- 13-11-2025 07:33
- 941
Kafkasya'da yükselen duman ve Avrasya'nın stratejik aklı
MOSKOVA
Hazar’ın binlerce yıllık sükûneti, Azerbaycan semalarında parlayan o “meşum” ışıkla yırtıldığında, düşen sadece bir Türk askeri nakliye uçağı değildi. O an enkaz altında kalan; diplomasinin görünmez ipliklerle ördüğü hassas dengeler, “soğuk” mantıkla yürütülen vekalet savaşları ve öngörülebilir bir dünyanın ta kendisiydi. Kafkasya’da açılan bu yeni ve tehlikeli perde, Avrasya satranç tahtasının iki büyük oyuncusunu, Ankara ile Moskova’yı, tarihî bir sorumlulukla da baş başa bıraktı.
Bu iki başkentin ilişkisi, uzun yıllardır stratejik bir zekânın ürünü olan karmaşık bir denkleme dayanıyordu. Suriye’de rekabet ederken Astana’da barışı inşa eden, Karadeniz’de komşuluk hukukunu gözeten, enerjide ortaklığın pragmatizmini sergileyen bir akıldı bu. Birbirlerinin hassasiyetlerini bilen, yeri geldiğinde farklı düşünen ancak her zaman diyalog kanalını açık tutan iki köklü devlet geleneği... Bu ilişki, sadece jeopolitik mecburiyetlerden değil, aynı zamanda Batı merkezli küresel düzene karşı kendi bağımsız duruşlarını sergileme iradesinden de güç alıyordu. NATO içinde kendi özgün ve milli politikasını izleyen bir Türkiye, Moskova için ne kadar karmaşık bir denklemse, Rusya ile her düzeyde konuşabilen bir Türkiye de bölge için o kadar vazgeçilmez bir “istikrar” çıpasıydı.
Şimdi ise o denklemin tüm parametreleri değişti. Ankara, uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkını ve kendisine yapılan saldırının hesabını sorma kararlılığını masaya koyacakken; Moskova, kendi “yakın çevresinde” böylesi bir “oldu-bittinin” yaşanmasının getirdiği güvenlik risklerini en derin şekilde hissediyor. Buna evrildi dengeler…
Bu kriz, Ankara-Moskova hattını bir kopuşa değil, aksine daha derin ve incelikli bir stratejik aklın devreye girmesine zorluyor. Ankara, bu haklı ve kararlı duruşunu eyleme dönüştürürken, atılacak her adımın, bölgesel ve küresel yankılarını bir satranç ustasının öngörüsüyle hesaplamaktadır. Devlet, duygusal bir tepkiden ziyade, zamanı ve mekânı doğru seçilmiş, ölçülü ve etkili bir karşılığın peşindedir. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği, bir yandan milli onuru ve devletin bekasını koruma kararlılığını sergilerken, diğer yandan bölgeyi topyekûn bir yangına sürükleyecek adımlardan kaçınma basiretini de göstermektedir.
Bu stratejik karşılığın verileceği en mantıklı coğrafyalardan birinin “Suriye” sahası olacağı ise aşikârdır. Türkiye’nin, bu menfur saldırıya doğrudan bir cevap vermek yerine, faillerin bölgedeki uzantılarına ve çıkarlarına yönelik atacağı adımlar hem kararlılığını gösterecek hem de gerilimi daha geniş bir alana yaymadan kontrol altında tutma imkânı sunacaktır.
İşte bu noktada Rusya'nın duruşu, Avrasya'nın geleceği için bir “anahtar” niteliği taşıyor. Moskova için ise bu kriz, kendi güvenliğini de tehdit eden bir gelişme sayılmaktadır. Diğer yandan, Batı'nın dikkatini ve enerjisini Kafkasya'daki bu yeni krize yöneltmesi, Rusya'ya Ukrayna'da stratejik bir soluklanma imkânı tanıyacaktır. Bu nedenle Kremlin’in, Türkiye’nin Suriye’de atacağı kontrollü ve meşru adımlara, İsrail’in cüretkâr eylemine bir cevap olarak sessiz kalması veya “zımnen” destek vermesi, rasyonel bir seçenek olarak ortaya çıkmaktadır.
Son tahlilde, Türkiye-Rusya ilişkisi, bu büyük fırtınadan daha da tecrübeli bir şekilde çıkacaktır. Zira bu ilişki, konjonktürel dostluklara değil, kökleri tarihin derinliklerinde olan ve karşılıklı çıkarlara dayanan sağlam bir zemine oturmaktadır. Kafkasya’da yükselen duman, bu iki stratejik aklı yok etmeyecek, bilakis onları daha karmaşık sorunları çözmeye ve bölgenin kaderini birlikte şekillendirmeye yöneltecektir. Avrasya’nın geleceği, her zamankinden daha fazla, Ankara ve Moskova’nın sergileyeceği bu bilge ve öngörülü liderliğe bağlıdır.
Ancak, artık dansın ritmi daha tehlikeli, adımları daha karmaşık ve her bir sonraki hamle, sadece bölgesel değil, küresel sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyacaktır, vesselam…
.
Hasan Enes Karahan, dikGAZETE.com