Türkiye - İngiltere arasında yüz yıl sonra Birinci Dünya Savaşı’nın rövanşı!
Türkiye - İngiltere arasında yüz yıl sonra Birinci Dünya Savaşı’nın rövanşı!
- 05-01-2021 09:48
- 757
- 05-01-2021 09:48
- 757
Birinci Dünya Savaşı’nın yüz yıl sonraki rövanşı, Kadim Türk Devleti’nin Akıl Yapısı ile İngiliz Akıl Yapısı arasında geçmektedir.
İstemek ile hayal kurmak birbirlerine yakın kavramlardır.
“Yaşanılası Hayat” dediğin şey ise Plan, Program ve Hesaplama sonucu oluşan ortamdır.
Tüm bunları yapabilmek için ise ciddi ve derin bir fikriyata ihtiyaç vardır.
Unutmayalım ki çok değerli olan ‘Bilgi’ dahi, ‘Tecrübe’ karşısında acizdir ve düğmelerini iliklemek zorundadır.
Tabiatın akış hızı ile senkronize olabilmek, bireyin ve bireylerden teşkil toplumların zihinsel sıçramaları yakalayabilmesinin yol taşlarını döşeyen yegâne yol ve yöntem olarak algılanmalıdır.
- Devlet mekanizması, yapısı gereği sorumlu olduğu toplum adına, tabiatın akış hızı ile senkronize olabilmesini sağlayan zemini hazırlamaktadır.
- Fakat, özel şirketlerin hızlı şekilde bir an önce büyümek istemeleri, sürekli olarak daha fazlasını elde ederek güçlenmek üzere şartlanmış olmaları, tabiatın akış hızı ile senkronize olabilmelerini imkânsız kılmaktadır.
- Milletin ödediği vergi ile finanse edilerek kurumsal hale getirilen devlet mi!?
- Devletin imkanlarından faydalanarak güçlenen ve hatta Özel şirketlerin bile finanse ederek oluşturduğu devletler üstü bir yapı mı!?
Bu iki şıktan hangisi, insanlığa uygun ortam ve şartları hazırlayarak zihinsel sıçramalar yapabilmesini, gelişmesini ve ilerleme kaydetmesini sağlayacak ön açıcı katkılarda bulunabilir, bunları sorgulayalım mı; ne dersiniz!?
Tarihin akışı içerisinde insanlık, coğrafik koşullar ve karşılıklı rekabetler içerisinde çıkarları gereği ve kısıtlı imkanları ile birlikte kendi devlet yapılarını kurgulayabilmiş ve tüm aksi koşulları bertaraf etmeye çalışarak tarih sahnesindeki seyahatlerine, belli bir RİTİM, HIZ VE ZAMANLAMAYA SAHİP olarak kurdukları devlet mekanizması ile yola devam etmeye gayret etmişlerdir.
Bunu yaparken de kurdukları devlet mekanizmasını aynı zamanda bir koruma kalkanı olarak kullanabilmişlerdir.
Birçok aksaklıklar ile karşılaşılsa dahi sürecin devlet mekanizması ile devam ettirilmesi önemli bulunmuş ve buna gayret edilmiştir.
Devlet mekanizması, zaman içerisinde ciddi tecrübe birikimlerini elde edebilmiş ve bununla birlikte kendi toplumlarının hatta insanlığın dahi önünü açacak girişimlerde bulunabilmiştir.
Yani, sevk ve idarenin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için tarih boyunca bir mekanizmaya duyulan ihtiyaç daima bir zaruret olmuştur.
Diyebiliriz ki;
Bu tecrübe karşısında her akıl veya güç, önünü iliklemek zorundadır…
Kırılma noktasına geçmeden önce hepimizin sakince düşünmesi gerekmektedir.
Çünkü;
21. yüzyılda edinilen yeni tecrübeler ile birlikte toplumlarda oluşturulan yeni algılar, artık tüm bu devlet tecrübesi birikiminin reddedilmesi gerektiğini, insanlığın yeni bir anlayış ile birlikte, yeni bir sisteme geçmesi gerektiğini tüm insanlığa tek tek dayatmaktadır.
Değişim, dönüşüm ve gelişim durumuna karşı olunmaması gerektiğini vurgulayalım ve ardından, bizlere bu dayatmayı yapanın kim veya kimler olduğunu sorgulayalım mı; ne dersiniz!?
Fazla uzatmaya gerek yok diyerek konumuza giriş yapalım…
Ekonomik gücün etkisi ve cazibesi, insanlık üzerinde sınanmış ve basın yayın yolu ile de pekiştirilmiştir.
Bu etki gücü ve cazibenin, insanlığı etkisi altına aldığını inkâr etmek, düşünmemizi ve akıl yürütmemizi yanlış bir alana çekecektir.
Lakin, ekonomik gücün, tüm insanlığı domine edecek şekilde en üst noktaya oturtulması, insanlık adına yapılabilecek en kötü tercih olarak görülmek zorundadır.
Nedenine gelirsek; insanlık da tıpkı tabiat gibi sürekli şekilde kendisini yenileyerek değişmek, dönüşmek ve gelişmek üzere programlanmıştır.
İşte bu devasa akışın da sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için belli bir “Ritim, Hız ve Zaman”lamaya uyması zorunluluğu vardır.
Günümüzde insanlığın getirildiği son durumu gözlemleyecek olursak, şöyle bir çevremize bakmamız yeterli olacaktır.
Hayatımızın akışı o kadar hızlı bir hale geldi ki, artık hiç kimse hiçbir şeye yetişemez oldu; öyle değil mi!?
Bu koşturmacalar sayesinde üstesinden gelinemeyecek angaryalara boğulmadı mı insanlık!?
Koronavirüs sayesinde, hayatımızın akış hızı bir miktar yavaşlamış olsa da tercih zorlamasına maruz bırakıldığımız “Devlet mi, Devletler üstü Konsorsiyum mu” baskısı hala devam etmektedir.
Peki, hayatımızın akış hızı, devlet mekanizmalarımız sayesinde tabiatın akış hızına senkronize olabilmiş iken, ne oldu da bu kadar hızlı bir hal aldı hiç düşündük mü!?
Tam da bu kırılma noktasında, sürekli olarak artı değer yaratmak ve bir sonraki güne daha fazlasını kazanmak üzere kodlanmış program ve stratejiye sahip olan ve aynı zamanda hayatımızın ekonomik boyutunu şekillendiren “Şirketler, Karteller, Tröstler”den teşkil KONSORSİYUM devreye girmektedir.
Tabiat ile uyumlu şekilde işleyen hayatın akış hızının dışına çıkarak senkronizasyonunu kaybetmiş bir insanlık, ne yapılırsa yapılsın zihinsel sıçramalarını ıskalayacaktır denilirse yanlış mı olur!?.
Bundan dolayıdır ki insanlık, tüm bu devinimlerin arasında etkisiz birer eleman olarak yaşayarak kaybolmak zorunda kalmaktadır ve kalmaya da devam edecektir diyebiliriz...
Bu durum, aynı zamanda tüm dinamikleri besleyen insan faktörünü kalitesiz birer dolgu malzemesi kimliğine sokarak, faydasız ve etkisiz birer aktör şeklinde yapılandırmaktadır da.
Tıpkı “Gırtlak, Dil, Dudak ve Çene” ile konuşarak sesli iletişim kurma yolunun tercih edilmesinden dolayı, diğer iletişim yeteneklerinin kaybedilmiş olduğu gerçeği gibi…
GÜNÜMÜZDE YAŞANILAN BU DURUM, KISIR BİR DÖNGÜDÜR. AYNI ZAMANDA KISA VE VERİMSİZ BİR HAYAT DİLİMİNE SAHİP UYGULAMADIR.
Dünya genelinde, insanlığın birikimini bir şekilde ele geçirerek, ekonomik güç olarak palazlanmış şirketsel yapılardan teşkil bir konsorsiyum ile dünya genelinde söz sahibi olabilmiş devlet yapıları arasında kıran kırana bir çatışma yaşanmaktadır.
Çünkü bu Konsorsiyum, ekonomik sömürü temelli yeni bir oluşumdur ve kendisini dünyanın hâkimi olarak görmektedir.
Bundan dolayı, tüm devlet yapılarını tasfiye etmek veya denetim altına alarak tek hâkim merkez olabilmenin yol taşlarını da döşemektedir.
Kim ne derse desin;
Birinci Dünya Savaşı’nın Yüz Yıl sonraki rövanşı, Kadim Türk Devleti’nin Akıl yapısı ile sömürücü İngiliz Akıl yapısı arasında kıran kırana geçmektedir.
Son sözümüz ve Sorumuz olsun;
- Devlet mekanizması, çeşitli manipülasyonlar ile yıpratıldığı için sorumlu olduğu görevlerini yerine getirirken aksamalar yaşıyor olsa dahi, binlerce yıldan bu yana, insanlığın tabiata has akış hızı ile senkronize olabilmesini sağlayarak değişim, dönüşüm ve gelişimin önünü belli bir “Ritim, Hız ve Zamanlama” ile yakalamasını başarabilmiş ve bu zeminde insanlığın zihinsel sıçramalarını yapılabilmesini sağlayabilmiştir. Bu devlet mekanizması ile hayat döngümüz devam etmelidir mi dersiniz!?
Yoksa;
- Kanunlar nezdinde veya topluma ön açıcı girişimler açısından hiçbir sorumluluğu olmadığı halde insanlığa dayatılan bu yeni (Devletler üstü Konsorsiyum) sistem ile birlikte, köleleştirilen hayatımızı, birer dolgu malzemesi olarak yaşamak mı dersiniz!?
İnsanlık, koruma kalkanı olan devlet mekanizmaları ile özgürleşerek, zihinsel sıçramalarını başarabilmiştir.
Tekrardan KRALLAR VEYA KRALİÇELERİN kölesi olarak yaşamak mı; ASLA!..
Saygılarımla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Birinci Dünya Savaşı’nın yüz yıl sonraki rövanşı, Kadim Türk Devleti’nin Akıl Yapısı ile İngiliz Akıl Yapısı arasında geçmektedir.
İstemek ile hayal kurmak birbirlerine yakın kavramlardır.
“Yaşanılası Hayat” dediğin şey ise Plan, Program ve Hesaplama sonucu oluşan ortamdır.
Tüm bunları yapabilmek için ise ciddi ve derin bir fikriyata ihtiyaç vardır.
Unutmayalım ki çok değerli olan ‘Bilgi’ dahi, ‘Tecrübe’ karşısında acizdir ve düğmelerini iliklemek zorundadır.
Tabiatın akış hızı ile senkronize olabilmek, bireyin ve bireylerden teşkil toplumların zihinsel sıçramaları yakalayabilmesinin yol taşlarını döşeyen yegâne yol ve yöntem olarak algılanmalıdır.
- Devlet mekanizması, yapısı gereği sorumlu olduğu toplum adına, tabiatın akış hızı ile senkronize olabilmesini sağlayan zemini hazırlamaktadır.
- Fakat, özel şirketlerin hızlı şekilde bir an önce büyümek istemeleri, sürekli olarak daha fazlasını elde ederek güçlenmek üzere şartlanmış olmaları, tabiatın akış hızı ile senkronize olabilmelerini imkânsız kılmaktadır.
- Milletin ödediği vergi ile finanse edilerek kurumsal hale getirilen devlet mi!?
- Devletin imkanlarından faydalanarak güçlenen ve hatta Özel şirketlerin bile finanse ederek oluşturduğu devletler üstü bir yapı mı!?
Bu iki şıktan hangisi, insanlığa uygun ortam ve şartları hazırlayarak zihinsel sıçramalar yapabilmesini, gelişmesini ve ilerleme kaydetmesini sağlayacak ön açıcı katkılarda bulunabilir, bunları sorgulayalım mı; ne dersiniz!?
Tarihin akışı içerisinde insanlık, coğrafik koşullar ve karşılıklı rekabetler içerisinde çıkarları gereği ve kısıtlı imkanları ile birlikte kendi devlet yapılarını kurgulayabilmiş ve tüm aksi koşulları bertaraf etmeye çalışarak tarih sahnesindeki seyahatlerine, belli bir RİTİM, HIZ VE ZAMANLAMAYA SAHİP olarak kurdukları devlet mekanizması ile yola devam etmeye gayret etmişlerdir.
Bunu yaparken de kurdukları devlet mekanizmasını aynı zamanda bir koruma kalkanı olarak kullanabilmişlerdir.
Birçok aksaklıklar ile karşılaşılsa dahi sürecin devlet mekanizması ile devam ettirilmesi önemli bulunmuş ve buna gayret edilmiştir.
Devlet mekanizması, zaman içerisinde ciddi tecrübe birikimlerini elde edebilmiş ve bununla birlikte kendi toplumlarının hatta insanlığın dahi önünü açacak girişimlerde bulunabilmiştir.
Yani, sevk ve idarenin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için tarih boyunca bir mekanizmaya duyulan ihtiyaç daima bir zaruret olmuştur.
Diyebiliriz ki;
Bu tecrübe karşısında her akıl veya güç, önünü iliklemek zorundadır…
Kırılma noktasına geçmeden önce hepimizin sakince düşünmesi gerekmektedir.
Çünkü;
21. yüzyılda edinilen yeni tecrübeler ile birlikte toplumlarda oluşturulan yeni algılar, artık tüm bu devlet tecrübesi birikiminin reddedilmesi gerektiğini, insanlığın yeni bir anlayış ile birlikte, yeni bir sisteme geçmesi gerektiğini tüm insanlığa tek tek dayatmaktadır.
Değişim, dönüşüm ve gelişim durumuna karşı olunmaması gerektiğini vurgulayalım ve ardından, bizlere bu dayatmayı yapanın kim veya kimler olduğunu sorgulayalım mı; ne dersiniz!?
Fazla uzatmaya gerek yok diyerek konumuza giriş yapalım…
Ekonomik gücün etkisi ve cazibesi, insanlık üzerinde sınanmış ve basın yayın yolu ile de pekiştirilmiştir.
Bu etki gücü ve cazibenin, insanlığı etkisi altına aldığını inkâr etmek, düşünmemizi ve akıl yürütmemizi yanlış bir alana çekecektir.
Lakin, ekonomik gücün, tüm insanlığı domine edecek şekilde en üst noktaya oturtulması, insanlık adına yapılabilecek en kötü tercih olarak görülmek zorundadır.
Nedenine gelirsek; insanlık da tıpkı tabiat gibi sürekli şekilde kendisini yenileyerek değişmek, dönüşmek ve gelişmek üzere programlanmıştır.
İşte bu devasa akışın da sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için belli bir “Ritim, Hız ve Zaman”lamaya uyması zorunluluğu vardır.
Günümüzde insanlığın getirildiği son durumu gözlemleyecek olursak, şöyle bir çevremize bakmamız yeterli olacaktır.
Hayatımızın akışı o kadar hızlı bir hale geldi ki, artık hiç kimse hiçbir şeye yetişemez oldu; öyle değil mi!?
Bu koşturmacalar sayesinde üstesinden gelinemeyecek angaryalara boğulmadı mı insanlık!?
Koronavirüs sayesinde, hayatımızın akış hızı bir miktar yavaşlamış olsa da tercih zorlamasına maruz bırakıldığımız “Devlet mi, Devletler üstü Konsorsiyum mu” baskısı hala devam etmektedir.
Peki, hayatımızın akış hızı, devlet mekanizmalarımız sayesinde tabiatın akış hızına senkronize olabilmiş iken, ne oldu da bu kadar hızlı bir hal aldı hiç düşündük mü!?
Tam da bu kırılma noktasında, sürekli olarak artı değer yaratmak ve bir sonraki güne daha fazlasını kazanmak üzere kodlanmış program ve stratejiye sahip olan ve aynı zamanda hayatımızın ekonomik boyutunu şekillendiren “Şirketler, Karteller, Tröstler”den teşkil KONSORSİYUM devreye girmektedir.
Tabiat ile uyumlu şekilde işleyen hayatın akış hızının dışına çıkarak senkronizasyonunu kaybetmiş bir insanlık, ne yapılırsa yapılsın zihinsel sıçramalarını ıskalayacaktır denilirse yanlış mı olur!?.
Bundan dolayıdır ki insanlık, tüm bu devinimlerin arasında etkisiz birer eleman olarak yaşayarak kaybolmak zorunda kalmaktadır ve kalmaya da devam edecektir diyebiliriz...
Bu durum, aynı zamanda tüm dinamikleri besleyen insan faktörünü kalitesiz birer dolgu malzemesi kimliğine sokarak, faydasız ve etkisiz birer aktör şeklinde yapılandırmaktadır da.
Tıpkı “Gırtlak, Dil, Dudak ve Çene” ile konuşarak sesli iletişim kurma yolunun tercih edilmesinden dolayı, diğer iletişim yeteneklerinin kaybedilmiş olduğu gerçeği gibi…
GÜNÜMÜZDE YAŞANILAN BU DURUM, KISIR BİR DÖNGÜDÜR. AYNI ZAMANDA KISA VE VERİMSİZ BİR HAYAT DİLİMİNE SAHİP UYGULAMADIR.
Dünya genelinde, insanlığın birikimini bir şekilde ele geçirerek, ekonomik güç olarak palazlanmış şirketsel yapılardan teşkil bir konsorsiyum ile dünya genelinde söz sahibi olabilmiş devlet yapıları arasında kıran kırana bir çatışma yaşanmaktadır.
Çünkü bu Konsorsiyum, ekonomik sömürü temelli yeni bir oluşumdur ve kendisini dünyanın hâkimi olarak görmektedir.
Bundan dolayı, tüm devlet yapılarını tasfiye etmek veya denetim altına alarak tek hâkim merkez olabilmenin yol taşlarını da döşemektedir.
Kim ne derse desin;
Birinci Dünya Savaşı’nın Yüz Yıl sonraki rövanşı, Kadim Türk Devleti’nin Akıl yapısı ile sömürücü İngiliz Akıl yapısı arasında kıran kırana geçmektedir.
Son sözümüz ve Sorumuz olsun;
- Devlet mekanizması, çeşitli manipülasyonlar ile yıpratıldığı için sorumlu olduğu görevlerini yerine getirirken aksamalar yaşıyor olsa dahi, binlerce yıldan bu yana, insanlığın tabiata has akış hızı ile senkronize olabilmesini sağlayarak değişim, dönüşüm ve gelişimin önünü belli bir “Ritim, Hız ve Zamanlama” ile yakalamasını başarabilmiş ve bu zeminde insanlığın zihinsel sıçramalarını yapılabilmesini sağlayabilmiştir. Bu devlet mekanizması ile hayat döngümüz devam etmelidir mi dersiniz!?
Yoksa;
- Kanunlar nezdinde veya topluma ön açıcı girişimler açısından hiçbir sorumluluğu olmadığı halde insanlığa dayatılan bu yeni (Devletler üstü Konsorsiyum) sistem ile birlikte, köleleştirilen hayatımızı, birer dolgu malzemesi olarak yaşamak mı dersiniz!?
İnsanlık, koruma kalkanı olan devlet mekanizmaları ile özgürleşerek, zihinsel sıçramalarını başarabilmiştir.
Tekrardan KRALLAR VEYA KRALİÇELERİN kölesi olarak yaşamak mı; ASLA!..
Saygılarımla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com