önce bulacak.

Varoluştan değil, birilerinin bakış açısıyla 'hak ettiği' paraya göre yaşayacak.

Hatta parası bile bazı nitelikleri satın alamayacak. Markette ne konulduysa, çıktığında ne gördüyse artık.

Çok değil, birkaç on yıl önce milletin piknik yaptığı koyların ayrıcalıkla zapt edilmesi normal sayılıyormuş artık.

Uzun süre elektrik mi kesildi? Aydınlığın birkaç 'mum' kadar. 

Çocuklara neler 'sıkıyorlar', küçücük kafalarına neler sokuluyor, ne yönde 'eğitiyorlar' belli değil. 

Dört duvar içinde ekrana bakarak gelişmiş koca bir nesil.

Bunların 'gerçekliği' de buralardan zihinlerine ittirilenler olacak büyük ihtimal.

Sular bitiyor, hepsi senin suçun!” veya “İklim krize girdi hep siz canlıların yüzünden!” diyorlar, inanıyor misal.

Suyu kesmese bile, ücretini ödediğin suyla bahçeni sulatmıyor.

Aynı bölgedeki doğal su kaynaklarını da eften püften işlere kurutmuş.

“Param var, çeker giderim!..”

Belki.

Paracıklar da çoğunlukla cepte değil ki artık...

Bir kış günü teras yarım metre kar dolmuştu. Uzun süre, elektrik ve suyu birlikte kestiler.

Hiç unutmam, terastaki karı tencereye doldurup, gazlı ocakta eritmiş ve başında biraz ısınmıştık.

O zaman dank etmiş anca.

Güya medeni yaşıyorsun!.. Şu anlamda 'bi sıkımlık' canın varmış meğersem.

Dımdızlak kalmış, deneyimsiz, ekranlardan başka hiçbi halt görmemiş insan toplulukları...

Bi de korkutur-çatıştırırsak tadından yinmez” diyenlerin elinde tuttuğu ipler bunlar. Ve hepsi ayrı bir yaptırım aracı haline getirilmiş.

**

DIŞ GÜÇLER

DIŞA BAĞIMSIZLIK

Derken; Birey olarak ne kadar bağımsızız sahi?

Bir düşünelim;

Plandemi despotluğundan pay biçelim.

Günün birinde, despot yaptırımlara direndik diyelim.

ÇIT!

Bunların tümünün birden fişini çekti.

Bankalara erişim dahil. Hani dijital kolaylık ya artık.

Diyelim alıp başını gideceksin; Araban, karavanın var. 

KÜT!

Benzin, elektrik, gaz tedariğini durdurdu!

Kurumlar da bir bir yabancıların eline geçmişse?!

Ve bunlar gerçekte kim-ne nereden bileceksin?!

Komplo teorisi olabilir de;

Ya değilse?

HAK, HUKUK, ADALET gözetilmediğini,

HALK ve 'imtiyazlı' bazı gruplar olarak ayrı bir değişik değerlendirildiğimizi, geçtiğimiz yıllarda net gösterdiler. 

'İmtiyaz' denilen saçmalığa yol verildiği sürece kafalarına her eseni yapıyorlar demek ki!

Herkes tutturmuş ayrı bi 'DIŞ GÜJLER' havası.

Bunları hiç düşündük mü?!

Birey olarak yaşantımıza bir bakalım önce.

Kıymetli vaktimiz, sevgi birliğimiz dahi 'dış güçlerin' ekranları tarafından zapt edilmiş.

Nereden nereye!

Ve, memleketin gelişimine bu açıdan bakıp geliştiren

Genç neslin kıymetini bilen, refahını HAKKINI gözeten bir tek siyasi oluşum görememek ne acayip.

Peki, ya 'fişi' ÇAT! diye biz çekersek?

?

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

 

 

.

DIŞ GÜÇLER 

Şebekeden bağımsız yaylaları ve köyleri görebilmiş son nesiliz.

Kapılar gün içinde kapatılmaz, hatta kilitlenmezdi. Gelen, önce bir seslenir, cevap verilirse girerdi.

Taş evler, yazın serin olur, kısa kış dönemi odun sobasıyla ısıtılırdı.

Dışarıdaki ocaklarda, kazanlarla salçalar, reçeller yapılırdı.

Odun ateşinde, saç böreği, yufka ekmek, bazlama, sıkma, çörek, neler neler...

Ocağın başına toplaşır ve hep çok eğlenirdik. 

Yaylada televizyon, elektrik, şebeke suyu, telefon, hiçbiri yok.

Çocukken topluca bahçelerde oynardık. Ağaçlara, tepelere çıkardık.

Kaynak suyun toplandığı havuzun kenarında gezerdik.

Ayaklarımızın kavak tepelerine değdiği yamaçlara dev salıncaklar kurardık.

Ailelerimizde tek endişe olmazdı. 

İlk iş, birbirimizi kollamayı öğretmişlerdi zaten. 

İsteklerimiz hep okuma şartlıydı biz çocukken. Yeter ki oku, ne istesen önüne sererlerdi sanki.

Üniversite okuyana ihtiyaç sorulmazlardı, gören sessizce, itiraz kabul etmeden, cebine katkı sıkıştırırdı. 

Dağdan inen kaynak suyu nam salmıştı. Yazın da buz gibi karpuz çatlatan.

Akşamları 'lüküs' ışığında tüm aile toplanır, birlikte vakit geçirirdi.

İri bir tür kelebek girerse, 'Müjdeci böceği geldi!.." diye sevinirdik. Ve ilginçtir, hep uzaktaki bir yakınımız çıkıp gelirdi.

Çocukların, yaşlıların yanakları al al olurdu.

Et, bal, süt, peynir, tereyağ, yoğurt yayladaki Yörüklerden temin edilirdi.

Yoğurt ve peynir evde de yapılırdı.

Neredeyse çocuğum… Yaylada, anneme sürpriz yapacağım diye salça ve reçel yapmıştım. Hiç karışmadan yapmama izin verdiklerini hatırlarım.

Herkes 'çok beğenmişti' tabii. Ver gazı; "Kız olsun da çamurdan olsun!" :)

Fakat kimse zorla öğretmeye de kalkışmadı bize. “Kitap okuyorum” demek yeterliydi.

Zeytinler dalından toplanıp 'dinkte' zeytinyağı sıktırılırdı. 

Zeytinyağı sabunları yapılırdı.

Bu dinkte gördüğüm; Zeytinin zerresi ziyan olmuyor. 'Çöpü' bile bir işe yarar.

Yazın yaylanın biraz daha üstündeki tepeden tertemiz kar getirilir, üzerine pekmez dökülürdü. Bu, topluca yapılan etkinliklerden yalnızca biriydi. 

Yayladan günü-birlik denize de gidilirdi.

El değmemiş saklı koylara ailece tam gün yayılırdık. Her grup, kendi havasında. Olmadı, seyreyle 'cümbüşü' veya yan gel yat, kitabını oku.

Ne ekran, ne telefon. Kimsenin canı sıkılmazdı.

Köylerde başak tarlaları biçilirken orada olmak isterdim. 'Ütme' için. Başak demetleri ateşle ütülür ve içleri çekirdek gibi çıkarılır yenir.

Bayılırdım. En son çocukluğumda bir anı olarak kaldı. Artık adını bilmezler.

Bolluk bereket içinde büyüdük; şükürler olsun.

Küçücük çocukken farkındaydım ve hep şükreder, bu güzel cennete doğduğumuz için teşekkür ederdim.

Bahçede tarlada bulunmayan, komşudan kasayla gelirdi. Hepsi tazecik dalından kopmuş.

Kokusu lezzetin nişanı.

Merkeze gidene sipariş verilenler de bir tek; kahve, çay, şeker, karton kutular dolusu bisküvi, lokum gibi ikramlıklar olurdu.

Bunlar da yerli malı hep.

TAM BAĞIMSIZLIK gerçekte ne demekse, kendi çapımızda bunu yaşadık.

Sonra?

Elektrik geldi.

Şebeke suyu geldi.

Evler betona, apartmana dönüştü.

Büyük ailelerin arası açıldı.

Bahçeler, tarlalar satıldı.

Bahçeye bakmayan, hayvana nasıl baksın?

Teyzeler altınları feslere, kollarına takar gezerdi, Dedeler 'yastık-altı'; Kilit üstüne kilit vuruldu.

Artık;

Önce bulacak.

Varoluştan değil, birilerinin bakış açısıyla 'hak ettiği' paraya göre yaşayacak.

Hatta parası bile bazı nitelikleri satın alamayacak. Markette ne konulduysa, çıktığında ne gördüyse artık.

Çok değil, birkaç on yıl önce milletin piknik yaptığı koyların ayrıcalıkla zapt edilmesi normal sayılıyormuş artık.

Uzun süre elektrik mi kesildi? Aydınlığın birkaç 'mum' kadar. 

Çocuklara neler 'sıkıyorlar', küçücük kafalarına neler sokuluyor, ne yönde 'eğitiyorlar' belli değil. 

Dört duvar içinde ekrana bakarak gelişmiş koca bir nesil.

Bunların 'gerçekliği' de buralardan zihinlerine ittirilenler olacak büyük ihtimal.

Sular bitiyor, hepsi senin suçun!” veya “İklim krize girdi hep siz canlıların yüzünden!” diyorlar, inanıyor misal.

Suyu kesmese bile, ücretini ödediğin suyla bahçeni sulatmıyor.

Aynı bölgedeki doğal su kaynaklarını da eften püften işlere kurutmuş.

“Param var, çeker giderim!..”

Belki.

Paracıklar da çoğunlukla cepte değil ki artık...

Bir kış günü teras yarım metre kar dolmuştu. Uzun süre, elektrik ve suyu birlikte kestiler.

Hiç unutmam, terastaki karı tencereye doldurup, gazlı ocakta eritmiş ve başında biraz ısınmıştık.

O zaman dank etmiş anca.

Güya medeni yaşıyorsun!.. Şu anlamda 'bi sıkımlık' canın varmış meğersem.

Dımdızlak kalmış, deneyimsiz, ekranlardan başka hiçbi halt görmemiş insan toplulukları...

Bi de korkutur-çatıştırırsak tadından yinmez” diyenlerin elinde tuttuğu ipler bunlar. Ve hepsi ayrı bir yaptırım aracı haline getirilmiş.

**

DIŞ GÜÇLER

DIŞA BAĞIMSIZLIK

Derken; Birey olarak ne kadar bağımsızız sahi?

Bir düşünelim;

Plandemi despotluğundan pay biçelim.

Günün birinde, despot yaptırımlara direndik diyelim.

ÇIT!

Bunların tümünün birden fişini çekti.

Bankalara erişim dahil. Hani dijital kolaylık ya artık.

Diyelim alıp başını gideceksin; Araban, karavanın var. 

KÜT!

Benzin, elektrik, gaz tedariğini durdurdu!

Kurumlar da bir bir yabancıların eline geçmişse?!

Ve bunlar gerçekte kim-ne nereden bileceksin?!

Komplo teorisi olabilir de;

Ya değilse?

HAK, HUKUK, ADALET gözetilmediğini,

HALK ve 'imtiyazlı' bazı gruplar olarak ayrı bir değişik değerlendirildiğimizi, geçtiğimiz yıllarda net gösterdiler. 

'İmtiyaz' denilen saçmalığa yol verildiği sürece kafalarına her eseni yapıyorlar demek ki!

Herkes tutturmuş ayrı bi 'DIŞ GÜJLER' havası.

Bunları hiç düşündük mü?!

Birey olarak yaşantımıza bir bakalım önce.

Kıymetli vaktimiz, sevgi birliğimiz dahi 'dış güçlerin' ekranları tarafından zapt edilmiş.

Nereden nereye!

Ve, memleketin gelişimine bu açıdan bakıp geliştiren

Genç neslin kıymetini bilen, refahını HAKKINI gözeten bir tek siyasi oluşum görememek ne acayip.

Peki, ya 'fişi' ÇAT! diye biz çekersek?

?

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

 

 

.