Kültürel İstihbarat Nedir?
İstihbarat biliminin / sanatının birçok yan kolu vardır. Ancak bir tanesi vardır ki özellikle içinde bulunduğumuz çağda, asla yok sayamayacağımız en önemli başlıklardan bir tanesidir; “Kültürel İstihbarat”.
Öylesine önemli bir bölümdür ki; “Kültürel İstihbarat” en az diğerleri kadar ciddiye alınması, üzerinde durulması gerekir. Sizlere savaşı da kazandırabilir, bir bataklığa saplanıp, çürüyüp gitmenize de neden olabilir.
Ki geçtiğimiz 30 yılda “Kültürel İstihbarata” önem vermeyen harekâtların nasıl sonuçlandığını da aşağıda işleyeceğiz.
Kavram ve tanımlara çok fazla boğulmadan kısaca “Kültürel İstihbarat” nedir onu açıklayayım.
En temelinde “Kalpleri ve zihinleri kazanma sanatıdır” diyebiliriz sanırım.
Nasıl ki? İster konvansiyonel ya da operatif taktik harekât olsun, ister hedef ülkede gerçekleştireceğiniz asimetrik bir saldırı olsun, isterse de girilen örtülü operasyon / faaliyet olsun, her ne olursa olsun “Kültürel İstihbarat” sizin yollarınızı açacak, amaçlarınıza ulaşmada işleri kolaylaştıracak bir parametredir.
Bu tip planlarla hareket ettiğiniz ülkedeki ulusal kültürü, yerel halkların kültürünü, o halkların birbirleriyle olan ilişkilerini, yaşama alışkanlıklarını, kılık kıyafet farklılıklarını, motivasyon kaynaklarını, dinlerini, mezheplerini, aralarındaki belirgin ayraçları, anane-gelenek ve göreneklerini, sosyal yaşam içindeki ritüellerini, dillerini, tarihlerini, bayramlarını, etiyolojilerini, kadın-erkek ilişkilerini hatta en basit haliyle düğün törenlerindeki bile genel-geçer kuralları öğrenmenize, analiz edip, bir istihbarat ürünü haline gelip, karar vericilere sunulmasına kadar olan süreç “Kültürel İstihbarat”ın başlangıcı, yürüyüş şeması ve tanımı olarak kayıtlara geçebilir.
Peki, “Kültürel İstihbarat” neden bu kadar önemli ve elzemdir?
Yakın savaş tarihinde aslında bize bunu gösteren birçok örnek vardır.
Soğuk Savaş sırasında “düşman ordularının gücü – teknolojisi ve potansiyeli” konusunda ciddi yığılmalara sebep olan, masraflar oluşturan ve enerjisinin tamamını tüketen istihbarat dünyası, Soğuk Savaş sonrası bambaşka bir düşman ile mücadele etmeye başlamıştır; “Terör”.
Ve terör temelini incelediğimizde, oluşma süreçlerine baktığımızda kaynağının, beslendiği yerin; “Toplumsal Ayraçlar, Toplumsal Kazançlar ve Çıkarlar, Temel Yaşamsal Farklılıklar ve Hak İddiaları” olduğunu görürüz.
Bir topyekûn kurtuluş / genel taarruz planı değildir terör.
Tam aksine, etnik – kültürel ayrımlarla ortaya çıkmış, farklı dayanakları olan ve tek motivasyonda birleşmiş “Paramiliter – Kolektif ve Yarı Sert Güç” unsurudur. (Sivil oluşumların silahaltına alınması sebebi ve onlara askeri eğitim verilmesi sonucunda “Paramiliter”dir. “Kolektif”tir çünkü sınıf – cinsiyet – yaş ve köken ayrımına girmez. Kendi kadrolarında, profesyonel ordu yapılanması yoktur. Savaş taktikleri “Gerilla Savaş Tekniği”ne dayanır.
Yarı profesyonel ve taktik olarak az gelişmiş, ilkel, harekât kabiliyeti açısından yetersiz ancak “Gerilla Taktiği” ile koordineli olmalarından dolayı; “Yarı Sert Güç” sınıfına girebilir. Tam sert güç; Konvansiyonel Ordudur. İşgaldir, ilhaktır.
Yarı Sert Güç ise; Silah zoruyla metazori oluşturma, korkutma, kaçırma ve iknaya razı etme teknikleridir. “Yumuşak Güç” de asla denemez çünkü uluslararası kabul edilmiş bir devlet, çoğunluğun uygun gördüğü ve yine o çoğunluğun seçtiği bir yönetim ve kabul görmüş yasal bir hükümet politikası da yoktur.
Uygun terim bu yüzden “Yarı Sert Güç”tür. Ve hepsini ele aldığımızda en uygun tanım; “Paramiliter / Kolektif – Yarı Sert Güç” olur.)
Ve Soğuk Savaş dünyasının istihbarat disiplinine alışmış servisler için, bu yeni ve alışılmamış bir düşmandır.
Sonuç olarak; “Paramiliter – Kolektif ve Yarı Sert Güç” uygulamalarına, “9/11 olayları”nda, istihbarat servislerinin ne kadar yabancı olduğunu da yaşanılan olaylar sonucunda gördük.
Bu düşmanla nasıl mücadele edileceği konusunda teorik olarak birçok fikir vardı ama pratikte hemen hemen hepsi işlevsizdi.
Çözüm bulunamıyordu!..
“Paramiliter / Kolektif – Yarı Sert Güç” e karşı yürütülecek propaganda temelli ya da karşı / zıt eğitim faaliyetleri ise çok uzun vade gerektiriyordu ancak cari çözümlere ihtiyaç vardı.
Çözümün; “Başka bir alternatif sert güç” olarak kullanılması olduğu düşünüldü ve hata yapıldı.
Eksikler vardı ve bu eksiklerin ne olduğunu kimse bilmiyordu.
“9/11”in hemen ertesinde Afganistan’a yapılan harekâtta, ABD Orduları için kâbus ne coğrafya, ne düşmanın askeri varlığı ne de iklimdi.
Afganistan’da asıl düşman ABD Ordularının “Kültürel İstihbarat” konusunda eksik ve yetersiz olmalarıydı.
Bölgenin kültürleri hakkında hiçbir bilgisi olmayan ordunun en temel birimi “Er”, zaten yüksek bir enerji ile bölgeye intikal etti.
Şevk ve intikam dolu, savaş arzusu en üsteydi.
Ve o ‘Er’in yetiştiği, kendine ait, kendi kuralları olan bir kültürü, dini, dili, gelenek ve görenekleri vardı.
Ve siz onu oradan alıp, hiçbir yerel ve kültürel tatbik eğitime tabii tutmadan, tamamen hatta çok farklı ve zıttı sayılabilecek bir kültürün içine bıraktığınız için o Er “kültür şoku” yaşadı.
Ve bu kültür şoku, onu daha saldırgan ve “Askerlik Mesleği” uygulamasında daha amatör yaptı.
Gördüğü herhangi bir insanı, düşman unsuru sayıp, tetiği çekmekte tereddüt etmedi.
Ve bu tip “amatör” hareketler, ABD güçlerini çok zora sokup, karşılarındaki düşman direncini artırıp, sadece düşman askeri unsurlarıyla değil o bölgedeki yerel halkla da savaşmalarına sebep oldu.
Ve bu mukavemeti kırmak çok çok zorlaştı, birçok cephe açıldı, “Paramiliter / Kolektif – Yarı Sert Güç” uygulamaları katılaşıp, yaşanılan kayıplar sebebiyle profesyonellikten daha da uzaklaştı erat.
Duygusal travmalar işin içine girdi, birçok kayıp nedeniyle intikam temelli krizler kişiselleşti, nefrete dönüştü hatta “Teolojik ve Ulusal” duygular kabarıp, işler iyice içinden çıkılmaz bir hale geldi.
ABD’nin Afganistan’da yaşadığı kaotik durum, tam olarak da bu değil miydi?
Kültürel İstihbarat eksikliği, en temelinde bunların oluşmasına sebep olup işte bu sonuçları doğurdu.
Keza SSCB, Afganistan’ı işgal ettiğinde, SSCB İşgal Orduları komutanı; “Afganistan’a ilk girdiğimizde halkın yüzde 60’ı bizi şenliklerle karşıladı. Sonra bu oran yüzde 40, ardından yüzde 20’lere düştü. Afganistan’ı terk ederken, üzerimize atılan taş ve cam parçalarından canımızı zor kurtardık.” demişti.
Başka bir “Kültürel İstihbarat” eksiliğinin çıkardığı fatura örneği daha.
SSCB askerleri, Afganistan’a girdiğinde, Afgan topraklarında lakayt tavırları, alkol etkisi ile yapılan aşırılıkları – tecavüzler – tacizler, dini hakaretler ve sosyal motiflerle oynama çabaları, karşılarına tüm Afgan halkının çıkmasına sebep olmuş ve o bataklığa saplanıp kalmıştı.
ABD Ordusu için tek Afganistan örneği de yoktur aslında karşılarında; 2. Körfez Savaşında yine “Kültürel İstihbarat” eksikliği yüzünden, kolaylıkla işgal edilmeye hazır, bir diktatörün çizmesi altında ezilen ve isyana hazır Irak Halkına karşı öyle amatörce davranış örnekleri göstermişlerdir ki, kefeni zor yırtmışlardır.
ABD askeri, öyle çirkinleşmiştir ki; “Şeytanın Orduları” diye Saddam tarafından lanse edilen ABD güçlerini yine ABD askerinin amatörce davranışları, Saddam’ı haklı çıkarmıştır.
Ve halk bilenmiştir…
Müslüman ve Arap dünyasındaki bir yerleşkede siz çeşme başında su dolduran kızlara “Nezaket” amaçlı çiçek vermeye kalkarsanız tüm köyün sizi arkanızdan kovalaması çok normaldir. Hatta av tüfekleri ile size ateş etmesi, sizi öldürmesi ya da yaralamasında da anormal bir durum yoktur.
İşte ABD askeri, bunun farkında değildi.
Aynı ABD askeri, bir Afgan düğününde havaya ateş edilen silahları “tehdit” olarak algılamış, köyü basmış ve yaşanan çatışmada ciddi kayıplar vermişti.
Oysa bu bir adetti.
Keza bizim ülkemizde de yer yer görünür bu gelenek. Ama siz bunun bir adet – gelenek – görenek olduğunu bilmez ve silah sesini duyup, zırhlı araçlarla bölgeye sirenler çalarak girerseniz başınıza gelecek olan da budur.
Bu “Damat ve Gelin”den çok o düğünü yapan ailelere büyük bir hakarettir.
2004 yılında ABD Ordusu bunu fark edip bir birim kuruyor; “Bölgesel İnsan Dokusunu Tanıma Ekipleri” isimlerini veriyorlar bu ekiplere.
Beş ila dokuz personel arasında değişkenlik gösteren, bir tim lideri, bir sosyal bilimci, bir araştırma görevlisi ve iki analizciden oluşan bu ekiplerde, personellerden birisinin ya da ikisinin mutlaka kadın olması konusunda da oldukça seçici davranıyorlar. (Genişletilmiş ekiplerde, yerel dile ve coğrafyaya hâkim bir personel daha ekleniyor.)
Bu ekiplerin ilk ve ana görevi; Bölgede bulunan askeri karar verici makamlara “Kültürel İstihbarat ürünleri” oluşturmak ve yine o bölgede bulunan askerleri bu konuda eğitmek oluyor.
ABD ordusu, bu faaliyet sonunda şunu fark ediyor; evet, Afganlar, ataerkil bir toplum, kararları erkekler veriyor ama akşamları o erkeklerin o kararları vermesinde asıl ve temel değişken fikirler her zaman Afgan kadınlarının oluyor.
Hemen ardından Deniz Kuvvetleri bünyesinde sadece kadın Subay – Astsubay ve Er’lerden oluşan başka bir ekip kuruluyor.
Ve Afgan kadınlarının sağlık – hijyen – sosyal ve cinsel sağlık sorumlulukları için bilgilendirme ve destekleme bahanesiyle istihbarat toplamaya başlayıp, Afgan ailelerin kadınlarını kazanmaya başlıyorlar.
Çok da rasyonel ve reel başarılar elde ediyorlar aslında bölgede. Ancak 2009 yılında bu birimler “Etik Bulunmadığı” gerekçesiyle kapatılıyor (?)
ABD Ordusunun oluşturduğu ve kriz çözümü olarak alana sürdüğü bu “Bölgesel İnsan Dokusunu Tanıma Ekipleri” çok geç alınmış bir karar ve uygulama olarak istihbarat derslerindeki yerini alıyor.
Oysa sizin çok daha öncesinde bunlara, o birimlerin sunacağı bilgilere ve istihbarat ürünlerine sahip olmanız gerekirdi. Çözüm ve kazanç odaklı bir harekât yapıyorsanız sizin ilk bilmeniz gereken bunlardı.
Yunanistan’da bir operasyona gidiyorsanız, Yunan kültürünü bilmeniz gerekir.
Doğu Avrupa’ya görevlendirilmişseniz “yerel nezaket ve görgü kurallarını bilmeniz” şarttır.
Rusya’da bir yemeğe gittiyseniz ev hediyesini kime vereceğinize, evin sahibesine nasıl davranacağınıza, Marsilya’da (Güney Fransa) ev hediyesinin farklı, Lille’de (Kuzey Fransa) takdim edeceğiniz ev hediyesinin farklı olduğunu oraya gittiğinizde deneyerek – yanılarak – tecrübe ederek değil çok öncesinden bilmeniz gerekir.
İtalya’da bile şehirlerarasında ciddi kültür farklılıkları varken Sicilya’da yapacağınız iltifat yaka paça, karga tulumba kovulmanıza sebep olabilirken Torino’da tebessümle karşılanabilir.
Kuzey İrlanda’da kadeh kaldırmazsanız, Budapeşte’de ise kaldırırsanız başınıza ciddi dertler açılabilir.
Oslo’da karşılaştığınız tanıdık bir yerel ailenin genç kızına iltifatlar ederseniz “Teşekkür edilir” ama Portekiz’de aynı şeyi yaparsanız büyük ihtimal hastanede kendinize gelirsiniz.
İşte “Kültürel İstihbarat” bu kadar mühim, bu kadar göz ardı edilemez ve üzerinde bu kadar çalışılması gereken bir konudur.
Canınızdan öte, devletinizin çıkarları ve kazançları işin içindedir. Ve inanın bana o kazanılanları hiçbir general hiçbir savaşta kazanamaz…
Sizlere sadece savaşları değil “Kalpleri ve zihinleri de kazandıran” böylesine önemli bir konuda, hedef ülkedeki askerinize / personelinize ya da istihbarat uzmanınıza vermeyeceğiniz, fuzuli göreceğiniz “Kültürel Tatbik ve Kültürel İstihbarat Teknikleri” konusundaki eksik ve yetersiz eğitimin size çıkartacağı faturalar az çok böyledir.
Ve bazı faturaların karşılığı ne yazık ki para değildir… Çok daha fazlasıdır…
Bu sebeple ‘mutlak zafer’ için; Taktiksel – Askeri ve Coğrafi harita çıkarmak kadar “İnsan haritası” çıkarmak da çok çok mühim ve elzemdir.
(Konuyla ilgilenenler Dr. Yusuf Özer’in “Kültürel İstihbarat” (ISBN: 978-605-2290-11-8) kitabını inceleyebilirler. Bu konuda yazılmış ender kaynaklardan biridir.)