Kürtlerin tarifini yaparken neden zeytine benzetmek gerekir?
Kürtlerin tarifini yaparken neden zeytine benzetmek gerekir?
- 26-02-2019 10:09
- 501
- 26-02-2019 10:09
- 501
Öncelikle bir insanı (tarihsel birikimi) tarif edebilmek için o insanı tanımanın şart olduğunu bilmek gerekmektedir.
“Tanımak” dediysek, öyle üstün körü değil, gerçekten tanımak gerekir. Yani, fıkrası dahi anlatılınca aynı içten gülme hali gerekir tanıyor olabilmek için.
Kürtleri gerçekten tanıyor muyuz? Anlattıkları fıkraları aynı şekilde anlayıp, aynı şekilde gülebiliyor muyuz? Bu soruların cevabını kendi kendimize vermemiz gerekmektedir.
Başlıkta, Kürtleri “Zeytin”e benzetmiştim… Çünkü, anlatımda boşluk kalmaması ve duygudaşlık kurulabilmesi için bu örneği vermek gerekiyordu…
Bilirsiniz; Zeytin, dalından kopartılıp oracıkta yenmeye kalkılırsa, ağzınızda nahoş bir tat bırakır, Kürtçe’de ‘’Tâl’’ denilen kelime ile adlandırılır bu tat. Aynı zamanda ‘’Tâl’’ kelimesi bildiğimiz acıbadem tadı için de kullanılır.
Halbuki, zeytin terbiye edildiğinde yani kıvamını ve tadını bulabilmesi için işlemden geçirildiği zaman tadına doyum olmaz. Hele bir de kendinden olan zeytinyağının içinde tutulursa değmeyin keyfimize.
Ha bu arada; zeytin, çok da sağlıklı bir meyvedir.
Sabah kahvaltımızda zeytin olmazsa olmazımızdır. Aslında sabah soframızın birincil olanı çaydır. İkincil olanı ise zeytindir dersek kelâm yerini bulacaktır.
Diğer bir örnek;
Coğrafyamızın mutluluğu işleme şekillerinden birisi olan HALAY (folklor) dışarıdan bakıldığı zaman, halay başının yaptığı gösteri ile halay gözlere hoş görünür. Lakin halay başının yaptığı hareketlerin koordine edilmesi desteklenmesi ve dahi çeşitli figürler esnasında taşınması ise ikincil olan halay baş altı sayesinde gerçekleşebilir.
Sözü getirmeye çalıştığım konuya girelim;
Toplumsal birlikteliğimizin olmazsa olmaz ikincil olanı da Kürtlerdir. Çünkü ikincil olmayı Kürtlerin kendileri seçmiştir. Hem tabiatları gereği, hem de konjonktürel gelişmeler karşısında yetkinliklerinin yerini ve sınırlarını bilmeleri hasebiyle, Devlet kurmak ve yönetmekte mahir olan Türkler ile birlikteliklerinde, bahsettiğim Kürt zihin yapısı, ikincilliği hep ön planda tutmuştur.
Örnekleri çoğaltarak konuyu dağıtmamak gerekir…
Daha önceki makalelerimde vurgusunu yaptığım iletişim konuları içerisinde, Kürtlerin iletişim ve ilişki kurma yöntemlerinden dem vurmuştum.
İzleyip gözlemleyerek tanıma süreci yaşayan zihniyete sahip oldukları için, karşılaştıkları bireylere gözlem yolu ile yaklaşmayı seçerler. Çünkü ilişki kurmalarındaki temel tetikleyici esas, güven olgusudur. Çünkü coğrafyamızın ilişki kurma şekli, “Güvene dayalı ilişki biçimi” ile kodlanmıştır.
İlk etapta, güven telkin edecek davranışları gözlemlerler, devam eden süreçte ise kendilerine benzeşen davranışlara sahip olanlar ile yakın iletişime geçerler.
Yani sırası ile güven telkin eden davranışlar, ardından kendisine benzeşen ve dahi geçmişinden çağrışımlar uyandıracak paylaşımlar sayesinde bir Kürt ile sarsılmaz bir ilişki kurulabilir. Kürtler’in aradığı bu vasıfları taşıyanlar sadece ve sadece Türkler’dir.
Kürtler, Turani kodlara sahip yaşama tarzı üzerinden hayat serüvenlerini devam ettirmektedirler.
Türkler’de Turani kodlara sahip yaşama tarzı üzerinden hayat serüvenlerini devam ettirmektedirler.
Her ikisi de aynı köklerden beslenen ve aynı şiar etrafında acilen toplanabilen ve dahi sıkı sıkıya sarılan baskın karakteristiğe sahiptirler.
Hayatın gerçeklikleri ve aynı kodlamalara sahip olanlar her ne yapılırsa yapılsın ayrıştırılamazlar.
İşte bu kodlamalara sahip olan birlikteliğin itici gücü, Batı İttifakının, coğrafyamız üzerindeki plan ve projelerini çözümsüz kılmakta ve önüne aşılması imkansız bir set germektedir.
Bu anlayış ve birlikteliğin adı;
Dünyaya yazılmamış kanunları tanıtan ve kabul ettirip uygulatan bu birliktelik, sahip oldukları ‘’TÖRE’’ yani yazısız kanunlar manzumesi ile birlikte, toplumun en kılcal damarlarına varıncaya kadar sirayet etmiş ve sahada, sosyal hukuk açısından hiçbir boşluk kalmayacak şekilde yapılanmayı başarabilen hayat tarzının adıdır demek yerinde olacaktır.
Voltaire diyor ki;
''Adaletsizlik en nihayetinde toplumları özgürlüğe götürür''
Bu sözün tüm insanlığa söylendiği kabul görür.
Türkler komutanlarına bağlıdır, lakin biat etmezler. Çünkü Biat, bedevi adeti ve kanunudur.
Bağlılıktan kasıt ise askeri (savaş zamanı) sistematikte “emir komuta''nın öneminden kaynaklı kanunlar geçerli olduğu içindir.
Fark budur.
“Biat” denen “deli gömleği” hiçbir zaman Türkleri teslim alamadı... Her seferinde yırtıp attılar bu gömleği, çünkü akıl, Türkler’de önemlidir.
Gerçekte "BİAT"
Yani İşin aslı, Hz. Muhammed’i Mekke’de taşlatan müşriklerin ve tarih boyunca bu anlayışı takip edenlerin eli ile, Türklere giydirilmeye çalışılan deli gömleğinin adıdır.
“Hiç akıl etmez misiniz…” diye soruyor ya!.. İşte Türkler bunu çok iyi bilirler.
Allah insanlığa, sadece Hz. Muhammed aracılığı ile mi "Hiç akıl etmez misiniz" diye (haşa) ikazda bulunmuştur.
Öyle ya, bu işin çok daha evveliyatı da var. Evvelde dahi Türkler vardı ve hak nizam üzereydiler.
Turani zihin kodlarına sahip olmak, ‘’TÖRE’’ yani yazılmamış kanunlar ile hayatlarını devam ettirmek ve aynı coğrafyanın sakinleri olmak dünün tarihi değildir.
“Bu birliktelik ve kopmamak üzere kodlanmış olanların geçmişi, binlerce yıl öncesine dayanmaktadır” denmeli; çünkü ayrı coğrafyalarda olup da aynı kodlar üzerinden hayat kurgusu yapanlar ayrı ayrı olsalar da birdirler ve kardeştirler…
Mazlumun yanında ve zalimin karşısında duranlar, bahsedilen şiara sahip olanlardır.
Tarihteki isimleri her ne olursa olsun bu şiara sahip olanların yekünü, bu akıl ve düşünce sistematiğinin savunucuları hatta takipçileridirler.
Bizler birbirlerimizi ne kadar tanıyor ve anlayabiliyoruz?
Güvene dayalı ilişkiler ve kodlamalardan uzaklaştırıldıkça, birbirimize yabancılaşan bireyler halini almaktayız.
Batı ittifakı tam da bunu istiyor.
Binlerce yıldır hak nizamı kurgulamaya çalışanlar olarak, baskın karakterlerimizi terk edip, başkalarına benzemek, tarih sayfalarına düşülen notlar karşısında bizleri mahcup edecektir.
Kodlarımıza sahip çıkmak dileği ile…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @KARANIAli , @dikgazete
Öncelikle bir insanı (tarihsel birikimi) tarif edebilmek için o insanı tanımanın şart olduğunu bilmek gerekmektedir.
“Tanımak” dediysek, öyle üstün körü değil, gerçekten tanımak gerekir. Yani, fıkrası dahi anlatılınca aynı içten gülme hali gerekir tanıyor olabilmek için.
Kürtleri gerçekten tanıyor muyuz? Anlattıkları fıkraları aynı şekilde anlayıp, aynı şekilde gülebiliyor muyuz? Bu soruların cevabını kendi kendimize vermemiz gerekmektedir.
Başlıkta, Kürtleri “Zeytin”e benzetmiştim… Çünkü, anlatımda boşluk kalmaması ve duygudaşlık kurulabilmesi için bu örneği vermek gerekiyordu…
Bilirsiniz; Zeytin, dalından kopartılıp oracıkta yenmeye kalkılırsa, ağzınızda nahoş bir tat bırakır, Kürtçe’de ‘’Tâl’’ denilen kelime ile adlandırılır bu tat. Aynı zamanda ‘’Tâl’’ kelimesi bildiğimiz acıbadem tadı için de kullanılır.
Halbuki, zeytin terbiye edildiğinde yani kıvamını ve tadını bulabilmesi için işlemden geçirildiği zaman tadına doyum olmaz. Hele bir de kendinden olan zeytinyağının içinde tutulursa değmeyin keyfimize.
Ha bu arada; zeytin, çok da sağlıklı bir meyvedir.
Sabah kahvaltımızda zeytin olmazsa olmazımızdır. Aslında sabah soframızın birincil olanı çaydır. İkincil olanı ise zeytindir dersek kelâm yerini bulacaktır.
Diğer bir örnek;
Coğrafyamızın mutluluğu işleme şekillerinden birisi olan HALAY (folklor) dışarıdan bakıldığı zaman, halay başının yaptığı gösteri ile halay gözlere hoş görünür. Lakin halay başının yaptığı hareketlerin koordine edilmesi desteklenmesi ve dahi çeşitli figürler esnasında taşınması ise ikincil olan halay baş altı sayesinde gerçekleşebilir.
Sözü getirmeye çalıştığım konuya girelim;
Toplumsal birlikteliğimizin olmazsa olmaz ikincil olanı da Kürtlerdir. Çünkü ikincil olmayı Kürtlerin kendileri seçmiştir. Hem tabiatları gereği, hem de konjonktürel gelişmeler karşısında yetkinliklerinin yerini ve sınırlarını bilmeleri hasebiyle, Devlet kurmak ve yönetmekte mahir olan Türkler ile birlikteliklerinde, bahsettiğim Kürt zihin yapısı, ikincilliği hep ön planda tutmuştur.
Örnekleri çoğaltarak konuyu dağıtmamak gerekir…
Daha önceki makalelerimde vurgusunu yaptığım iletişim konuları içerisinde, Kürtlerin iletişim ve ilişki kurma yöntemlerinden dem vurmuştum.
İzleyip gözlemleyerek tanıma süreci yaşayan zihniyete sahip oldukları için, karşılaştıkları bireylere gözlem yolu ile yaklaşmayı seçerler. Çünkü ilişki kurmalarındaki temel tetikleyici esas, güven olgusudur. Çünkü coğrafyamızın ilişki kurma şekli, “Güvene dayalı ilişki biçimi” ile kodlanmıştır.
İlk etapta, güven telkin edecek davranışları gözlemlerler, devam eden süreçte ise kendilerine benzeşen davranışlara sahip olanlar ile yakın iletişime geçerler.
Yani sırası ile güven telkin eden davranışlar, ardından kendisine benzeşen ve dahi geçmişinden çağrışımlar uyandıracak paylaşımlar sayesinde bir Kürt ile sarsılmaz bir ilişki kurulabilir. Kürtler’in aradığı bu vasıfları taşıyanlar sadece ve sadece Türkler’dir.
Kürtler, Turani kodlara sahip yaşama tarzı üzerinden hayat serüvenlerini devam ettirmektedirler.
Türkler’de Turani kodlara sahip yaşama tarzı üzerinden hayat serüvenlerini devam ettirmektedirler.
Her ikisi de aynı köklerden beslenen ve aynı şiar etrafında acilen toplanabilen ve dahi sıkı sıkıya sarılan baskın karakteristiğe sahiptirler.
Hayatın gerçeklikleri ve aynı kodlamalara sahip olanlar her ne yapılırsa yapılsın ayrıştırılamazlar.
İşte bu kodlamalara sahip olan birlikteliğin itici gücü, Batı İttifakının, coğrafyamız üzerindeki plan ve projelerini çözümsüz kılmakta ve önüne aşılması imkansız bir set germektedir.
Bu anlayış ve birlikteliğin adı;
Dünyaya yazılmamış kanunları tanıtan ve kabul ettirip uygulatan bu birliktelik, sahip oldukları ‘’TÖRE’’ yani yazısız kanunlar manzumesi ile birlikte, toplumun en kılcal damarlarına varıncaya kadar sirayet etmiş ve sahada, sosyal hukuk açısından hiçbir boşluk kalmayacak şekilde yapılanmayı başarabilen hayat tarzının adıdır demek yerinde olacaktır.
Voltaire diyor ki;
''Adaletsizlik en nihayetinde toplumları özgürlüğe götürür''
Bu sözün tüm insanlığa söylendiği kabul görür.
Türkler komutanlarına bağlıdır, lakin biat etmezler. Çünkü Biat, bedevi adeti ve kanunudur.
Bağlılıktan kasıt ise askeri (savaş zamanı) sistematikte “emir komuta''nın öneminden kaynaklı kanunlar geçerli olduğu içindir.
Fark budur.
“Biat” denen “deli gömleği” hiçbir zaman Türkleri teslim alamadı... Her seferinde yırtıp attılar bu gömleği, çünkü akıl, Türkler’de önemlidir.
Gerçekte "BİAT"
Yani İşin aslı, Hz. Muhammed’i Mekke’de taşlatan müşriklerin ve tarih boyunca bu anlayışı takip edenlerin eli ile, Türklere giydirilmeye çalışılan deli gömleğinin adıdır.
“Hiç akıl etmez misiniz…” diye soruyor ya!.. İşte Türkler bunu çok iyi bilirler.
Allah insanlığa, sadece Hz. Muhammed aracılığı ile mi "Hiç akıl etmez misiniz" diye (haşa) ikazda bulunmuştur.
Öyle ya, bu işin çok daha evveliyatı da var. Evvelde dahi Türkler vardı ve hak nizam üzereydiler.
Turani zihin kodlarına sahip olmak, ‘’TÖRE’’ yani yazılmamış kanunlar ile hayatlarını devam ettirmek ve aynı coğrafyanın sakinleri olmak dünün tarihi değildir.
“Bu birliktelik ve kopmamak üzere kodlanmış olanların geçmişi, binlerce yıl öncesine dayanmaktadır” denmeli; çünkü ayrı coğrafyalarda olup da aynı kodlar üzerinden hayat kurgusu yapanlar ayrı ayrı olsalar da birdirler ve kardeştirler…
Mazlumun yanında ve zalimin karşısında duranlar, bahsedilen şiara sahip olanlardır.
Tarihteki isimleri her ne olursa olsun bu şiara sahip olanların yekünü, bu akıl ve düşünce sistematiğinin savunucuları hatta takipçileridirler.
Bizler birbirlerimizi ne kadar tanıyor ve anlayabiliyoruz?
Güvene dayalı ilişkiler ve kodlamalardan uzaklaştırıldıkça, birbirimize yabancılaşan bireyler halini almaktayız.
Batı ittifakı tam da bunu istiyor.
Binlerce yıldır hak nizamı kurgulamaya çalışanlar olarak, baskın karakterlerimizi terk edip, başkalarına benzemek, tarih sayfalarına düşülen notlar karşısında bizleri mahcup edecektir.
Kodlarımıza sahip çıkmak dileği ile…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @KARANIAli , @dikgazete