?>

“Ana gibi yar!..” Ana gibi kim olur? -E. Yarbay Halil Mert yazdı-

E. Yb. Halil Mert

5 yıl önce

Anam.. 
Hep dersin ya, “Bu kapıda sizin için durdum” diye.
Babam askerdeyken daha 18 yaşında gencecik bir gelinken, beni sırtına sarıp tarlaya gittiğini, ormana gittiğini, hem çok korktuğunu ve ağladığını, benim daha yaşına bile girmeyen bir bebekken bile seninle ağladığımı anlatırdın ya..
Güller Gülü (SAV) buyuruyor; “Cennet anaların ayakları altındadır” diye…
Sen de söylersin gelinlere kızlara, özellikle de hamileliğin zor günlerinde. “Yavrum, analık kolay mı?” diye. Analık zordur elbet. Evlât hep vermeden alan değil mi anneciğim, hangi yaşta olursa olsun.
Anneciğim, bize önce “Yok!” kavramını öğrettin. Yoktu gerçekten. 
Rahmetli Babacığım, fabrikada çalışırken yemekte çıkan portakalı, elmayı cebine koyar eve getirirdi çocuklarına.
Fabrikadan verilen aylık dört kalıp sabunla o ay bizi de çamaşırları da yıkardın. 
Hatırlıyor musun annem, ortaokul birinci sınıfa giderken bir parka almıştınız bana. O kadar büyüktü ki "yürüyen parka" gibiydim. Sonra onu lise ikiye kadar giydim. Artık ceketimden bile kısaydı, mont gibiydi. 
Ama mutluyduk annem. Hep birlikte. Sevginleydik hep.
Anne, tarlada çalışırken dayım gelmişti, boynunda bir fotoğraf makinesi ile. 9-10 yaşlarındaydım sanırım. Resmimizi çekmişti. Senin ayağında bez donun (şalvar) vardı. Yanımızda da öküzlerimiz. Ne çok severdim o öküzleri. Kaküllerini tarardım. Sonra babaannem Hacc’a giderken satmıştı da çok ağlamıştık arkalarından.. 
Sen dayıma kızmıştın “Çekme bu halde resim!” diye. Annem iyi ki çekmiş bak, o yaşlardaki tek resmimiz ikimizin de.
Ayrıca ben her gün bakıyorum o resme.
Köyden ortaokul çok uzaktı.
12 yaşında okumak için kursa gittim, sen gitmemi istememiştin. Ben hiçbir şeyin farkında bile değildim. 
Eve sadece yazın bir ay gelebiliyorduk köye, evimize… 
Bitlenmiştik kursta. 
Sınıf arkadaşlarım görecek diye çok utanırdım. 
Daha sonra yine bitlendik gerçi, terör operasyonları için daha teğmenken dağa çıkınca.. 
Neyse, annem duvarın dibine çöküyordum, hani Rahmetli dedem, damın duvarına çöküp de yaslanırdı ya. Aynen öyle, geceleri kalkar, kursun büyük salonunun duvarının dibinde hıçkırıklarla ağlardım anne. 
Seni çok özlerdim. 
Hep kokun kaldı burnumda annem.. 
Sızlatır burnumu hep doyamadığım kokun… 
Özlediğim sevgin annem..
Yıllar geçti annem...
Yaşlanıyoruz...
Tabii sen senin yaşadıklarını biliyorsun. 
Hani dedin ya geçenlerde telefonda ağlayarak. Bir şey oldu zannetmiştim ağlarken sen. “Tarlada dolaşıyordum, 45 sene önce kardeşin Mustafa’ya tokat atmıştım gereksiz yere. Tam ordayım, çökekaldım buraya. Neden vurdum çocuğuma diye ağlıyorum.”
Annem. 
Biz de seni çok özlüyoruz. Her gün seni yaşıyoruz. Küçük kardeşim sana küstü diye dedin ya ağlayarak; “Ben O’nu üç sene emzirdim.” 
Annem sevgi verdiğin bir günün bile hakkı ödenir mi!..
Babaannemi çok sevmeme hep kızdın. Haklısın Annem de Allah’tan korkarım, kanımda kanı var. Sevgisi var.
Ama senin ve babam için çok üzülüyorum. 
Herşey kilitli. 
Şeker bile, sabun bile, yağ bile. 
Ev iki katlı ve dört oda. Ama biz kocaman ortaokul, lise talebesi idik. 
Anne, baba, üç delikanlı olacak oğul, bir küçük kız çocuğu, bir bebek oğul. Yani beş çocukla aynı odada yatıyor, kalkıyorduk. 
Neler çok görülmüş anam babacığımla sana. 
Olsun anam, Allah senin imanla geçirdiğin, sabırla yaşadığın günlerin karşılığını verecek elbet.
Sonra annem, birliğimle güneydoğuya gittim. 
Üsteğmenim…
24-25 yaşındayım.
Cüdi Dağı’nın dibindeyiz. 
Bitlendik, aç, çamur, pislik, özlem.. 
Tek iyi şey, ast, üst tüm personel birbirine sevgi ve saygı ile bağlı. 
Tabur Komutanı, ailenin dedesi, Bölük Komutanları baba ve amcalar, Takım komutanları yani bizler ağabeyler.. 
Arada bir Silopi’ye inip arıyorum seni. 
Kış çok sert. 
1990-91 Kışı. 
Diyorsun ki; “Yavrum burada fırtınada evlerin çatıları uçtu. Ne yapıyorsunuz?
Ana burada havalar çok iyi” diyordum sana hep. 
Nasıldı biliyor musun ana? 
Çadırlarda kalıyoruz. 
Üstleri akıyor, içinde çamur.. 
Yağmur oluğu diye çadırın içine adeta kanallar açtık. Dere gibi. 
Bir gün dedin ki annem; “Oğlum gece yarısı dışarıya çıkıyorum, Ay’a bakıyorum. Oğlum da bakıyordur diye”
Ana o günden sonra dağda gece çıktığım pusularda Ay’a dürbünle bakıyordum, anamla aynı anda bakmak için. 
Sonraki yıllarda ve halen hep bakarım Ay’a Anam. 
Anamla aynı anda aynı yere bakarım diye. 
Ne müthiş bir sevgi senin ki be annem sen Düzce’nin Çele Köyü’nde, ben Silopi’de dağ başında, aynı anda Ay’a bakarak özlem gidermek..
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, annenize ve babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf! bile deme! Onları azarlama! İkisine de güzel söz söyle! Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et (diyerek dua et!)” İsra 23, 24. 
Yine Allah’ımız (CC): “Biz insana, anne babasına (en güzel bir biçimde davranmasını) emrettik. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. O halde Bana ve annene babana şükret! Dönüş Banadır.” Lokman 14. 
Annem, Allah’ımız (CC) talimatını vermiş zaten. 
Hamdolsun ki sana fıtratında annelik şuurunu, bize de evlatlık mes’uliyetini vermiş.
Annem…
Sonra Acemi Birliklerinde Yüzbaşı iken Bölük Komutanı oldum. 
Neyi farkettim biliyor musun?
Ana, Anadolu senin gibi, yürekli, fedâkar, vatansever, imanlı analarla doluymuş meğer. 
Hani Harp Okulu’na beni ziyarete gelince nizamiyeden geçen Harbiyeli’leri görünce babama demişsin ya; “Bu çocuklar tornadan çıkmış gibi, hepsi birbirine benziyor. Hangisini kucaklayayım Oğlum diye!” 
Aynen onun gibi anam, Anadolu’nun tüm anaları kucaklanası, elleri öpülesi imiş meğer. 
Neden mi? 
Gelen askerler Anadolu’nun heryerinden geliyorlar. 
Türk, Kürt, Abaza, Çerkez, Arnavut, Gürcü, Boşnak.. Sünni, Alevi.. Ama annem, hepsi tornadan çıkmış gibi, terbiyeli, fedâkar, saygılı, itaatkâr. 
Devlete ve millete kurban olmaya gelmişler.
Hani Çanakkale’de 100 sene önce oğlunu kınalayıp gönderen ana ne yazmıştı Komutana; 
Evladım, bizde üç kıymete kına yakarlar, koça kına yakarlar, Allah’a kurban olsun diye. Gelin giden kıza kına yakarlar, gittiği evde eşine evlatlarına kurban olsun diye. Askere giden oğula kına yakarlar, vatanına, milletine, dinine feda olsun diye.” 
Annem hala tüm analar oğullarını aynı terbiye ile yetiştirip askere gönderiyorlar. 
Hem de hepsi. 
Meğer Askerliği bu necip Millet Analardan öğreniyormuş. 
Biz sadece, selam vermeyi, silah tutmayı ve harp etmeyi öğretiyormuşuz. 
Askerliğin ruhunu anneler veriyormuş. 
O şehit cenazesinde dudaklarını ısırıp kanatıpta yine gözyaşını saklamayı beceren anneler.. 
Anam, ülkenin gerçek koruyucu melekleri de annelermiş. Siz o yüce ruhu vermeseniz, evlatlar şehit olmaya düğüne gider gibi gidebilirler mi?
Annem, geçen sokakta yürürken insanların gelişigüzel, tüm çamaşırlarını kurutmak için dışarıya astıklarını gördüm. 
Sahi ben ne senin ne de babamın atletini bile görmedim hiçbir yerde. 
Sen nerede kurutursun annem çamaşırlarını? 
Gerçi köyümüzde kimsede görmedim. 
Bu iffet ve asalet! 
Ne büyük bir ahlak seviyesi annem. 
Allah devam ettirmeyi tüm milletimize nasip etsin. Aynı şekilde sizleri ben pijamalarınızla da görmedim. 
Bu nasıl bir özlem anne biliyor musun? 
Hani gevur memleketlerinde uzun süre kalırsın da Ezan sesi özlersin, minareler görmek istersin ya. 
Toplumun geçmişteki bu iffetini de şimdilerde öyle özlüyoruz annem.
Şunu gördüm annem, “Ana; her yaşta ana, çocukta her yaşta maalesef çocuk.” 
Annem seni çok özlüyoruz.
Tabii çok değer verdiğimiz bir anne daha var hayatımızda. Eşimiz.. 
O’nun anne olurken yaşadıklarına, ağrılarına, çaresizliklerine tanıklık ediyoruz. Bu arada, annelik hamilelikle başlıyor. 
Babalık mı? 
O doğumdan sonra. 
Kocalar hamilelikle beraber baba gibi davranmalı, eşini yalnız bırakmamalı. 
O’nun evlâdı için verdiği çaba ve emeğe anlayışla, sevgi ve saygı ile bakmalı.
Ana gibi yar olmaz, Bağdat gibi diyar olmaz.” demiş ya Atalar Ana. 
Sen dert yükünü de, efkarımızı da, sevincimizi de çeken en değerli varlığımızsın. 
Sen “Ananın bastığı yavru incinmez” misali söyle Anam. Senin söylediğin herşey küpe kulağımıza.
Haa bir de şaşırma, hala süren cahilliğimize annem. 
Sen de söylemiyor musun, “Böyük anamın lafları geliyor aklıma!” diye. 
Yaşlandıkça kıymetini anlıyorum. Ne akıllı kadındı” diye. Demek dünyanın düzeni böyle anam.
Analar her yaşta çekiyor demek ki çocuklarını ya da çocuklarından çekiyor. 
Ne diyelim annem, “Seni çok seviyoruz” demekten başka. 
Biz hep alan taraftayız. 
Ne ile ödenir ki ana hakkın? 
Çiçekle mi? 
Basit hediyelerle mi? 
Anneler günündeki komplimanlar, kandildeki telefonlar, Bayram ziyaretleri ile mi? 
Hayır!..
Anne, sen bize hakkını ebediyen helal et, yoksa ne yaparız biz? 
Duaya da devam et, Allah kendi merhametinden vermiş annelere. 
Ana duasını Rabbim geri çevirmez İnşaallah.
ANNE
İlk kundağın 
Ben oldum, yavrum; 
İlk oyuncağın 
Ben oldum. 
.
Acı nedir 
Tatlı nedir... bilmezdin 
Dilin damağın 
Ben oldum. 
Elinin ermediği 
Dilinin dönmediği 
Çağlarda, yavrum 
Kolun kanadın 
Ben oldum 
Dilin dudağın 
Ben oldum. 
.
Belki kıskanırlar diye 
Gördüklerini 
Sakladım gözlerden 
Gülücüklerini... 
Tülün duvağın 
Ben oldum! 
.
Artık isterlerse adımı 
Söylemesinler bana 
'Onun Annesi' diyorlar... 
Bu yeter sevgilim bu yeter bana! 
.
Bir dediğini 
İki etmiyeyim diye 
Öyle çırpındım ki 
Ve seni öyle sevdim sana 
O kadar ısındım ki 
Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim 
Gün oldu kırdın... 
İncinmedim; 
İlk oyuncağın 
Ben oldum.. Yavrum 
Son oyuncağın 
Ben oldum... 
.
Layık değildim 
Layık gördüler 
Annen oldum yavrum 
Annen oldum!
Arif Nihat Asya
*
Evet annem, sen herşeyimiz oldun. 
Gücüm sadece “Seni çok seviyorum Anne” diyerek sana sımsıkı sarılmaya yetiyor.
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-

YAZARIN DİĞER YAZILARI