- 07-09-2018 06:28
- 1013
Ekim 2017’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Jeffrey Feltman, Suriye’deki çatışma karşısında izlenecek tavra ilişkin örgüte bağlı tüm ajanslara yönelik gizli talimatlar yazdı.
Ancak örgüte üye devletler, hatta Güvenlik Konseyi üyeleri bile hiçbir zaman bu talimatların varlığı konusunda bilgilendirilmediler.
Ta ki Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bunları ifşa edene kadar.
‘Feltman Planı’ adıyla bilinen bir dizi belgede küresel güçlerin özellikle ABD emperyalizminin Suriye’ye yönelik gerçek amacını dile getirilmiştir.
Bu talimatlarda Irak’ta olduğu gibi, Suriye halkının egemenliğinin tasfiyesini ve yerine bir yabancı yönetiminin kurulması önerilmekteydi. (1)
Dolayısıyla Suriye’de olup biteni bu perspektiften okumak gerekir.
Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın Ankara temasları her ne kadar Almanya - Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesiyle ilgili lanse edilse de Almanya; İdlip’teki savaş sonrası Türkiye’nin, göçü nasıl kontrol edebileceğini öğrenmek istiyor.
Almanların merak ettiği bir diğer konu da İran - Rusya ve Türkiyeliderleri arasında gerçekleştirilecek Tahran Zirvesi'nde nelerin konuşulacağı?
Çünkü Tahran Zirvesi’nde masadaki en önemli konu İdlib’le ilgilianlaşma zemini oluşmazsa kaçınılmaz savaş ortamında Türkiye’nin kontrol edemeyeceği bir göç dalgasının yaşanması.
Göç dalgası, radikal unsurlarla birlikte, önce Türkiye’ye sonra da Türkiye üzerinden Avrupa’ya yayılabilir ve Almanya açık hedefe dönüşür.
ASTANA SÜRECİNİN GARANTÖR ÜLKELERİ...
Rusya destekli Suriye hükümetinin İdlib’i geri almaya yönelik adımları, Moskova, Ankara ve Tahran arasındaki yoğun bir diplomatik görüşme trafiğinin ortasında gelişiyor.
Üç devletin liderleri Vladimir Putin, Recep Tayyip Erdoğan ve Hasan Ruhani, İdlib sorununa odaklanacak görüşmeler için 7 Eylül Cuma günü (bugün) Tahran’da bir araya geliyor.
Türkiye, İran ve Rusya; Suriye’de çatışmasızlık bölgelerinin kurulması ve muhalif gruplar ile Suriye hükümeti arasında müzakerelerin yürütülmesini öngören Astana Süreci’nin de garantör ülkeleri.
Putin, Tahran ziyaretinin en önemli kısmında Erdoğan ile baş başa görüşme yapacak.
“Suriye’de çözümün tüm yönleri” ele alınacak.
Garantörler arasındaki işbirliği ihtiyacı giderek azalmış görünse de bugünkü konjonktürde gerek Rusya’nın Türkiye’ye olan ihtiyacı, gerekse Türkiye’nin Rusya’ya olan ihtiyacı sonlanmadı.
Sebebine gelince; Suriye’de, Astana Protokolü’nün garantör imtiyazı verdiği devletlerin çıkar ve işbirliği alanları sadece Suriye’yle sınırlı değil, bu ortak çıkar ve işbirliği pek çok alanda sürdürülebilir nitelikte.
Dolayısıyla tarafların kazanılmış ve sürdürülebilir çıkar ve işbirliğini sekteye uğratabilecek, adımlar atması beklenemez.
Bir diğer husus da ABD’nin, İran kuşatmasında Tahran’daki “Velayeti Fakih” rejiminin Türkiye’nin her türlü yarımına muhtaç olması.
Mollalar, Suriye konusunda Ankara’yı kızdıracak bir karar çıkmasını istemeyecektir.
Yoksa rejim ellerinden kayar gider.
Suriye’deki İslamcı milislerin bir kısmını destekleyen ve sınırından yeni bir sığınmacı akışını önlemesiyle ilgili ciddi kaygılar taşıyan Türkiye, “ılımlı” asilerin El Kaide çekirdeğinden ayrılabileceğinde ısrar ederek, saldırının önüne geçmeye çalışıyor.
Çünkü bu grupların Türkiye’nin başına bela olması yüksek ihtimal.
Gerekirse Türk askerine silah doğrulmaktan kaçınmayacakları tecrübe ile sabit.
Erdoğan hükümeti, ayrıca, Türkiye’ye doğru yeni bir Suriyeli göçhareketini engellemek amacıyla, Türkiye sınırı yakınındaki İdlibiçinde bulunan mevzilere asker ve tank gönderdi.
Trump’a bakılırsa Pentagon, Suriye rejimine nefes aldırmamalı.
Zaten herkesin bildiği gibi Washington, müdahale tehdidini, herhangi bir insani kaygıdan dolayı yapmıyor.
Birbirini izleyen ABD yönetimleri, bölgede, Irak’taki saldırı savaşından Libya ile Suriye’deki rejim değişikliği operasyonlarına ve Yemen’e karşı soykırım içeren ABD - Suudi savaşına kadar, milyonlarca hayata mal olan ve tüm toplumları kırıp geçiren kanlı müdahaleler gerçekleştirmiştir.
Eğer ABD, Suriye’de yeni bir saldırı eylemine girişirse, bu, Washington ile onun Batılı ve bölgesel müttefiklerinin 2011’deki vekil savaşının başından beri milyarlarca dolar değerinde para ve silah akıtarak desteklediği El Kaide önderliğindeki “asiler”i kurtarmak; ABD’nin Ortadoğu’ya egemen olma ve İran ile Rusya’nın hem Suriye’deki hem de genel olarak bölgedeki etkisini zayıflatma biçimindeki jeostratejik çıkarlarını ilerletmek için olacaktır.
Washington, Suriye’de El Kaide’yi açıkça savunarak, 17 yıllık “terörle küresel mücadele”yi, ABD ulusal güvenlik belgelerinin ABD egemenliğine meydan okuyan “değişim yanlısı devletler”olarak tanımladığı Rusya ve Çin ile askeri çatışma hazırlıkları lehine gayrı resmi bir şekilde terk ediyor.
Suriye’deki gelişmelerin daha geniş ve çok daha tehlikeli bir çatışmaya dönüşmesi tehlikesi ortada.
Rusya, 26 savaş gemisini ve aralarında stratejik bombardıman uçaklarının bulunduğu 36 uçağı Akdeniz’e göndermiş durumda.
Bu arada, ABD de, bölgeye, azımsanmayacak güçler yerleştirdi.
Pentagon, 56 güdümlü füze taşıyan USS Sullivans’ı yeniden Basra Körfezi’ne sevk etti ve B-1B stratejik bombardıman uçaklarını Katar’daki El Udeyd Hava Üssü’ne yeniden konuşlandırdı. (2)
ABD’NİN SURİYE REJİMİNE KARŞI TERÖR EYLEMLERİNİ YÜRÜTÜP, KUŞ UÇURTMADIĞI BÖLGE...
Suriye Ordusu, İdlip’teki sorunun çözümünden sonra ABD’nin 2016’da Ürdün ve Irak sınırları yakınındaki çöl bölgesine kurduğu Tanf’taki askeri üsse yönelecektir.
Çünkü bu üste Megavir el Tavra savaşçıları, Amerikan askerleri tarafından eğitiliyor ve Suriye rejimine karşı terör eylemlerini buradan yürütüyor.
Bu üssün stratejik önemi de Şam - Bağdat karayolu yakınlarını kontrol eden coğrafi konumda bulunması.
ABD birlikleri burada kuş uçurtmuyor, karayolunu kullanmaya ve üsse yaklaşmaya çalışanlara derhal ateş açıyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye’yi İdlib’ten çok Membiç’teki ABD’nin başını çektiği koalisyonun destekli PKK/YPG/ SDG rahatsız ediyor.
Türkiye, Amerikalı yetkililere her fırsatta bu rahatsızlığını en üst perdeden dile getirdi.
ABD’nin desteğindeki YPG, 2014’te bölgeye ilerleyen IŞİD ile mücadele bahanesiyle diğer silahlı gruplarla birleşti.
ABD ve müttefiklerinin yardım ettiği Kürt ve Arap milisleri SuriyeDemokratik Güçleri (SDG) adı altında toplandı.
SDG, 2016 yılında Fırat’ın batısındaki Menbiç’e de girdi.
Türkiye, PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesine göz yumulmayacağını açıklamıştı.
SDG ile bağlantılı yerel milisin elindeki Menbiç’in durumu, Türkiyeile ABD arasındaki görüşmelerin gündeminde de yer alıyor. (3)
Türkiye, 2016 ve 2018 yıllarında Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalıoperasyonlarıyla muhalif gruplara destek amacıyla iki kez Suriye’de operasyon gerçekleştirmiş ve batıda Afrin’den doğuda Fırat Nehri’ne kadar uzanan bir güvenlik kuşağı oluşturmuştu.
Son söz, Tahran Zirvesi’nden çıkacak karar, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarını onaylayan bir karar olacaktır.
Bakınız:
1- https://www.voltairenet.org/article202752.html
2- https://www.wsws.org/tr/articles/2018/09/06/syri-s06.html
3- https://www.dw.com/tr/suriyede-kim-nereyi-kontrol-ediyor/a-45364918
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter: @oc32oc39