Mesele…

Mesele…

Ben karalardım kalemin dik duruşu, beyaz kağıda emredişi, beyaz kağıdın muhafaza edişi sararana kadar…

Güzeldi; tuşlardan önce. 

Şimdi sadece tuş, “tik-tak-tok, zonk”!..

Sana;

Tüm uzay boşluğundan bir nokta olarak, galakside yörüngesinden çıkmış bir kara taş olarak sesleniyorum..

Soğuk sonbahar rüzgarları gibi değil, burnunun ucunu ısıttığın çay bardağı gibi sesleniyorum..

Güçlülüğü ile övünen olgun büyükler gibi değil, yere düştüğünde kanayan dizlerini öpünce geçecek kimsesi olmayan çocuk gibi sesleniyorum.

Akıl yaşta değil!..

Başta da değil..

Akıl, yürekle birleştiğinde, akıl, edeple sarmalandığında akıl…

Ve tastamam da bu.

Adaleti kendi menfaatine rağmen istememiş kişi aşık olmasın, para kazanmasın, siyaset yapmasın, yazı yazmasın, ahkâm kesmesin diye...

Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulmaması için...

İçimize dönüp yaptığımız her şeye rağmen hala “Ama” dediğimizde “sonsuz bir hakediş” elde etmediğimizi anlayalım diye...

Tüm galakside ve alemler içinde bir nokta olduğumuz ve içimizde kendi alemimizi taşıdığımızı anlamazsak öleceğimizi, anlarsak sonsuz olabileceğimizi fark edelim diye…

İçin...

Çünkü…

Çünkü mesele ruhumuzdaki adalet; durduğumuz yerdeki değil.

Çünkü adalet, sandığımız şey değil.

Sandığımız şey” olsaydı, dünya başka bir yer olurdu.

Aslında her zerrede mutlak adalet var, hepsi kendine biçilmiş görevi layıkıyla yapıyor ve diğeriyle uğraşmıyor.

Mesela dünya, kendi yörüngesinden çıkmıyor, gezegenler bir diğerini mercek altına almıyor, “Bugün az döndü!.. Şu-bu bana bişey mi dedi!..” demiyor…

Kuşlar diğerine, vahşiler öbürüne saygılı.

Üstelik, avlandıklarında bile derin bir saygı ve görkem var!

Hiç bir aslan, avladığı avının kanı dişlerinden süzülürken kahkaha atmaz; “hakettin” demez; “Sen benim rızkımsın” der!

Ve bu üstün boyun eğiş, bazen onları bizden çok daha güzel, çok daha doğru ve daha da adaletli kılar.

Ne yaptığınız değil, nasıl yaptığınızdır mesele.

Mesele, nefsinizden ayrılan aklınızı geri çağırmak, egonuza gem vurmak, sabırla tahammülü iyi ayırd edebilmektir.

Mesele, biriktirmemek, tamir edilebileni atmamak, işine yarayana saygı duyabilmektir.

Mesele, medeni olabilmek, mesele insan kalabilmektir.

Karalamayı severdim; en çok aşkı severdim, çünkü sevgi varsa merhamet vardı; kalemin kağıda hükmettiği anda bile…

Şimdi tuş olduk!

Kameralarla gözaltı olduk!

Meseleden uzaklaşıp, yuvarlanıp devleşen kar kütlesi gibi kendi tepemize inen çığ olduk.

Sonra sanatımız kendimizi oyalamaya, güncelimiz düşünememeye adaletimiz sarpa-sarmaya, dengemiz ise tahterevalliye dönüştü.

En büyük acıyı biz çekmedik!

Ve daha göreceğimiz neler var! 

Mesele etmediğimiz her anın, bir mesele olarak karşımızda burnumuzun dibinde biteceği gerçeği var.

Meseleleriniz çok olsun!

Bahane arayın, bahane arayın, bahane arayın!

Çünkü bahaneniz neyse siz de "o" sunuz!

Sevi ile.

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com

Ben karalardım kalemin dik duruşu, beyaz kağıda emredişi, beyaz kağıdın muhafaza edişi sararana kadar…

Güzeldi; tuşlardan önce. 

Şimdi sadece tuş, “tik-tak-tok, zonk”!..

Sana;

Tüm uzay boşluğundan bir nokta olarak, galakside yörüngesinden çıkmış bir kara taş olarak sesleniyorum..

Soğuk sonbahar rüzgarları gibi değil, burnunun ucunu ısıttığın çay bardağı gibi sesleniyorum..

Güçlülüğü ile övünen olgun büyükler gibi değil, yere düştüğünde kanayan dizlerini öpünce geçecek kimsesi olmayan çocuk gibi sesleniyorum.

Akıl yaşta değil!..

Başta da değil..

Akıl, yürekle birleştiğinde, akıl, edeple sarmalandığında akıl…

Ve tastamam da bu.

Adaleti kendi menfaatine rağmen istememiş kişi aşık olmasın, para kazanmasın, siyaset yapmasın, yazı yazmasın, ahkâm kesmesin diye...

Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulmaması için...

İçimize dönüp yaptığımız her şeye rağmen hala “Ama” dediğimizde “sonsuz bir hakediş” elde etmediğimizi anlayalım diye...

Tüm galakside ve alemler içinde bir nokta olduğumuz ve içimizde kendi alemimizi taşıdığımızı anlamazsak öleceğimizi, anlarsak sonsuz olabileceğimizi fark edelim diye…

İçin...

Çünkü…

Çünkü mesele ruhumuzdaki adalet; durduğumuz yerdeki değil.

Çünkü adalet, sandığımız şey değil.

Sandığımız şey” olsaydı, dünya başka bir yer olurdu.

Aslında her zerrede mutlak adalet var, hepsi kendine biçilmiş görevi layıkıyla yapıyor ve diğeriyle uğraşmıyor.

Mesela dünya, kendi yörüngesinden çıkmıyor, gezegenler bir diğerini mercek altına almıyor, “Bugün az döndü!.. Şu-bu bana bişey mi dedi!..” demiyor…

Kuşlar diğerine, vahşiler öbürüne saygılı.

Üstelik, avlandıklarında bile derin bir saygı ve görkem var!

Hiç bir aslan, avladığı avının kanı dişlerinden süzülürken kahkaha atmaz; “hakettin” demez; “Sen benim rızkımsın” der!

Ve bu üstün boyun eğiş, bazen onları bizden çok daha güzel, çok daha doğru ve daha da adaletli kılar.

Ne yaptığınız değil, nasıl yaptığınızdır mesele.

Mesele, nefsinizden ayrılan aklınızı geri çağırmak, egonuza gem vurmak, sabırla tahammülü iyi ayırd edebilmektir.

Mesele, biriktirmemek, tamir edilebileni atmamak, işine yarayana saygı duyabilmektir.

Mesele, medeni olabilmek, mesele insan kalabilmektir.

Karalamayı severdim; en çok aşkı severdim, çünkü sevgi varsa merhamet vardı; kalemin kağıda hükmettiği anda bile…

Şimdi tuş olduk!

Kameralarla gözaltı olduk!

Meseleden uzaklaşıp, yuvarlanıp devleşen kar kütlesi gibi kendi tepemize inen çığ olduk.

Sonra sanatımız kendimizi oyalamaya, güncelimiz düşünememeye adaletimiz sarpa-sarmaya, dengemiz ise tahterevalliye dönüştü.

En büyük acıyı biz çekmedik!

Ve daha göreceğimiz neler var! 

Mesele etmediğimiz her anın, bir mesele olarak karşımızda burnumuzun dibinde biteceği gerçeği var.

Meseleleriniz çok olsun!

Bahane arayın, bahane arayın, bahane arayın!

Çünkü bahaneniz neyse siz de "o" sunuz!

Sevi ile.

.

Arzu Leyal, dikGAZETE.com