?>

LGBT hareketine ve kadın cinayetlerine toplumun bakış açısı ve çözüm önerileri

Muhammed Işık

4 yıl önce

Toplumun yozlaşmasının, bireyselleşmenin, yabancılaşma kültürünün, kültür erozyonu yaşanmasının, baskıcı tutumların ve aile yapısının çökmeye başlamasının birleşimi sonucu oluşan keşişim kümesinde, insanların ruh halini derinden etkileyen sosyal ve psikolojik meselelerin yerli yerine oturtulmaması neticesinde yaşanan sorunları, hep birlikte gözlemliyoruz. 
Bir sorun hakkında inceleme yapılırken, duyguların ve kişisel dini yorumların devre dışı bırakılması, sorunun doğru anlaşılmasının ön koşuludur.
Var olan sorunları en az seviyeye indirebilmek için çözüm önerileri üretirken, toplum gerçeklerini göz ardı etmeden konuyu derinlemesine inceleyip, gerekli sosyal araştırmaları yaparak, makul çerçevede kabul edilebilir çözüm önerilerinde bulunulmalıdır. 
LGBT konusunda STK’ların yeterince araştırma ve çalışma yapmadan, günlük siyasi ve sosyal dengelerin gözetildiği varsayılarak, kamu gücünden önlemler ve yaptırımlar uygulanmasını talep ettiğini gözlemliyoruz. 
Türkiye, LGBT+ Hareketinin konuya bakış açısı;
Türkiye’deki eşcinsellerin hayatlarının çekilmez durumda olduğunu, eğitimdeki sıkıntıların, dini ve ahlaki dayatmaların, politik doğmaların ve yozlaşmaların erkek egemen kültür ile birleşip emniyet güçleri ile de bir baskı unsuruna dönüştüğünü savunan Hareket, üzerlerinde oluşturulan toplumsal ve politik baskıdan rahatsız görünmektedir.
Ülkemizdeki insan hakları uygulamaları Hareket tarafından yetersiz görülürken, eşcinsellerin yaşadığı sorunların özünü ihtiva eden “yaşadıklarını ve duygularını yakınlarına bile anlatamama” sorununu temel problem olarak görmektedirler.
Bu durum Harekete göre, ülkemizin bazı bölgelerinde daha büyük psikolojik soruna sebep olmaktadır. 
Kendini yeterince ifade edemeyen, toplum baskısından çekinen kişilerin, erkeklik veya kadınlık şemsiyesini kendisine kılıf edinmek zorunda kaldığından dem vuran Hareket, bu kişilerin; sosyal, dini ve siyasal kurumların kendilerine biçtiği bu rolde, mecburen oynamak zorunda kaldıklarını belirtmektedir. (1)
Toplumun LGBT Hareketine bakışı;
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Erbaş bir Cuma Hutbesinde; "Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu Hiv virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim" diyerek, ülke gündemini belirlemişti. (2)
Bu açıklamadan sonra, birçok STK’dan benzer açıklamalar gelmeye başladı. 
Örneğin; Türkiye İzcilik Federasyonu yaptığı basın açıklamasıyla, “Onur Yürüyüşleri”ne büyük tepki gösterdi. Yapılan açıklamada, “Kimliklerini yalnızca cinsel arzuları üzerinden tanımlayan, Türk toplumunca on binlerce senedir kabul görmüş ahlâk, örf ve değerleri çiğneyen, devletin bir gence yüklemek istediği müspet kimlikleri reddeden, bu reddiyeyi de faşist bir dil ve tutumla gerçekleştiren, kendileri gibi düşünmeyenleri ayrıştıran ve ötekileştiren LGBTQ+ hareketi, genel anlamda “İzcilik” töresiyle ve biz TİF'in kuruluş töreleriyle çatışan amaçlar gütmektedir,”  yorumunda bulunan Federasyon, LGBT Hareketlerine karşı olduklarını belirttiler. (3)
STK’lar, “Ailemizden Çekin Ellerinizi” başlıklı bir bildiri yayınlayarak LGBT’ye tepki gösterdiler. (4)
Burada karşılıklı anlaşmazlık ve kutuplaşma hemen göze çarpıyor. 
Toplum, dar çerçeveden peşin hükümlü kararlar alarak değer yargıları oluştururken, LGBT Hareketi içinde yer alan bireyleri de psikolojik ve sosyolojik baskı altına alıyor. 
Kutuplaşma artıkça gerilim artıyor. 
Artan gerilimden beslenmek isteyen diğer aktörler devreye girerek, toplumun bu meselesini siyasal sahaya çekiyor veya dini motifleri yorumlayarak şiddet ve gerilim ortamını körüklüyor. 
Bu konuda kanaat önderi konumunda olması gereken ve uzlaştırmacı mekanizmalar olarak görebileceğimiz STK’lar, meseleye sadece dini çerçeveden yaklaşarak, çözümün düğümlenmesine sebep oluyorlar.
Toplumun eşcinsel algısının da bir sonucu olarak, LGBT Hareketine karşı, süreç içerisinde bir takım etki-tepkiler olsa da çok fazla değişimin olmadığı görülmektedir. 
Ülkemizdeki yasal çerçeve incelendiğinde, eşcinselliği yasaklayan bir kanun olmadığı gibi, “Cinsel Yönelim Hakkı” olarak yorumlanacak bir kanun da yoktur. 
Buna rağmen, kamu gücünü kullananlar, eşcinselliği kamusal alanda yok kabul ederek, o bireyleri ötekileştirmeyi tercih etmişlerdir. 
1980 Darbesi sonrasında birçok kesim gibi, LGBT Hareketi içinde olanlar da sıkıntılar yaşamıştır. 
İstanbul, Taksim çevresine yerleşen LGBT’li bireylerin çoğu, çalışma hayatından dışlandıkları için, fuhuş sektörü içinde kendilerini bulmuşlardır. 
LGBT Hareketi, kendilerine tanımlanan “Hastalıklı Birey” kavramını da kabul etmemektedir. (5)
Kadınların, kadın cinayetlerine bakışı;
Sosyal medyayı kullanan kadınlar, her kadın cinayeti sonrası birlik oluşturarak, neredeyse ortak dil birliğiyle söz konusu cinayetlere tepki göstermektedirler. 
Kadınlar, yasaların doğru-düzgün uygulanmadığını ve İstanbul Sözleşmesi hükümlerine uyulmadığını sosyal mecralarda yazmaktadırlar. 
Ayrıca, erkeklerin bu konuda, kadınlara öğüt verici yazıları, kadınlar tarafından linç kampanyasına dönüşmektedir. 
Kadınlar, erkeklerin cinayetler üzerine söz söylemesine ve kadınlar hakkında yapıcı bir dille bile olsa yorumda bulunmasına da şiddetle karşıdırlar. 
Kadınlar, bu görüşlerini beyan ederken sadece Feminist bir yaklaşım sergilemiyorlar ayrıca, fikir ve düşünce çerçevesinde kendilerine bir de ‘dokunulmazlık’ istiyorlar. 
Kadınlar hakkında fikir beyan etme hakkını, çoğu kez kadınlardan bile esirgeyici tavır sergilemeleriyse dikkat çekici bir durum olarak bir yerlere not edilmelidir. 
Kadınların “Kadın Cinayetleri” ile oluşturdukları sosyal birlik, anti erkek tavrını, belirgin şekilde örgütlemiyor olsa da genel itibariyle Feminist değer yargılarının zihinlere yerleştiği söylenebilir. 
Kadınların korumacı tavırla “Cinayete Kurban Giden” hemcinslerini koşulsuz savunmaları kabul edilebilir bir olgudur.
Erkeklerin fikirlerine karşı verdikleri ortak tepkileri de anlayışla karşılanabilir. 
İstanbul Sözleşmesi’ne sımsıkı sarılmaları, sözleşme hükümlerinin eksiksiz uygulanmasını talep etmeleri, “Kadın Cinayetleri Bağlamında” doğru gibi görülebilir. 
Kadınların verdikleri tüm tepkiler incelendiğinde, onların duygularıyla değer yargısı oluşturduklarını göstermektedir. 
Kadınların çözüm olarak sunduğu, kimi zaman dayatma ve menfaat sağlama olarak kullandıkları İstanbul Sözleşmesi’ni bu denli savunmaları, objektif bakışla değerlendirildiğinde, peşi-sıra birçok probleme kapı aralamakta ve kadın cinayetlerini arttıran bir unsura dönüştürmektedir. 
Erkeklerin kadın cinayetlerine bakışı; 
Erkekler, kadın cinayetlerine çok yönlü bakmaktadırlar. 
Onlara göre, suç unsurunun yüzdelik dilimi, vakaya göre değişkenlik göstermektedir. 
Erkeği, cinnet sınırına getiren kadının, psikolojik şiddeti olabileceği gibi, ekonomik, sosyal ve duygusal sebepler de erkeği kadın cinayetine sürükleyen gerekçeler olarak yorumlanmaktadır. 
Hiçbir sebep, cinayeti meşru gösteremez, erkeğin kadını öldürme hakkı yoktur. 
Erkekler, hemcinslerinin caniliğini asla masum görmezler,  sadece tetikleyici unsurlara dikkat çekmek isterler. 
Her ne sebep olursa olsun, cinayet meşrulaştırılamaz. Bunun yanında, şiddet de normalleştirilemez. 
Erkekler, kadınların kendilerine uyguladığı psikolojik, sosyal, duygusal vb. şiddet unsurları karşısında ne yapmaları gerektiği konusunda fikir birliğine varamasalar da; kadınlar, erkeklere boşanmayı tavsiye etmektedirler. 
Ayrılma veya boşanma seçeneği erkek için bazen sonun başlangıcı olabilmektedir. 
Süresiz nafaka uygulamaları, kadının eski kocasının verdiği nafakayla başka erkeklerle birlikte olması gibi sebepler, erkeği cinnetin eşiğine getirebilmektedir. 
Maddi sıkıntılardan kaynaklanan şiddetli geçimsizlik hallerinde boşanma, bir tercih unsuru olabilmektedir. 
Bunun dışındaki sevgi ve saygı eksikliği, güvensizlik, kıskançlık ve aldatma gibi nedenler toplumun yozlaşmasından kaynaklanmaktadır. 
Erkekler, kendi zaaflarının görmezlikten gelinmesini beklerken, kadınların zaaflarına şiddetle cevap vermektedirler. 
Evlilik dışı ilişkiler, tek yönlü aşk ve bağlanma, saplantıya dönüşen arzular veya erkeğin baskıladığı his ve duygular neticesinde tecavüz ve cinayet vakaları görülmektedir. 
Erkekler suçu çoğunlukla hemcinslerinde bulurken, kadınları da bazı sebeplerden ötürü suçladıkları, onlara nasihat ve öğüt verme gereksinimleri olmaktadır. 
Erkeklere göre, kadınların sosyal hayat içinde yaptığı hataları, kadınlar hiçbir zaman kabullenmek istemezler.
Erkeklerin, kendilerinin kararlarına saygı duymalarını ve giyim kuşamlarına da müdahale edilmemesi gerektiğini savunurlar. 
LGBT Hareketine dair çözüm önerileri;
LGBT Hareketinin ülkemizdeki durumunu, “Onur Yürüyüşleri”ni, yasal boşlukları birlikte değerlendirmek gerekirse;
Toplumun, LGBT Hareketine orantısız baskı uyguladığı, onları ötekileştirmeyi tercih ettiği ve ikinci sınıf insan muamelesinde bulunduğu gözlemlenmektedir. 
Devlet, kamu gücünü kullanarak “Onur Yürüyüşleri” başta olmak üzere, birçok eylemi baskı yöntemiyle durdurmaya çalışırken, kamuda da LGBT’li bireylere çalışma hakkı tanımamaktadır. 
Bu bireyler, özel sektörde çalışmakta zorluk çekmekte, taciz ve tecavüz olaylarıyla karşılaşmaktadırlar. 
Devlet ve toplum, LGBT Hareketine hayat hakkı tanımak, onları normal birey olarak tanımlamak ve yasal düzenlemelerle topluma bu bireyleri kazandırmak durumundadır. 
Fuhuş sektöründen onları uzak tutmak, kişisel tercihlerine saygı duyulmasa da zulme uğramalarına engel olmak gerekmektedir. 
Kendisini baskı altında hisseden, iyi ifade edemeyen, ötekileştirilen, yabancılaştırılan, toplumdan uzaklaştırılan bireylerin marjinalleşeceği ve tepkisel davranışlarda bulunacağı, aykırı tavırlar takınacağı aşinadır. 
LGBT Hareketi içinde bulunan her bireyin, diğer bireyler gibi Anayasa’nın sağladığı yaşama dair her haktan koşulsuz istifade edebilme hakkı vardır. 
Her ne kadar bu bireyler, kendilerini ‘hasta’ olarak görmeseler de içlerinde tedavi ile kadın / erkek cinsiyetini belirginleştirme ihtimali olanların, devlet imkânları ile cinsiyetini net bir şekilde belirleme hakkı vardır. 
LGBT Hareketinin bir kimlik olarak tanımlanmasının birçok sakıncası, özendirici unsur olma ihtimali (Ne erkeğim ne de kadın ben X’im gibi) göz ardı edilemez.  
Bu sebepledir ki, toplumlarda erkek ve kadın dışında farklı cinsiyetler kimlik olarak kabul edilemez. 
Bunların kimlik olarak erkek / kadın dışında, kendilerini tanımladıkları, kişilik ve cinsel yönelim adlandırmalarını, devlete ve topluma dayatma hakları meşru görülemez.
LGBT Hareketi içindeki bireyler, her ne kadar yaşam tarz ve tercihlerini insan hakkı olarak görmek istese de, toplumsal normalleşme sağlanmadan, bu bireyler fuhuş sektörü içerisinden çıkarılmadan, özel ve kamuda çalışma hakkına kavuşturulmadan örneğin; “Lezbiyenlik Bir İnsan Hakkı” olarak tanımlanamaz. 
Toplumun lezbiyenliği meşru bir hak olarak hoş görmesi de mümkün görülemez. 
Lezbiyenlik bir cinsel tercihtir, tıpkı vejetaryenlik gibi. 
Bireyin cinsel tercihine saygı duyulması gerekirken, bunun teşhir edilmesi halinde tepkilerin oluşması insan neslinin devamlılığı için, olağan bir durumdur. 
Eşcinsel bireylerin cinsel tercihleri, her ne kadar devlet ve toplum tarafından insan hakkı olarak görülemese de, kişisel tercihlerini teşhir ve reklam etmeden, topluma bu cinsel tercihini dayatmadan özel hayatını istediği gibi yaşama hakkına sahiptir.
LGBT Hareketine uygulanan baskılar neticesinde, bunlarla yan yana gelmesi mümkün olmayan cinsel yönelime sahip kişilerin de eylemlere katıldığı, yürüyüşler düzenlediği görülmektedir. 
Bu durum, gençlerin marjinal düşüncelere ve aşırı uçlara duyduğu merakla birleştiğinde, asla Lezbiyen veya Gay cinsel yönelime sahip olmayan gençlerin de, bir heves veya tepki olarak Lezbiyen veya Gay cinsel ilişkilere girdiği görülmektedir. 
Normal evlilik ile aile kurumunun güçlendirilmesi gerekliliği;
Sosyal ve ekonomik şartlar, gençleri evlilikten uzaklaştırırken meşru olmayan yöntemlerle cinsel birliktelikleri giderek normalleştirmektedir. 
Evlilik masraflarından çekinen birçok genç, geçim sıkıntısı çekmekten de korkarak, cinsel ihtiyaçlarını gidermek için kendilerince yol ve yöntemler aramaktadırlar. 
Bazıları, ensest cinsel yönelim içine girerek kendisini tatmin etmeye çalışırken, lezbiyen ve “Gay” cinsel ilişkilere yöneldikleri görülmektedir. Bu alanda, aynı evi paylaşmayı tercih edenlerin oranı da az değildir.
Normal evlilik (Erkek / kadın evliliği) şartları oluşturulmadan meşru evlilik dışı ilişkileri eleştirmek, eşcinsel birliktelikleri kınamak doğru bir eylem biçimi olmayacaktır. 
Günümüzde normal evlilik sürecinin asgari şartlarını sağlamak, orta gelir grubunu bile zorlayacak seviyelere gelmiştir.
Alt gelir grubundaki gençlerin evlenip, aile kurması oldukça güçtür. 
Evliliğe giden süreçteki yapılan maddi harcamalar, alt ve orta gelir grubunda ileriki zamanlarda aile içi sıkıntıların oluşmasına ve şiddetli geçimsizlik ile boşanmalara kapı aralamaktadır. 
Maddi yoksunluk, aile içi şiddeti körüklerken gençleri de evlilikten soğutmaktadır. 
Eşlerin cinnet getirerek aileyi yok etmesi de çoğunlukla maddi sorunlar sebebiyle oluşmaktadır. 
Devlet, evliliği teşvik edici hibe destekleri sağlamalıdır. 
Aile kurulduktan sonra da ev hanımlarına asgari ücret desteği vermek suretiyle boşanma sayılarını düşürebilir ve evlilik dışı ilişkilerin de önüne geçebilir. 
Kadın cinayetlerini önlemeye yönelik çözüm önerileri;
Ülkemizdeki kadın cinayetlerinin, birbirinden farklı birçok sebepleri vardır. 
Ne kadar tedbir, önlem alınırsa alınsın, cinayetlerin önüne tam manasıyla geçmek mümkün değildir. Yine de olabilecek asgari seviyeye çekmek için devlete ve topluma bazı görevler düşmektedir.
Devlet, İstanbul Sözleşmesi’nden bir an evvel vazgeçmek durumundadır. 
Bunun yerine, Medeni Kanun’da yetersiz görülen alanlarda düzenlemeler yapabilir. Örneğin, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere; “ev hanımlarına asgari ücret ödemesinde bulunmak, dini nikâhın önüne geçmek için erkeklere birden fazla eşle resmi evlilik yapabilmesinin önünü açmak, zinayı suç haline getirmek, evlilik dışı ilişkilerde bulunanlara para ve hapis cezası uygulamak…” gibi yasal düzenlemeler yapılabilir. 
Her ne kadar yasal düzenlemeler yapılmış olsa da; ailelerin, eğitim sisteminin, din adamlarının ve kanaat önderlerinin yaptığı bazı hataları neticesinde, insanlar sorunlarını şiddetle çözmeyi tercih eder hale geliyor. 
Hülasa; kadın cinayetlerinde, kadını cinayet mahalline götüren sebepleri iyi analiz edip, kadına yaşam hakkı tanınmalı, erkeği de cinayete yönelmeden topluma kazandırmalıyız. 
Ekonomik, sosyal, psikolojik veya ahlaki sebeplerden dolayı bir erkek, kadına şiddet uyguluyor ve onu vahşice öldürüyorsa suç, sadece cinayeti işleyende değildir. Aynı zamanda bundan devlet ve toplum da sorumludur.
Sebebi ne olursa olsun, fuhşa sürüklenen kadın ve çocukların ensest ilişkiye maruz kalanların, tecavüze uğrayanların ve cinayete kurban gidenlerin kişi dokunulmazlığını ve yaşam hakkını korumak zorundayız. 
Devlet, sosyal ve ekonomik adaleti sağlamakla da görevlidir.
Eğitim ve öğretimde kaliteyi arttırmak, sorunlu aileleri ve kişileri tespit ederek psikolojik destek de sağlamalıdır. 
Genel değerlendirme;
Toplumu bir bütün olarak ele alıp, ayrıştırıcı ve ötekileştirici uygulamalara son verebilirsek, bize zor görülen sorunların, çözümlerinin kolay olduğunu görebiliriz. 
Devlet ve toplumun önemsemediği, gerekli görmediği, burun kıvırdığı, “nemelazım” dediği küçük sorunlar, kartopu etkisine dönüşerek bize ayna vazifesi görmektedir. 
Şiddet, baskıcı tutum ve tavırlar insanların direncini arttırıp mücadele azmini kamçılamaktadır. 
Küçük görme, aşağılama, psikolojik şiddet uygulama yöntemlerinin geri dönüşümü olmaktadır. 
İnsanları cinnetin eşiğine getiren sebepler ortadan kaldırılmadan tek başına cani suçlanamaz. 
Boş yere yitip giden canlar karşısında da vebalden kurtulamayız. 
Cinsel istismara ve cinnete insanı götüren sebepleri kurutmak durumundayız. 
LGBT Hareketine karşı gelmek, onları küçümsemek, hakir görmek, ikinci sınıf insan muamelesinde bulunmak, sorunu çözmek yerine, ateşe benzin dökmekle eşdeğerdedir. 
LGBT Hareketi içinde olanları dinlemek, anlamak, empati kurmak, o bireyler için belki ayrı ayrı çözüm yolları bulmak durumundayız. 
Bunun için, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde bir birim oluşturulması ve bu birimin her birey için çözüm odaklı yetkilere sahip olması, çözüm yöntemlerinden biri olabilir. 
Kadın cinayetlerini önlemek için ilgili başlık altında yazdığımız temel çözüm yöntemleri uygulamaya geçirilebilirse, birçok masum kadınımız hayata özgürce ve güvenle tutunmaya devam edecektir. 
Ötekileştirici dil ve yöntemlerden uzak durup, insan hakları sınırları içinde birbirimize karşı saygı ve hoşgörü içinde olabilirsek, dinen veya ahlaken bize en uzak bireyi bile anlama, dinleme ve o bireyle sağlıklı iletişim içinde olma erdemine ulaşabiliriz. 
O kişiler de böylece topluma kazandırılıp, kötü iş ve fiil ortamlarından uzaklaştırılabilir. 
İletişim kurmaya gerek görülmeyen, kendilerinden uzak durulan bu bireylerin suç bataklığına, ahlaksızlığa daha kolay itildiği gerçeği de göz ardı edilmemelidir. 
Güçlü ve sağlıklı aile yapıları kurulmazsa, çocuklarımızı iyi yetiştiremeyiz. 
Gençlerimizin özgüvenleri yeterli olmadığından ve çoğunlukla duygularını bastırdıklarından dolayı, LGBT Hareketi içine girmeleri, kadın olarak cinayete kurban gitmeleri ve erkek olarak cani sıfatını kazanmaları ihtimal dâhilindedir.
.
Muhammed Işık, dikGAZETE.com
(1) https://www.turkeygay.net/turkce/lgbt_dernekleri.html
(2) https://www.yenisafak.com/gundem/islama-saldiri-bildirisi-turkiyeyi-ayaga-kaldirdi-ali-erbas-kendi-fikrini-degil-islamin-hukmunu-soylemistir-3536770
(3) https://www.takvim.com.tr/guncel/2020/06/29/lgbt-sapkinligina-bir-tepki-de-turkiye-izcilik-federasyonundan
(4) https://www.yeniakit.com.tr/haber/stklardan-ortak-lgbt-bildirisi-o-firmalara-sert-tepki-1317130.html
(5) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1167

YAZARIN DİĞER YAZILARI