“New World Order” aldatmacasının Türk Ordusu üzerindeki planlaması
“New World Order” aldatmacasının Türk Ordusu üzerindeki planlaması
- 18-07-2021 08:53
- 761
- 18-07-2021 08:53
- 761
Hep düşünmüşümdür, Türk ordusuna neden “Peygamber Ocağı” denir diye!..
Ne oldu, ne yaşandı da “Peygamber Ocağı” adını aldı bu kurum!?
Öyle ya;
Türk, sadece Müslüman olarak değil, başka dinlere de mensup şekilde halen yaşamını sürdürebilmektedir.
M.Ö. 209’da On’luk (düzen) sistem olarak geliştirilen ve o günün şartlarına göre modernize edilip yenilenerek kurulan askeri bir kurum, daha Peygamber Hz. Muhammed doğmamışken de vardı; ne oldu da günümüze yansıyan tabir ile Peygamber Ocağı olarak anılır oldu!?.
Türk ordusu, varolageldiği zaman süresince sadece adaleti ve HAK olanı HAK edene teslim etmekle kendisini mükellef kılmış ve bunun üzerine kendi kodlarını baskın karakteristik özellik haline getirmiştir dersek, doğru bir tesbit olacaktır.
Ek bir açıklama yaparak konumuza devam edelim isterseniz; Türk Akıl ve Düşünce Sistematiği, Devlet idaresinin deruhte edildiği alana hiçbir zaman “Din” konusunu sokmamış, lakin inananlara da saygı sınırlarını aşmadan varlığını devam ettirmiştir.
Peygamber Ocağı tanımlaması, kutsal kılıfların yüksek duvarlar gibi akılların önüne örülmesiyle, hiçbir zaman sorgulayamadığımız ve gerçek bilgiden uzak tutulduğumuz bir durumdur ve bu isim yakıştırması varlığını korumayı bir şekilde başarabilmiştir.
Türkler; Hak ve Adaleti yaymaya gayret eden bir strateji üzerine kodlanmışlardır.
Arap devletleri; “Din” kisvesi altında, İngiliz akıl yapısını takip ederek kendi iradelerini yaymaya gayret etmektedirler. Bu durum, Birinci Dünya Savaşından sonra belirgin şekilde oluşmuş fiili bir durumdur diye belirtmemiz de gerekmektedir.
Araplar, birinci dünya savaşına kadar olan tarihi süreçte Türkleri ve ordusunu kutsallar ile denetim altına alarak, yayılmacı politikalarını da uygulamışlardır diyerek de belirtmek lazım geliyor hani...
Türkler ile Arapları birbirinden ayıran en belirgin çizgiye değinecek olursak;
- Arap yayılmacılığı, sistemsel çıkarları uğruna din olgusu (kutsallar) kullanılarak yayılmayı temel strateji haline getirmiştir.
- Türk yayılmacılığı, günün şartlarını gerçekçi bir bakış açısı ile değerlendirip, insanlığa yol açıcı fikir ve davranışlar ile zamanı yakalamaya çalışmıştır.
Aşağılık kompleksi aşılama, güdüleme ve yönlendirme…
Geçmişten “birilerini” kutsallaştırıp, bunun üzerinden toplumları baskı altında tutmaya hiç kimsenin hakkı da haddi de yoktur ve olamaz!.. Bunu yapmaya çalışanlar, tarihin akışına kilit vuranlardır, çünkü insanları bu davranışları ile geçmişe hapsederler. “TARİHİN AKIŞINA KİLİT VURMAK” deyimi tam da bunu anlatmaktadır… İnsana; “sen ne iş yaparsın!” diye sorarlar sonra!
Önceki makalemizden alıntısını yaptığımız “TARİHİN AKIŞINA KİLİT VURMAK” olgusu, Arapların insanlığa uygulamış olduğu bu tutarsız durumu özetlemektedir diyebiliriz.
Hakkımızda “Arap düşmanlığı yapıyor!..” gibi değerlendirmeler de yapılabilir.
Bu duruma bir açıklama getirmek de görevimiz olsun o zaman;
Düşüncelerimiz ve yazdıklarımız “Arap düşmalığı yapmak” değil, tam tersine bu zihniyetin, insanlığı ve insanlığın geleceğini ne kadar da yanlış bir rotaya sokarcasına yapmış olduğu etkiye atıfta bulunmaktır.
Bundan dolayı diyebiliriz ki;
Din ve inanç konusunun “kutsal kılıflar” giydirilerek, siyaset eli ile birlikte devlet yönetimi içerisinde irade haline gelmesi, yanlış kararlar almasına veya kasıtlı olarak sisteme zarar verici şekilde kullanılıyor olmasına karşı çıkmayı bırakın, eleştiri dahi yapılması zor bir durumdur. Bu durum, sosyal ve siyasal büyük çatışmaları tetikleyen ve hayatın akışına, durağanlığın zeminini hazırlayan gerçekliktir tesbitini de ortaya koymak gerekir.
Coğrafyamızın sürekli olarak “CEHALET SARMALI” içerisinde debelenip durmasını bu konuya dayandırabiliriz.
Bu tesbiti çok önceleri yapan ve uygulayan İngiliz Akıl Yapısı, toplumlar üzerinde, özellikle de İslam coğrafyası üzerinde çok etkili olabilmiştir.
Yazılanlardan “İslam’ın Cehalet ürettiği” anlamını çıkaranlara da şimdiden teessüflerimizi bildirip konumuza devam edelim.
Din ve Vicdan hürriyetini en iyi anlatan; “SENİN DİNİN SANA, BENİM DİNİM BANA!” söylemi değil midir!?.
Öyleyse; din konusunu geçtik, bünyesinde farklı düşünce ve kültürleri barındırmak ve hayat standartlarını daima yükseltmek ile mükellef olan Devlet kurumu, nasıl olur da dini kurallar ile işletilmeye zorlanabilir?
Buradan yatay bir geçiş yaparak biraz eskilere gidelim isterseniz!..
Çok büyük savaşları ve yok oluşları, tıpkı yüzünde kırışıklar oluşan yaşlı bir insan misali dünyanın kırıştırdığımız yüzünden okumamız mümkündür.
Çok fazla detaya girmeden kısaca diyebiliriz ki;
Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi, Haçlı Seferleri, İslam’ın yayılmasını sağlamak amacı ile yapılan savaşlar ve yok oluşlardan tutun da bunların çarpan etkisi ile devam ettirilen ardışık “intikam alışlara” kadar tüm yaşananlar, kendisini insan olarak tanımlayabilenlere ders niteliğindedir.
Artık kimsenin kimseye bir şeyler ispatlamak gibi bir görevi yoktur!.. Öyle değil mi!?.
Çünkü tebliğler yapıldı, herkesin her şeyden haberi var artık.
Bizim derdimiz, zamanı yakalayabilmektir, bundan dolayı çırpınıyoruz.
Adam kayırmaların, hırsızlıkların, hatta sahtekarlıkların bütün dünya genelinde ayyuka çıktığı günümüz dünyasında insanlığa artık yeni bir soluk verilmesi gerekmektedir!..
“Yeni bir soluk ne olmalıdır” derseniz!..
- ÜRETEREK BİRİKTİRDİĞİM VE HAKKIM OLANI, KİMSENİN ÇALIP GÖTÜRMESİNE ASLA İZİN VERMEYECEĞİM ARTIK!..
Bu slogan, tüm dünyayı sarmalı ve yeni bir değer ve kural olarak insanlık literatürüne geçmelidir!..
Çünkü bize ait olanın çalınarak götürülmesi, fakirliği tetiklediği gibi fakirliğin de cehaleti tetikleyen temel unsurlardan birisi olduğunu idrak etmemiz elzemdir.
Kendi emeklerimiz ile oluşturduğumuz dünyamızın, sahtekar ve hırsızlar tarafından manipüle edilerek yönlendirilmesine asla izin verilmemesi gerektiğini, tüm insanlık kendi HAKKI olana sahip çıktıkça kavrayabilecektir.
Artık;
Duygusal, Ekonomik, Dini, Siyasal, Kültürel vb. hiçbir şekilde SÖMÜRÜ yapılmasına izin vermeyecek bir anlayışın kanıksanarak uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
Aksi taktirde, tüm insanlık kısır döngüler içerisinde debelenip duracak ve her seferinde başladığı yere her şeyini kaybetmiş şekilde geri dönecektir.
Son söz;
Emeğin bu kadar değersizleştirildiği, lüks ve debdebenin topluma bu kadar pompalandığı günümüz dünyasında sağlıklı işleyen bir sistem kurabilmek çok zahmetli bir iş olacaktır.
Bundan dolayı Türk Ordusu, asli görevini üstlenmesi ve “Birinci Paylaşım Savaşı”ndan sonra İngiliz Milletler Topluluğuna ait olmayı seçen Arap yayılmacılığına hizmet ettiren “Peygamber Ocağı” manüplasyonundan acilen vaz geçmelidir.
- EMEK, SAHİP ÇIKILMASI GEREKEN EN DEĞERLİ BİRİKİMDİR.
- LÜKS DÜŞKÜNLÜĞÜ, İHANETİ TETİKLEYEN EN TEMEL UNSURLARDANDIR.
Dünya genelinde artık sömürü, yağma ve talan döneminin kapatılması acil bir ihtiyaçtır diyerek, sağlıklı işleyen bir sistemin insanlığa armağan edilmesi gerekmektedir.
Saygılarımla.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Hep düşünmüşümdür, Türk ordusuna neden “Peygamber Ocağı” denir diye!..
Ne oldu, ne yaşandı da “Peygamber Ocağı” adını aldı bu kurum!?
Öyle ya;
Türk, sadece Müslüman olarak değil, başka dinlere de mensup şekilde halen yaşamını sürdürebilmektedir.
M.Ö. 209’da On’luk (düzen) sistem olarak geliştirilen ve o günün şartlarına göre modernize edilip yenilenerek kurulan askeri bir kurum, daha Peygamber Hz. Muhammed doğmamışken de vardı; ne oldu da günümüze yansıyan tabir ile Peygamber Ocağı olarak anılır oldu!?.
Türk ordusu, varolageldiği zaman süresince sadece adaleti ve HAK olanı HAK edene teslim etmekle kendisini mükellef kılmış ve bunun üzerine kendi kodlarını baskın karakteristik özellik haline getirmiştir dersek, doğru bir tesbit olacaktır.
Ek bir açıklama yaparak konumuza devam edelim isterseniz; Türk Akıl ve Düşünce Sistematiği, Devlet idaresinin deruhte edildiği alana hiçbir zaman “Din” konusunu sokmamış, lakin inananlara da saygı sınırlarını aşmadan varlığını devam ettirmiştir.
Peygamber Ocağı tanımlaması, kutsal kılıfların yüksek duvarlar gibi akılların önüne örülmesiyle, hiçbir zaman sorgulayamadığımız ve gerçek bilgiden uzak tutulduğumuz bir durumdur ve bu isim yakıştırması varlığını korumayı bir şekilde başarabilmiştir.
Türkler; Hak ve Adaleti yaymaya gayret eden bir strateji üzerine kodlanmışlardır.
Arap devletleri; “Din” kisvesi altında, İngiliz akıl yapısını takip ederek kendi iradelerini yaymaya gayret etmektedirler. Bu durum, Birinci Dünya Savaşından sonra belirgin şekilde oluşmuş fiili bir durumdur diye belirtmemiz de gerekmektedir.
Araplar, birinci dünya savaşına kadar olan tarihi süreçte Türkleri ve ordusunu kutsallar ile denetim altına alarak, yayılmacı politikalarını da uygulamışlardır diyerek de belirtmek lazım geliyor hani...
Türkler ile Arapları birbirinden ayıran en belirgin çizgiye değinecek olursak;
- Arap yayılmacılığı, sistemsel çıkarları uğruna din olgusu (kutsallar) kullanılarak yayılmayı temel strateji haline getirmiştir.
- Türk yayılmacılığı, günün şartlarını gerçekçi bir bakış açısı ile değerlendirip, insanlığa yol açıcı fikir ve davranışlar ile zamanı yakalamaya çalışmıştır.
Aşağılık kompleksi aşılama, güdüleme ve yönlendirme…
Geçmişten “birilerini” kutsallaştırıp, bunun üzerinden toplumları baskı altında tutmaya hiç kimsenin hakkı da haddi de yoktur ve olamaz!.. Bunu yapmaya çalışanlar, tarihin akışına kilit vuranlardır, çünkü insanları bu davranışları ile geçmişe hapsederler. “TARİHİN AKIŞINA KİLİT VURMAK” deyimi tam da bunu anlatmaktadır… İnsana; “sen ne iş yaparsın!” diye sorarlar sonra!
Önceki makalemizden alıntısını yaptığımız “TARİHİN AKIŞINA KİLİT VURMAK” olgusu, Arapların insanlığa uygulamış olduğu bu tutarsız durumu özetlemektedir diyebiliriz.
Hakkımızda “Arap düşmanlığı yapıyor!..” gibi değerlendirmeler de yapılabilir.
Bu duruma bir açıklama getirmek de görevimiz olsun o zaman;
Düşüncelerimiz ve yazdıklarımız “Arap düşmalığı yapmak” değil, tam tersine bu zihniyetin, insanlığı ve insanlığın geleceğini ne kadar da yanlış bir rotaya sokarcasına yapmış olduğu etkiye atıfta bulunmaktır.
Bundan dolayı diyebiliriz ki;
Din ve inanç konusunun “kutsal kılıflar” giydirilerek, siyaset eli ile birlikte devlet yönetimi içerisinde irade haline gelmesi, yanlış kararlar almasına veya kasıtlı olarak sisteme zarar verici şekilde kullanılıyor olmasına karşı çıkmayı bırakın, eleştiri dahi yapılması zor bir durumdur. Bu durum, sosyal ve siyasal büyük çatışmaları tetikleyen ve hayatın akışına, durağanlığın zeminini hazırlayan gerçekliktir tesbitini de ortaya koymak gerekir.
Coğrafyamızın sürekli olarak “CEHALET SARMALI” içerisinde debelenip durmasını bu konuya dayandırabiliriz.
Bu tesbiti çok önceleri yapan ve uygulayan İngiliz Akıl Yapısı, toplumlar üzerinde, özellikle de İslam coğrafyası üzerinde çok etkili olabilmiştir.
Yazılanlardan “İslam’ın Cehalet ürettiği” anlamını çıkaranlara da şimdiden teessüflerimizi bildirip konumuza devam edelim.
Din ve Vicdan hürriyetini en iyi anlatan; “SENİN DİNİN SANA, BENİM DİNİM BANA!” söylemi değil midir!?.
Öyleyse; din konusunu geçtik, bünyesinde farklı düşünce ve kültürleri barındırmak ve hayat standartlarını daima yükseltmek ile mükellef olan Devlet kurumu, nasıl olur da dini kurallar ile işletilmeye zorlanabilir?
Buradan yatay bir geçiş yaparak biraz eskilere gidelim isterseniz!..
Çok büyük savaşları ve yok oluşları, tıpkı yüzünde kırışıklar oluşan yaşlı bir insan misali dünyanın kırıştırdığımız yüzünden okumamız mümkündür.
Çok fazla detaya girmeden kısaca diyebiliriz ki;
Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi, Haçlı Seferleri, İslam’ın yayılmasını sağlamak amacı ile yapılan savaşlar ve yok oluşlardan tutun da bunların çarpan etkisi ile devam ettirilen ardışık “intikam alışlara” kadar tüm yaşananlar, kendisini insan olarak tanımlayabilenlere ders niteliğindedir.
Artık kimsenin kimseye bir şeyler ispatlamak gibi bir görevi yoktur!.. Öyle değil mi!?.
Çünkü tebliğler yapıldı, herkesin her şeyden haberi var artık.
Bizim derdimiz, zamanı yakalayabilmektir, bundan dolayı çırpınıyoruz.
Adam kayırmaların, hırsızlıkların, hatta sahtekarlıkların bütün dünya genelinde ayyuka çıktığı günümüz dünyasında insanlığa artık yeni bir soluk verilmesi gerekmektedir!..
“Yeni bir soluk ne olmalıdır” derseniz!..
- ÜRETEREK BİRİKTİRDİĞİM VE HAKKIM OLANI, KİMSENİN ÇALIP GÖTÜRMESİNE ASLA İZİN VERMEYECEĞİM ARTIK!..
Bu slogan, tüm dünyayı sarmalı ve yeni bir değer ve kural olarak insanlık literatürüne geçmelidir!..
Çünkü bize ait olanın çalınarak götürülmesi, fakirliği tetiklediği gibi fakirliğin de cehaleti tetikleyen temel unsurlardan birisi olduğunu idrak etmemiz elzemdir.
Kendi emeklerimiz ile oluşturduğumuz dünyamızın, sahtekar ve hırsızlar tarafından manipüle edilerek yönlendirilmesine asla izin verilmemesi gerektiğini, tüm insanlık kendi HAKKI olana sahip çıktıkça kavrayabilecektir.
Artık;
Duygusal, Ekonomik, Dini, Siyasal, Kültürel vb. hiçbir şekilde SÖMÜRÜ yapılmasına izin vermeyecek bir anlayışın kanıksanarak uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
Aksi taktirde, tüm insanlık kısır döngüler içerisinde debelenip duracak ve her seferinde başladığı yere her şeyini kaybetmiş şekilde geri dönecektir.
Son söz;
Emeğin bu kadar değersizleştirildiği, lüks ve debdebenin topluma bu kadar pompalandığı günümüz dünyasında sağlıklı işleyen bir sistem kurabilmek çok zahmetli bir iş olacaktır.
Bundan dolayı Türk Ordusu, asli görevini üstlenmesi ve “Birinci Paylaşım Savaşı”ndan sonra İngiliz Milletler Topluluğuna ait olmayı seçen Arap yayılmacılığına hizmet ettiren “Peygamber Ocağı” manüplasyonundan acilen vaz geçmelidir.
- EMEK, SAHİP ÇIKILMASI GEREKEN EN DEĞERLİ BİRİKİMDİR.
- LÜKS DÜŞKÜNLÜĞÜ, İHANETİ TETİKLEYEN EN TEMEL UNSURLARDANDIR.
Dünya genelinde artık sömürü, yağma ve talan döneminin kapatılması acil bir ihtiyaçtır diyerek, sağlıklı işleyen bir sistemin insanlığa armağan edilmesi gerekmektedir.
Saygılarımla.
Ali Karani, dikGAZETE.com