Utanmaktan utanmak
Utanmaktan utanmak
- 26-08-2022 15:23
- 2089
- 26-08-2022 15:23
- 2089
Bıraksalar neler derim
Ohooo!..
En az ağzına geleni sayan psikopatlar kadar…
Mahallede birbirine dalanlar…
Koltuklarda kalkan ellerin ima ettikleri…
Gülen yüzlerin ardında içten saydırılanlar kadar…
Neler derim!..
Ohooo!..
Ama demiyorum.
Demicem…
İçimden de demicem...
Dışımdan da demicem…
Çünkü espri, laf sokma ile hakaret ve itham çizgisi belli değil flu…
“Sen böyle dedin mi!.. Ben şöyle anlarsam!.. Ben şöyle dedim diye sen de bunu yaparsan”a döner.
Haklılar, mağdurlar havada uçuşur…
Yan çizmeler baş gösterir, gereksiz özürler, yapmacık el öpmeler; işin içinden çıkamam.
Anlayacağınız…
Utanırsam diye utanıyorum…
Utanmaktan utanmalar iç içe…
Kanaatleri kelimelere dökme isteğimiz “tam görünemiyorum” demektir.
Yani tam bir ifade, bizim bedenimize yansıtılamıyor, davranışlarımızla kimlik bulamıyorsa kelimelere ihtiyaç duyuyoruz.
Kelimeler, gösteremediklerimiz içindir.
İnsan bedeni, duruş ve tavrı ile zaten konuşur.
Ama içinde birikenlerle baş edemeyen sulu bir acıya sahip komedya, mazlum bir haksızlığa sebebiyet verebilir
Bir kutsal başka kutsallara, bir doğru başka doğrulara, bir özgürlük başka özgürlüklere borçludur…
Sanat yapar siyaset ederiz…
Kahvehanede, kafede, sosyal mecralarda alabildiğine iyiyizdir taa ki iş eleştiriye gelene kadar…
Tam olamadığımız her şey karşı tarafın suçudur sanki.
Öyle haklıyızdır ki…
İki gencin birbirine hakaret etmesine, 13 yaşındaki oğlum, hakaret edilenin yanında durarak karşılık verdi.
Üstelik savundu sese dönüştürdü…
Yaşadığı bir haksızlığı hatırlamıştı ve o iki gençten hakaret edilene çok yazıktı...
Yazıktı.
Bunu hayretle izledim…
Çünkü bana kalsa bunu izlemeli, içimden tarafımı tutmalı ve sulh-selamet için iki tarafa da eşit yaklaşılmalıydı…
Çünkü hakaret eden, hakaret ettiğinden daha acizdi.
Orada kendini ayrıştırmasının tek nedeni özel olduğunu hissetmek istemesi ve yankı görmekti...
Bu onu suçsuz yapmasa da haklıydı.
Diğeri içinse haklılığın bedeliydi.
Tepkilerimiz başka başkadır…
Sade bir dille, “genel bir eleştiri tweeti”me bozularak cevap veren dostum, hakaret-vari yazdığı tweetlere cevap vermeyişimle ayrıştı, özel hissetti; merdivenleri hızlı çıkmıştı, içi rahatlamış sükun bulmuştu.
Söyleyeceğim her şey için hazırdı…
Ama ben, hiçbir şeyi onun kadar savunmadım.
Savunursam laf sokmak için değil işaret etmek için savunmalıydım…
Kısacası olmadı.
Hangimizin neyi sindirdiğini artık “tweetler” belli ediyordu.
Zorla saygı duyulduğunu bilmek, saygısızlığın en büyüğüdür.
Mesafeler iyidir...
Eğitim tabelaları, yasaklar, kurallar ve satın alınamayan şeyler...
Örnekler bitmez, kafa güzel…
“Daha neler derim” demiyorum.
Demeyecem…
Demlenmeden içilen çaylar gibiyiz...
Ah öğrenemedik; hakikati savunmakla, söylediklerimizin de hakikat olması, nasıl başka şeyler…
Ah bilemediğimiz yerimizi, kader öğretti.
“Demeyeceğim” dedim ya ciddiyim…
Hâlâ demiyorum.
Anladığınız için sağolunuz.
Şşşş…
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com
Bıraksalar neler derim
Ohooo!..
En az ağzına geleni sayan psikopatlar kadar…
Mahallede birbirine dalanlar…
Koltuklarda kalkan ellerin ima ettikleri…
Gülen yüzlerin ardında içten saydırılanlar kadar…
Neler derim!..
Ohooo!..
Ama demiyorum.
Demicem…
İçimden de demicem...
Dışımdan da demicem…
Çünkü espri, laf sokma ile hakaret ve itham çizgisi belli değil flu…
“Sen böyle dedin mi!.. Ben şöyle anlarsam!.. Ben şöyle dedim diye sen de bunu yaparsan”a döner.
Haklılar, mağdurlar havada uçuşur…
Yan çizmeler baş gösterir, gereksiz özürler, yapmacık el öpmeler; işin içinden çıkamam.
Anlayacağınız…
Utanırsam diye utanıyorum…
Utanmaktan utanmalar iç içe…
Kanaatleri kelimelere dökme isteğimiz “tam görünemiyorum” demektir.
Yani tam bir ifade, bizim bedenimize yansıtılamıyor, davranışlarımızla kimlik bulamıyorsa kelimelere ihtiyaç duyuyoruz.
Kelimeler, gösteremediklerimiz içindir.
İnsan bedeni, duruş ve tavrı ile zaten konuşur.
Ama içinde birikenlerle baş edemeyen sulu bir acıya sahip komedya, mazlum bir haksızlığa sebebiyet verebilir
Bir kutsal başka kutsallara, bir doğru başka doğrulara, bir özgürlük başka özgürlüklere borçludur…
Sanat yapar siyaset ederiz…
Kahvehanede, kafede, sosyal mecralarda alabildiğine iyiyizdir taa ki iş eleştiriye gelene kadar…
Tam olamadığımız her şey karşı tarafın suçudur sanki.
Öyle haklıyızdır ki…
İki gencin birbirine hakaret etmesine, 13 yaşındaki oğlum, hakaret edilenin yanında durarak karşılık verdi.
Üstelik savundu sese dönüştürdü…
Yaşadığı bir haksızlığı hatırlamıştı ve o iki gençten hakaret edilene çok yazıktı...
Yazıktı.
Bunu hayretle izledim…
Çünkü bana kalsa bunu izlemeli, içimden tarafımı tutmalı ve sulh-selamet için iki tarafa da eşit yaklaşılmalıydı…
Çünkü hakaret eden, hakaret ettiğinden daha acizdi.
Orada kendini ayrıştırmasının tek nedeni özel olduğunu hissetmek istemesi ve yankı görmekti...
Bu onu suçsuz yapmasa da haklıydı.
Diğeri içinse haklılığın bedeliydi.
Tepkilerimiz başka başkadır…
Sade bir dille, “genel bir eleştiri tweeti”me bozularak cevap veren dostum, hakaret-vari yazdığı tweetlere cevap vermeyişimle ayrıştı, özel hissetti; merdivenleri hızlı çıkmıştı, içi rahatlamış sükun bulmuştu.
Söyleyeceğim her şey için hazırdı…
Ama ben, hiçbir şeyi onun kadar savunmadım.
Savunursam laf sokmak için değil işaret etmek için savunmalıydım…
Kısacası olmadı.
Hangimizin neyi sindirdiğini artık “tweetler” belli ediyordu.
Zorla saygı duyulduğunu bilmek, saygısızlığın en büyüğüdür.
Mesafeler iyidir...
Eğitim tabelaları, yasaklar, kurallar ve satın alınamayan şeyler...
Örnekler bitmez, kafa güzel…
“Daha neler derim” demiyorum.
Demeyecem…
Demlenmeden içilen çaylar gibiyiz...
Ah öğrenemedik; hakikati savunmakla, söylediklerimizin de hakikat olması, nasıl başka şeyler…
Ah bilemediğimiz yerimizi, kader öğretti.
“Demeyeceğim” dedim ya ciddiyim…
Hâlâ demiyorum.
Anladığınız için sağolunuz.
Şşşş…