- 08-05-2022 03:12
- 2319
1999 yılında o zamanlar ismi “Gülen Cemaati” olan ancak bugün uluslararası bir istihbarat ağının kucağında onlara casusluk yapan “Fetullahçı Terör Örgütü” isimli yapıdan ayrıldığımda, bu tavrım özellikle yetişmelerinde emeğim geçen bazı talebeler ve beni yakından tanıyan esnaflar üzerinde derin etkiler bırakmıştı.
Sebeplerini merak ediyorlardı.
Bazıları bunu vicahi olarak sorumuş ve cevabını almıştı. Bazıları da uzaklarda oldukları için bunu mektup veya mail yoluyla soruyorlardı.
Yapının alt kesiminin, içeride yaşanan çekişmelerden, hizipleşmelerden haberleri yoktu.
Zaten ülkemizdeki bu tür yapılanmalarda içeride nice kollar kırılıyordu fakat bu dışarı sızdırılmıyordu.
“Kol kırılır yen içinde kalır.” mantığı hakimdi.
Hemen hepsi de “İslami bir dava” zannettikleri yapıya hizmet ederken kendilerini mutlu hissediyorlardı. Bu sebeple, yapıdan ayrılanlar onların nazarında “İslam’dan ayrılma” ile eş değerde görülüyordu.
Zaten üst kesim, ayrılanlara “Hain, mürtet, bizi sattı vs.” gibi yaftaları vurmakta asla gecikmiyordu. Fakat alt kesim için bu sefer durum farklıydı.
Zira benim gibi birçok üst kademelerde görev yapmış birinin ayrılması sıradan bir hadise olamazdı.
Bornova'da yanımızda yetişen ve ayrıldığım dönemlerde yapının önemli bir kademesinde görev yapan talebem, mail yoluyla bana ulaşmış ve yaşadığı travmayı şu sözlerle dile getirmişti:
“Muhterem Cemal abi! (Yapı içinde kod ismim Cemal’di) Biliyorsun ki ben sizi Bornova'dan tanıdım, derslerinize katıldım ve kendime, sizi ölçü kabul etmiş biriyim. Yurt dışında olduğum için sizin cemaatimizden ayrılmanızı biraz geç duydum ve resmen şok oldum.
Bornova'ya gittiğimde beni çok üzen, belki inanmayacaksınız ama bir ay aklıma geldikçe ağladığım ve hala şokundan kurtulamadığım ve inanmak istemediğim o haberi öğrendim.
İnanın ki abi, hala aklıma geldikçe gözlerim doluyor.
Sizin açınızdan belki bu kadar büyütülecek bir şey değil ama ben, işte bu kadar etkilendim.
Çünkü hizmeti, üstadımızı, hocamızı, vefayı, sadakati istişareyi, meşvereti fedakârlığı bize siz, hem yaşayarak hem de anlatarak öğrettiniz.
Siz, bizim için rol modeldiniz. Hizmetimizde kendimize sizi örnek aldık. Görülen rüyaları, kerametleri hep sizden dinledik. Bunların hepsi yalan mıydı? Yoksa siz önceden de bunları biliyor ve bizi aldatıyor muydunuz?
Ya da sonradan daha mı iyilerini gördünüz? Eğer öyleyse lütfen bize de söyleyin biz de oralara gidelim.
Cemal abi, içimden gelenleri yazdım sadece, haddimi aşmamışımdır inşallah.
Saygılarım ve selamlarımla...”
…
Ben de bu samimi talebeme cevaben şunları yazdım:
Sevgili kardeşim!
Bornova'da ne öğrendiğinizi bilmiyorum ama ben yine tanıdığınız Cemal abinizim. Allah'a (cc) şükür; İslami çizgimde bir gram geri gidiş mevcut değildir.
Üstadı, İslam davası olarak gördüğüm hizmeti anlattık ve yine de anlatıyoruz. Ancak bunları anlatırken ısrarla üzerinde durduğum bir nokta vardı; bu da davanın fertlere bağlanmaması gerektiği ve bugün önümüzdeki insanların yarın farklı bir zemine kayabileceği gerçeğiydi. Bizler sizlere bu gerçekleri anlatırken yapı içerisindeki kokuşmalardan da sık sık bahsettiğimi hatırlıyorum.
Demek ki oraları kaçırmışsın.
Evet, bizim davamızın temeli ihlâs ve uhuvvete dayanıyordu. Ancak yapı, biraz genişleyip insanlar dünya nimetleriyle tanışınca ne ihlâs kaldı, ne de uhuvvet. Unutma ki Üstadımız ihlâs risalesini, "Allah'ın ayetlerini az bir menfaat karşılığında satmayın." ayetinden mülhem yazmıştır. Yani bizlere verdiği derste hangi şartlarda olunursa olunsun birinci hedefimizin Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu anlatıyordu.
Ancak ne kadar hazindir ki, ihlas ve uhuvvet zemini kayıp, yerini, "Paraya, makama, ranta, menfaate, makam hırsına vs." dayalı bir zemin alınca dava arkadaşlarının birbirine attığı kazıkların boyu Kazıklı Voyvoda'nın kazıklarını kat kat geçti.
Bir zamanlar en büyük hedef insan kazanma iken artık insanlara sadece parasından dolayı kıymet verilmeye başlandı.
Yine bir zamanlar Gülen, "Hemi vallah, hemi billah, hemi tallah kadın yüzünü bile gösteremez. Kadının ne işi var araba lastiği reklâmlarında vs." diye bağırırken, kurulan müesseselerde çok affedersin kadınların iç çamaşırları, göğüsleri sadece para kazanmak için gösterildi.
Yine düne kadar ak dediklerimiz kara, kara dediklerimiz ak görülmeye başlandı.
Faiz kesin olarak haram iken, kurulan müesseseler gırtlağına kadar faizin içine gömüldü.
Yine milletin fitresi, zekâtı, himmeti toplandı ve bunlar imamların lüks harcamalarına sarf edildi.
Beş yıldızlı otellerde hizmetin sırtından tatiller yapılmaya başlandı.
Sisteme yaranmak için olmadık kılıklara girildi. Müslümanca tavır konulmadı.
Niçin?
Müessesemiz kapanacakmış!
Sonunda ne oldu?
“Müesseseyi kurtarayım” derken izzet de gitti şeref de…
Millete rezili rüsvay olduk.
Gülen, ABD'ye kaçtı…
CIA’nın şubesi gibi çalışmaya başladı. Topyekün hepinizi de CIA’nın birer çalışanı yaptı.
Aveneleri de arkasından ABD'ye taşındı.
Ne mi yapıyorlar orada?
Hizmetten aldıkları binlerce dolar maaşla günlerini gün ediyorlar…
Bunlar kuru iddialar değil!
Sana hepsini delilleriyle ispatlarım.
Zaman'ın başında bulunan adam (Lafın gelişi “adam” dedim, yoksa beş para etmez) hizmetin parasıyla kendisine tesbih koleksiyonu kurmuş...
Yine bir zamanlar Zaman’ın başında olan bir adam (Bunlara adam derken sıkılıyorum. Bunlar hayvandan da aşağı mahlûklar) üç milyon dolarlık matbaaları, on milyon dolar göstererek paralarla kendisine villalar yaptı.
Milletten kurban paralarını topladılar ve kesmediler.
İslam’ın tesettürüne sahip çıkmadılar.
Uyduruk bir gerekçe ile yapıya ait hemen bütün kızlar başlarını açtı. Sadece başlarını açsalar iyi, elbette devamı da geldi...
Temeli İslam olan ve ırkçılığı reddeden davamız, derin devletle (1994 sonlarında) anlaşınca birdenbire en ırkçı kesildi. Türklere göre yeni bir İslam anlayışı, "Türk İslam’ı" bile türetildi.
Bizler dershanelerde imana ve Kur'an'a hizmet edecek talebeler yetiştirirken, abileriniz kurdukları TV’ler ve bazı kurumlar aracılığı ile belli güç odaklarına yaranmak için popçuları ve topçuları baş tacı ettiler.
“Fatih Üniversitesi” diye bir yer açıldı. Laiklere yaranma adına yüzlerce kız öğrenci “başörtülü” diye okula alınmadı. Yüzlercesine disiplin cezası verildi.
Bunlar bizzat üniversitenin açıkladığı bilgilerde var.
Bir de sitelerine “www.fatih.edu.tr” gir bak. Bütün gayeleri, laik sistemi ebediyen yaşatmakmış. Onlar sitelerinde öyle diyorlar.
Hülasa lafı uzatmak istemiyorum.
Biliyorsun ben bu yapıya Ülkücü hareketten geldim.
Orada idamla yargılandım.
Bu yapının, Allah yolunda olduğuna inandığım ve ideallerimle örtüştüğünü gördüğüm için geldim.
33 yaşına kadar bekâr olarak dershanelerde kaldım.
Fedakârlığın ne olduğunu talebelerimize yaşayarak göstermeye gayret ediyorduk. Ama ne zaman ki bu yapının üst yönetiminin İslam diye bir davası olmadığını fark ettiğim anda hiç tereddüt etmeden karşı çıktım ve yapıda barınamayacağımı bildiğim için ayrıldım.
Yapının alt kesimi için bunu söylemek haksızlık olur. Ama ihlas ve samimiyetle hizmet eden alt kesimi bir avuç, Allah ile aldatan ve yüzlerine İslam maskesi takan sahtekârlar sevk ve idare ediyor.
Alt kesim de itaat şuuruyla bunları asla sorgulamıyor.
Yapıdan ayrılma kararını vermeden önce, iç dünyamda büyük bir çatışma yaşadım.
Bir yandan İslam deyip, insanları davet ediyorduk ama diğer yandan yapının üst kesimleri her türlü gayri meşru işi yapmaktan geri durmuyordu.
Bu çelişkileri defalarca hem sözlü hem de raporlar hazırlayarak başta yapının lideri Gülen’e ve önde gelenlere verdim. Ama baktım ki, hiç kimse kurulu düzenini bozmak istemiyor. Yani kısaca artık ihlasla iş yapanların yerini makam, mevki, rant, gösteriş aldı ve bu zemin kayması yapıyı bugünkü noktaya getirdi.
Başta da dedim ya!..
Bornova'da ne dediklerini bilmiyorum ama ben yine aynı Cemal abinizim.
Benim için ölçü, her zaman Kur’an ve sünnet oldu. Bunun için Kur’an yolunda gittiğine inandığım bu yapıda bulundum. Ayrılırken de Kur’an dışı gördüğüm için ayrıldım.
Şimdi bu yazdıklarım çerçevesinde bir de sen etrafına bak!..
Acaba Allah (cc) yolunda mı hizmet ediyorsunuz, yoksa değişik gayeler mi var?
Bunu hem mikro planda hem de makro planda yap.
Taassubun yakıcı ve aldatıcı etkisinden sıyrılarak yap. Göreceksin ki Gülen’in dediği gibi, iyiler iyi atlara binip gitmişler.
Malum şu sözler Gülen’e aitti:
"Hey gidi günler hey... Nerede tahta kulübeler... Nerede o eski ihlas ve samimiyet... Nerede bir talebenin imanını kurtarma adına dökülen gözyaşları... Şimdi hizmette boyut değişmiş... Adam kazanma yerine adam kaybetme davası olmuş... Küstürülen, katledilen, yıllarca kullanıldıktan sonra bir paçavra gibi bir kenara atılan insanların haddi hesabı yok…
Kim verecek bunların hesabını..."
Evet, kardeşim!
Ben bunlar için terk etmek zorunda kaldım.
Çamurun içinde kalıp çamurla mücadele etmenin bir faydası olmayacağına inandığım için terk ettim.
Daha çok insanların maddi ve manevi sömürülmesine seyirci kalmamak, aracı olmamak için terk ettim.
“Terk ettim” derken İslami bir davayı “Fethullahçı bir ideoloji”ye dönüştüren ve bunu bir rant kaynağı olarak gören bir yapıyı terk ettim. Yoksa hâşâ İslam bizim hayat nizamımızdır. Bugün de onun için elimden geleni fisebilillah yapmaya gayret ediyorum...
Tıpkı tanıdığın Cemal abin gibi...
Aslına bakarsan ben yapıyı terk etmedim. Yapıyı yönetenler, başlarda insanları aldatmak için oluşturdukları çizgiyi, prensipleri, ölçüleri terk ettiler.
Bu hususta yürekli insanlar varsa gelsinler konuşalım. Konuştuğum herkes, “Sen haklısın, ama…” diyor. Sonra da bir sürü “ama, fakat” gibi mazeretler takarak gerçeklerden kaçıyorlar...
Önlerine yazılı olarak koyduğum kırılmalar için onlara şunu dedim:
“Şu tespit ettiklerimden bir tanesi yanlış ya da yalan deyin, ben hepsinden vazgeçeceğim.”
Ama yok!
Yürek yok, ihlâs yok, samimiyet yok.
Önlerini kesen cadı tuzaklarını görmüyorlar.
Buyursunlar kim haklı, kim haksız hodri meydan diyorum. Ama içimden diyorum ki; inşallah gördüklerim ve yaşadıklarımda yanılırım da bu yapı, eski İslami çizgisinde devam eder.
İşte böyle kardeşim…
İnşallah bunları kaleme aldım. Yeri ve zamanı gelince yayınlandığında kimin haklı olduğu ortaya çıkacaktır.
Ben hiçbir zaman mahkeme-i Kübra’yı aklımdan çıkarmıyorum. Bu yapıyı, değişik şekillerde çizgisinden çıkaranlarla, burada da orada da hesaplaşacağız.
Saygılar, sevgiler...
*
1999’dan 2022’ye kadar aradan 23 yıl geçti.
O dönemlerde yapı içinde gördüğüm İslami sapmaların, bugün bütün yönleriyle açığa çıktığını yaşayarak gördük.
FETÖ denen bu şeytani yapının, esas gayesinin İslam olmadığı ortaya çıktı.
Yaptıkları 15 Temmuz darbe girişimi ile de CIA’nın maşası olduklarını ispatlamış oldular.
Şimdi biz Müslümanlara ve devletimize düşen en önemli görev; bu şeytani yapının elinde esir bulunan ve bu yapıya sırf “İslami hassasiyeti var” zannederek bağlanan yüzbinlerce insanı ellerinden kurtarmaktır.
Bunun için her Müslüman ve devletimiz, proje geliştirmeli, FETÖ’nün ancak İslami, fikri, sosyal, siyasi, ekonomik, emniyet ve yargı kanalıyla topyekün bir mücadele ile 20-30 yılda bitirilebileceği gerçeğini unutmamalıdır.
Aksi halde bugünkü gevşek insanlar ve devlete sızmış kripto FETÖ’cülerin yürüttüğü “FETÖ mücadelesi” ile bu şeytani yapı bitirilemez.