‘Ayna ayna’ söyle bana!..

‘Ayna ayna’ söyle bana!..

'Bazı birilerinin' bal gibi bilip, dibine kadar kullanıp, büyük bir özenle de söylemediği;

Boşluk” da denilen saf kaynak enerjisi, 'yüzüne-içine' ne ifade ediliyorsa bunu 'şekillendirir', gösterir.

Bu şuurlu odak değilse, niyete dair bilinçdışı salınmış tekrarlanan imgeli düşünceler, duygular, inançlarla da 'ortaya karışık'...

Hepsi bu kadar aslında. Kalanı izah yalnızca..

Ne diyorsan, tekrar tekrar düşünüp imgeliyorsan, neye inanıyorsan ve bunu nasıl hissediyor, ifade ediyor, soruyorsan, bireysel ve kitlesel deneyim de bu enerjide...

Özellikle, yargısız alandan işleyen SORULARI fark etmekte fayda var.

Soru yalnızca merak da olsa; Yargılar ve bunun duygu enerjisiyle yapıştırılmış etiketleri gibi öncelikli deneyimlenecek 'durdurucuları' bulunmadığından, bu niyetin etkileri de görebilene eşzamanlı açığa çıkar...

Beceri veya yetenek dediğimiz durumlarda müthiş katkıları da bulunan 'şuursuz otomatik' sistemlere çeldirmemek için, soruları yalnızca farkındalıklı niyetlerimizi ifade için de kullanabiliriz... 

Böylece, 'şuursuz otomatik', aslında görevli hafız, kolaylaştırıcı sistemlerin 'parazit' birikimleri güncelleyerek kendini geliştirmesi yönünde katkı da olmuşuzdur.

Algılayabilen, soru sorulduğu an, içsel niyeti doğrultusunda yalnızca kendine mahsus 'cevapları' duyar, görür veya deneyimler.

Sorduysa ve duyamazsa ve de sürekli sormaya da devam ederse, duyana kadar artan şiddette de 'dürtülebilir' hatta... 

Tanıdık geldi mi :)

BU ?! muhteşem varlığın şimdide kendini gösterir sana;

"İşte eserin."

"İşte istediğin: düşündüğün, imgelediğin, hayal ettiğin, inançla tutunduğun, merak ederken de iste-mediğin..."

"İşte sorduğun."

"İşte kendini gör."

Maksat da yalnızca kendine has muhabbeti belki de :)

O kadarını da bilemiyoruz...

DNA - mt DNA ilişkisine de benzettiğim.

Yüzde 50 bireysel DNA şifre babadan, yüzde 50 bireysel DNA şifre anneden;

Bunların eşsiz 'çarprazlanmasıyla' da benzersiz kişisel şifre; DNA

mtDNA ise yalnızca anneden alınabilen 'şekillendirici enerji portalı'. Enerji bütünü tüm birikim ve hafızasıyla..

'Bu' aleme tohumu atıldığı an itibariyle; Çevreyi, anne-babayı, ortamdaki harici dahili tüm titreşimleri de hissedebilen birey, fıtratının öncelikleri temelinde, bunların bütününe göre de şekillenir tüm sistemlerinde....

Kitlesel bilinçdışı parazit kodlamalar da bu biricik özelliğimize yapılır.

Dikilitaşların üzerindeki yazılı metinler ve sembolizm, çoğunlukla 'boşluğa' kitlesel kodlama için kondurulmuş. Birçok "Tarihi eser" denilen başka yapılar da. 

Saf kaynak esası taklitçi ritüellerle zihinlerde eşzamanlı çeldirmek gibi. Kitlesel alana bilinçdışı kendindenmiş gibi tanıttığı kodlamalar parazit ettirmek, enerjiyi çeldirmek...

Bu sembolleri okumasak anlamasak da 'ortak', 'tek' ve yalnızca bize 'kendimizden ayrı', 'dışarıda' gibi anlatılan 'bilinçdışı' bütünümüz hepsini baktığı an bilir tabii ki de...

Aynı şekilde; "Uzay" dediği 'alana' :) 'atılan' roketler filan da bu işlevde. Kitlesel bilinçdışına, coşkulu odakla baktıra baktıra kodlama tanımlamaca yalnızca....

O kadar 'değişik', nokta atışı ritüel ki; "Dahiyane!" diyeceğim neredeyse...

Ve kitleler bunları şuursuzca da olsa coşkuyla alkışlayınca, yüksek titreşimde, şuurla onay verildi sayıyor 'koduuna', pardon, koduna...

Muazzam güçte coşkulu kitlesel enerjiyle..

Filmler belgesel, çoğu belgesiz olsa da belgesel film denilenler de filim aslında desen yeridir.

Bu filmlerin içine, hakikatimizin tabiatı da olduğundan esasta net olarak bildiğimiz, sadece malum 'yoğunlaşmış' kafalarla algılanamayan yaratılışımızı serpiştirir. Hakikatimiz tam da coşkuyla kendini tanıdığı 'selamlaştığı' sırada ise hop parazit mesajı imgesel işitsel hafızaya taktırır. 

Çoğu toplumsal olayların öncesinde filmlerde işlenmesi de müneccim filan olduklarından değil işte; İnsan zihnini kodlayıp, bunu 'şekillendirme' enerjisini de kitlesel olarak açığa çıkan coşkulu duygulardan arakladığından...

Masalların çoğu da, taze zihinlere kitlesel kodlamalarla dolu...

Belirli kişisel konudaki hali teşhis edebilmek de, halen bütün benzerlerinin, ardının ve geleceğinin tam olarak bilindiği anlamına da gelmez.

Bilmek de değil konu; Bu alemin 'büyülü' niteliğinin idrakıyla bilinçli seçimler...

2. boyutta enerji yok. Durağanlık, imge, şifre-mifre, kod, her neyse yalnızca budur. 

3. boyuta şekillenmek enerji, duygu, hareketlenmeyle ancak. Bilinen tüm boyutlar da rakam olarak yüksek ifade edilseler de 3. boyutun içinde bulunabilirler artık. Aksi halde, bunları düşünmek dahi mümkün olmazdı.

Fotoyu, bir anlık olasılığı, olasılıklar ekleyerek hareket ettirmek, film yapmak için enerji, 'hayalci hücreleri' aktif bir bakan şart!

Şekillendiren bakanın enerjisi...

Bakan da bakılan da bir-bütün ya, 'mayası' tanıdık haliyle...

Taklitçi tekel zihniyetin ele geçirdiği ekranlara "Tek gözlü canavar" dediğim de bu.

Herkese malum mitler, geçmişte filan yaşanmadı, gelecekte de yaşanmayacak. 

Tam olarak da şimdi burada her dem bununla muhatap her birimiz...

Bakan bakılanla, bakılan bakanla 'biliyor' varlığını.

Bakarsak, bu beden algısında bir tek kendimizi göremeyiz, bütünüyle göremeyeceğiz. Cam aynadaki de anlık şekli yansımamız yalnızca...

Sorumluluğun idraki; Bütüne etken de olduğumuzun bilinci, 'birilerine' edilgen değil...

Bu bağlamda 'ötesi' de; Kendi müthiş gücümüzün akıl almaz büyülü muazzamlığının kendine 'yan etkisi'...

Tüm 'kutsal' tanımlı metinlerin temelinden de bunu anladım. Bu, kendini kendine hatırlatıcı 'uyarıdan' ibaret.

Başkaca, o kadar da 'bilinecek' bir durum da pek kalmıyor bununla beraber...

Sonradan farklı ifade edilseler de bu temelini bağlamaz. 

Kişi kendinden bilir işi” misaliyle tam olarak da anlatılan temel gücü ifade etmiştir en fazla..

Fal fallar;

Gerçekten de, 'kader' dediğin bir tek olasılık yoluyla mı hareket ettiğinden? 

Yoksa kodlandığın ve korku veya coşkulu beklentiyle inanarak 'kodladığın' 'dua' mı? 

Bu sebeple önerilmiyordur belki de bunlar...

Astroloji de çok kesin konuşur ya; Enerjinin tanımı ne olursa olsun, bu enerjinin akışının şimdiden kitlesel olarak da nasıl kodlandığı, nasıl kullanıldığı, bununla ne yapıldığı belirleyici...

Esas deneyim de, bu "Deneyim" deyip geçilenle ne yaptığımız, bunu nasıl kullandığımız, fiilimiz, biricik yorumumuz aslında.

"Yedi cihan bir araya gelse", bir tek anın tekrarı da eşi de olmayacak. Anlar da biricik. Hangi birini bileceksin?

Yoğunluk ifadesindeki 'fiziki etkiler', maddeyle yapılan manipülasyonları anında gözle görülür ve korkuyla da yoğun hissedilir kılmasından, kaos ortamında kendini güncellemeye fırsat vermeyebilir...

Sinsi bir şekli de; Örneklerde verilmiş araçlarla 'uzaktan', dokunmadan, DNA manipülasyonu, aslında ajan 'messenger' şifrecilerle mtDNA çeldirmesi.

Madde-fiziki etkiyle yapılmıyor, saf enerjiye parazit şifreler salınarak 'şekillendirme' aşaması ve enerjisi parazit yazılıma çeldiriliyor.

O sebeple de öz şifre manipüle edilemez aslında. Yalınızca var. Ve her an buna dönebiliriz.

Bizi kaos ortamından ayıklayacak 'gemimiz', yoksa genimiz miydi, işte bu.

Özüne dokunulamaz.

Hal buyken, bunların panzehiri de aynı ayna esas aslında ve bu durumda çok çok daha kolay ve çabasız:

Şuurlu idrak halinde, yalnızca sözle, malum zihniyeti kodlamaları iptal etmek, 'helalleşerek boşamak' ve de şuurla özüne dönüştürmek de mümkün.

Ve kimse kim, neyse ne, hakikatimizin sesi nereden nasıl gelirse gelsin duyar, tanırız.

Kitlesel manipülasyonların olayı da genellikle bunu çeldirmek. Tam da kendi büyülü muazzam hakikatimizden bir parmak bal çalındığı sırada yükselen enerjiyi başka tarafa baktırarak sanrı yaşatılması...

İllüzyonistler de böyle yapar. Çoğu numara, basitçe başka tarafa baktırmaktan ibaret.

Bazen de soruların, merakın etkilerine hizmet eden araçları ve kişileri sırf 'yargılamak amacıyla' takip ederken ederken bir de bakmış ki; Sakince 'eşleşen' iç ses ve soru sayılan içsel saf merakın deneyimleri alanda duymamazlıktan gelinemiyor artık. 

Kimse, özel olarak 'beyazlar içindeki' 'aydınlatıcı', 'uyandırıcı' da değil. 

Her an şimdiye bir uyanışken, hangi ‘uyanıştan' bahsediliyor ayrıca?

Bak, gözler bir açılıyor, bir kapanıyor.

Bir 'varmış', bir 'yokmuş'...

Sürekli değil biri de...

Şimdi seçtim, şimdi seçtim, şimdi seçtim... 

Bu gidişatın olasılıkları da sayısız yönde ilerler...

Nereye kadar, nasıl uyanış? Tüm olasılıkları mı bilecek?

"Karanlık" dediğimiz, bizim için bilinmeyen, bir anda bilinemeyecek, bakılmayan, bir anda bakılamayacak tüm-sonsuz olasılıklara işaret eder.

Karanlık, bir bakışımızla aydınlatılabilir ama aydınlık tümüyle karartılamaz.

Bizler bilemesek, göremesek de; Tümüne zaten bakan, tümünü zaten bilen, tümünü zaten aydınlatan, yalınızca bir tek bütün zaten var...

Bakınca aydınlanıyor bu hayat. Bu hayatın sırrı da uyanışı da hep kendinden kendine. 

BU?

Herkes, her karşılaşma zaten birbirine hizmet ediyor. Farkında olarak veya olmayarak, fark etmez. 

Kimse uyandırılamaz. Kendine uyanabilir ancak. O da, kendini yine de bilemez bu algıyla.

Bilinemez SIR kendisi.

Geleceğin de, esasında her bir birey için bilinemez olduğu gibi...

"Ben biliyorum, görüyorum!" Sahi mi?

Mutlak geleceği gördüğünden mi?

Yoksa toplam enerji alanında bulunan 'kodlamaların' gidişatına mı işaret ediyor bilinçdışı bütünün?

Ya, bu ihtimali şimdide duyabilensen, şimdide güncelleyebilensen de?

Belki de sırf bunun için duyuyor, görüyorsundur hatta. Bunun yerine, tellal edip daha çok insanı inandırmak ve enerjilerini buna çeldirmek için değil.

Kimse, tek olasılık düzleminde saydığı zaman algısıyla mutlak geleceği ve SIR bütünü bilemez. Hatta geçmişi bile bildiğini sanır yalnızca.

Sadece saf niyetini ortaya koyabilir ve bununla niyeti - özü-sözü - hissiyatı - eylemleri bir-bütün hareket edebilir.

Bir ara sorduysa elbet, bir vesile ile titreşim alır. Bu da kişisel 'kayıt' bütünündeki ilgili olasılığın frekansını açar. Konu her neyse, kendisi sorusuna dair idraki yaşayıncaya kadar da bir şekil devam edebilir...

'Zeka' da gözlem yeteneğiyle çok ilgili. Hiçbir şehadet boşuna gelmez. Bütünümüzün kendimize has muazzam iletişimini bilinçle duyabildiğimiz sürece, konuya dair hepsini de fiilen kendimiz deneyimlemeyi beklemeyiz herhalde...

Halen de herkes için bilinecek 'bir tek doğru' yok, belki de 'yok' da yok ondan...

Genelde hatırlanması elzem konu: Görüyorsak, bu sadece inanç sistemimizi, şişmiş bir sabit fikri gösteriyorsa misal, “Tam da bildiğim gibi, bak haklı çıktım yine!” demek için değil, yalnızca şuursuz birikimi görebilmemiz içindir de...

"Ben nasıl iş bulamıyorum?" dedi örneğin.

Akabinde 'olumsuz' etiketlenen, hoşlanılmayan bir deneyim yaşanırsa da şaşmayalım.

"Nasıl iş bulamadığını" gösterirken, asıl niyete mani olan düşünce ve inanç kalıplarıyla resmi geçit yapan duygu birikimi de açığa çıkmıştır.

Bunları şuurla, yargısızca izleyip işlerse nasıl iş bulacağını, özetle buna izin vermeyen inanç ve duygu sıkışması da eşzamanlı gösterilmiştir esasında...

Gördüğümüz ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, nasıl görünüyorsa görünsün, gerçekte bunun içindeki bütünü de, başka şahısların sebeplerini de göremeyiz.

"Ben bilmem..."

Gördüğümüz bir tek; bunun bizde tetiklediğini hafıza neticesinde açığa çıkmış kendi birikimimiz.

Her konuda 'uyanmış' olmak da bir tek tekliğe mahsus dolayısıyla.

Bizimki 'konuya' uyanmak sadece...

Hadi bu alemin kafasına göre fazlaca 'uyanmışı' diyelim. O zaman da kanlı-canlı ortak bir alana girilemezdi herhalde...

Bir ekranda iki farklı kanalın frekansları eşzamanlı bulunamadığı gibi...

Halen tüm kanallar da bir niyet ötesi el altındayken...

Bu 'büyülü' SIR varlığımızın muazzamlığını bizden iyi bilenler, "büyü" diye ilginç bir bakış açısı da uydurmuşlar;

İnsan denilen varlık, muazzam 'büyülü' bir alemken, 

Muazzam 'büyülü' alemine göz açmışken...

Farkında olsa da olmasa da varlığının her zerresi mayasından 'büyülüyken'...

"İlah yok! Tümü TEK BİR"

YALINIZ, yalnız değil.

Almanca 'allein': all = tümü; ein = bir 

İngilizce 'allone': all = tümü; one = bir

"Tümü tek bir-bütün" diyor 'teklik' için hepsi, 'tek başınalık' ifadesi için de :) Çok manidar.

Çatlasan da patlasan da yalınızsın

Çatlasan da patlasan da 'yalnızlık' da bir bakış açısı yalınızca...

"Büyü" denilen esas yapı, kitleleri ve özel birini hipnoz, manipüle etmek için kullanıyorsa 'bildiğimiz' anlamda geri teper.

Özellikle suçluluk duygularını arındırırlar bu sebeplerle. 

Bizlere hiç söylenmeyen, kop-kolay yöntemlerle... 

Ve 'Razı ederek', 

Sözleşerek;

Filmler, toplumsal etkinlikler örneğindeki gibi şuursuzca veya şuuru yönlendirip 'he' dedirterek, imza attırarak, yemin ettirerek, gözlemleterek, izin isteyerek, tüm hakikati de ortaya serip oraya baktırmayarak, soru sorarak, SORDURTARAK... 

Samimiyet ve karşılığında GÖNÜL RIZASI esas temelde...

Ve neticede bu çok önemli geri tepmemesi için de...

Tüm bunları da; 'Modern', 'medeni', çok 'bilimiş' 'bu' alemin neresine bakarsan bak, her yerde görebilirsin.

Sahi, tüm bunlarda kendini kabul ve laf çok yalınken de uygulama kolay olmayabilir...

Belki de;

Esasında hakikatimize dair tek bilinmesi elzem farkındalık, 'büyülü' süper güç, SIR esasımız.

Hal buyken; Asıl kalan ne varsa bütüne dair ve de her dem sır haliyle...

İstediği kadar da inkar etsin kendini;

Dolayısıyla, 'Cenneti' kendi muazzamlığını idrak ve kabul edince, kendi esasını yaşayınca ancak;

İnkar edilen süreçte ise "cehennem" dediği parazit 'yazılımlarla', 'yan etkilerle' ortaya karışık...

"Bu hayat" dediğimiz, hangi "Bu"? 

'Kimin' "Bu"su?

Yalnızca, hepimizin mayası TEK, bununla neler nasıl yaptığımız, hayatla 'muhabbetimiz' ise benzersiz.

"Bu hayat" yalnızca eşsiz - benzersiz kendi 'Bu' hayatımız.

BU' hayatın tümünü senden başka hiç kimse yaşamadı gözlemlemedi.

BU' hayatın bütününü gören 'tek göz' seninkiler...

Bütünde de tümü TEK zaten...

'BU' ?!

'BEN' ?!

'SIR' ?!

Bilemiyoruz gerçekte...

Yalınızca;

Mmmmmuhteşem Bir-Bütün.

Tıpkı, tüm aynı türlerin eşsiz - benzersiz bireysel ifadeleri gibi.

Tıpkı, tabiat elemanı tüm esas türlerin muazzam bir ahenkle işbirliği yapabilmesi, bu bir-bütünlüğü hissedebilmesi gibi...

Hepimiz insanken, her birimizin ayrı ayrı eşsiz benzersiz olabildiği ve bununla birbirimize hizmet de ettiğimiz gibi... 

Birbirimizi duyarız. 

Bireysel söylenmişi kulağımızla, bunun bizde ortaya çıkardığını ve kitlesel ölçüde cereyan edeni ise yüreğimizle...

"Boşluk" dediğimizi de...

Bütünü de...

Her dem duyarız.

"Bende" bile, yalınızca biz varız belki de;

Neticede 'muhabbete limon sıkan' da kim ola ki bu durumda :)

Belki de; bilip - bilmemek de değil, özellikle de çakma 'beklentileri' bırakınca esas;

Yalınızca kendi keyfinin kahyasıyla keyfini çatarak, tadını çıkararak yaşamak maksat.

Ve…

Her karşılaşma bir hediyedir de;

Coşkuyla, yaşam sevinci dolu çocuk saflığında

Sesimi duyar BEN'i dinlersin

Sesini duyar BEN'i dinlerim

?

**

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

'Bazı birilerinin' bal gibi bilip, dibine kadar kullanıp, büyük bir özenle de söylemediği;

Boşluk” da denilen saf kaynak enerjisi, 'yüzüne-içine' ne ifade ediliyorsa bunu 'şekillendirir', gösterir.

Bu şuurlu odak değilse, niyete dair bilinçdışı salınmış tekrarlanan imgeli düşünceler, duygular, inançlarla da 'ortaya karışık'...

Hepsi bu kadar aslında. Kalanı izah yalnızca..

Ne diyorsan, tekrar tekrar düşünüp imgeliyorsan, neye inanıyorsan ve bunu nasıl hissediyor, ifade ediyor, soruyorsan, bireysel ve kitlesel deneyim de bu enerjide...

Özellikle, yargısız alandan işleyen SORULARI fark etmekte fayda var.

Soru yalnızca merak da olsa; Yargılar ve bunun duygu enerjisiyle yapıştırılmış etiketleri gibi öncelikli deneyimlenecek 'durdurucuları' bulunmadığından, bu niyetin etkileri de görebilene eşzamanlı açığa çıkar...

Beceri veya yetenek dediğimiz durumlarda müthiş katkıları da bulunan 'şuursuz otomatik' sistemlere çeldirmemek için, soruları yalnızca farkındalıklı niyetlerimizi ifade için de kullanabiliriz... 

Böylece, 'şuursuz otomatik', aslında görevli hafız, kolaylaştırıcı sistemlerin 'parazit' birikimleri güncelleyerek kendini geliştirmesi yönünde katkı da olmuşuzdur.

Algılayabilen, soru sorulduğu an, içsel niyeti doğrultusunda yalnızca kendine mahsus 'cevapları' duyar, görür veya deneyimler.

Sorduysa ve duyamazsa ve de sürekli sormaya da devam ederse, duyana kadar artan şiddette de 'dürtülebilir' hatta... 

Tanıdık geldi mi :)

BU ?! muhteşem varlığın şimdide kendini gösterir sana;

"İşte eserin."

"İşte istediğin: düşündüğün, imgelediğin, hayal ettiğin, inançla tutunduğun, merak ederken de iste-mediğin..."

"İşte sorduğun."

"İşte kendini gör."

Maksat da yalnızca kendine has muhabbeti belki de :)

O kadarını da bilemiyoruz...

DNA - mt DNA ilişkisine de benzettiğim.

Yüzde 50 bireysel DNA şifre babadan, yüzde 50 bireysel DNA şifre anneden;

Bunların eşsiz 'çarprazlanmasıyla' da benzersiz kişisel şifre; DNA

mtDNA ise yalnızca anneden alınabilen 'şekillendirici enerji portalı'. Enerji bütünü tüm birikim ve hafızasıyla..

'Bu' aleme tohumu atıldığı an itibariyle; Çevreyi, anne-babayı, ortamdaki harici dahili tüm titreşimleri de hissedebilen birey, fıtratının öncelikleri temelinde, bunların bütününe göre de şekillenir tüm sistemlerinde....

Kitlesel bilinçdışı parazit kodlamalar da bu biricik özelliğimize yapılır.

Dikilitaşların üzerindeki yazılı metinler ve sembolizm, çoğunlukla 'boşluğa' kitlesel kodlama için kondurulmuş. Birçok "Tarihi eser" denilen başka yapılar da. 

Saf kaynak esası taklitçi ritüellerle zihinlerde eşzamanlı çeldirmek gibi. Kitlesel alana bilinçdışı kendindenmiş gibi tanıttığı kodlamalar parazit ettirmek, enerjiyi çeldirmek...

Bu sembolleri okumasak anlamasak da 'ortak', 'tek' ve yalnızca bize 'kendimizden ayrı', 'dışarıda' gibi anlatılan 'bilinçdışı' bütünümüz hepsini baktığı an bilir tabii ki de...

Aynı şekilde; "Uzay" dediği 'alana' :) 'atılan' roketler filan da bu işlevde. Kitlesel bilinçdışına, coşkulu odakla baktıra baktıra kodlama tanımlamaca yalnızca....

O kadar 'değişik', nokta atışı ritüel ki; "Dahiyane!" diyeceğim neredeyse...

Ve kitleler bunları şuursuzca da olsa coşkuyla alkışlayınca, yüksek titreşimde, şuurla onay verildi sayıyor 'koduuna', pardon, koduna...

Muazzam güçte coşkulu kitlesel enerjiyle..

Filmler belgesel, çoğu belgesiz olsa da belgesel film denilenler de filim aslında desen yeridir.

Bu filmlerin içine, hakikatimizin tabiatı da olduğundan esasta net olarak bildiğimiz, sadece malum 'yoğunlaşmış' kafalarla algılanamayan yaratılışımızı serpiştirir. Hakikatimiz tam da coşkuyla kendini tanıdığı 'selamlaştığı' sırada ise hop parazit mesajı imgesel işitsel hafızaya taktırır. 

Çoğu toplumsal olayların öncesinde filmlerde işlenmesi de müneccim filan olduklarından değil işte; İnsan zihnini kodlayıp, bunu 'şekillendirme' enerjisini de kitlesel olarak açığa çıkan coşkulu duygulardan arakladığından...

Masalların çoğu da, taze zihinlere kitlesel kodlamalarla dolu...

Belirli kişisel konudaki hali teşhis edebilmek de, halen bütün benzerlerinin, ardının ve geleceğinin tam olarak bilindiği anlamına da gelmez.

Bilmek de değil konu; Bu alemin 'büyülü' niteliğinin idrakıyla bilinçli seçimler...

2. boyutta enerji yok. Durağanlık, imge, şifre-mifre, kod, her neyse yalnızca budur. 

3. boyuta şekillenmek enerji, duygu, hareketlenmeyle ancak. Bilinen tüm boyutlar da rakam olarak yüksek ifade edilseler de 3. boyutun içinde bulunabilirler artık. Aksi halde, bunları düşünmek dahi mümkün olmazdı.

Fotoyu, bir anlık olasılığı, olasılıklar ekleyerek hareket ettirmek, film yapmak için enerji, 'hayalci hücreleri' aktif bir bakan şart!

Şekillendiren bakanın enerjisi...

Bakan da bakılan da bir-bütün ya, 'mayası' tanıdık haliyle...

Taklitçi tekel zihniyetin ele geçirdiği ekranlara "Tek gözlü canavar" dediğim de bu.

Herkese malum mitler, geçmişte filan yaşanmadı, gelecekte de yaşanmayacak. 

Tam olarak da şimdi burada her dem bununla muhatap her birimiz...

Bakan bakılanla, bakılan bakanla 'biliyor' varlığını.

Bakarsak, bu beden algısında bir tek kendimizi göremeyiz, bütünüyle göremeyeceğiz. Cam aynadaki de anlık şekli yansımamız yalnızca...

Sorumluluğun idraki; Bütüne etken de olduğumuzun bilinci, 'birilerine' edilgen değil...

Bu bağlamda 'ötesi' de; Kendi müthiş gücümüzün akıl almaz büyülü muazzamlığının kendine 'yan etkisi'...

Tüm 'kutsal' tanımlı metinlerin temelinden de bunu anladım. Bu, kendini kendine hatırlatıcı 'uyarıdan' ibaret.

Başkaca, o kadar da 'bilinecek' bir durum da pek kalmıyor bununla beraber...

Sonradan farklı ifade edilseler de bu temelini bağlamaz. 

Kişi kendinden bilir işi” misaliyle tam olarak da anlatılan temel gücü ifade etmiştir en fazla..

Fal fallar;

Gerçekten de, 'kader' dediğin bir tek olasılık yoluyla mı hareket ettiğinden? 

Yoksa kodlandığın ve korku veya coşkulu beklentiyle inanarak 'kodladığın' 'dua' mı? 

Bu sebeple önerilmiyordur belki de bunlar...

Astroloji de çok kesin konuşur ya; Enerjinin tanımı ne olursa olsun, bu enerjinin akışının şimdiden kitlesel olarak da nasıl kodlandığı, nasıl kullanıldığı, bununla ne yapıldığı belirleyici...

Esas deneyim de, bu "Deneyim" deyip geçilenle ne yaptığımız, bunu nasıl kullandığımız, fiilimiz, biricik yorumumuz aslında.

"Yedi cihan bir araya gelse", bir tek anın tekrarı da eşi de olmayacak. Anlar da biricik. Hangi birini bileceksin?

Yoğunluk ifadesindeki 'fiziki etkiler', maddeyle yapılan manipülasyonları anında gözle görülür ve korkuyla da yoğun hissedilir kılmasından, kaos ortamında kendini güncellemeye fırsat vermeyebilir...

Sinsi bir şekli de; Örneklerde verilmiş araçlarla 'uzaktan', dokunmadan, DNA manipülasyonu, aslında ajan 'messenger' şifrecilerle mtDNA çeldirmesi.

Madde-fiziki etkiyle yapılmıyor, saf enerjiye parazit şifreler salınarak 'şekillendirme' aşaması ve enerjisi parazit yazılıma çeldiriliyor.

O sebeple de öz şifre manipüle edilemez aslında. Yalınızca var. Ve her an buna dönebiliriz.

Bizi kaos ortamından ayıklayacak 'gemimiz', yoksa genimiz miydi, işte bu.

Özüne dokunulamaz.

Hal buyken, bunların panzehiri de aynı ayna esas aslında ve bu durumda çok çok daha kolay ve çabasız:

Şuurlu idrak halinde, yalnızca sözle, malum zihniyeti kodlamaları iptal etmek, 'helalleşerek boşamak' ve de şuurla özüne dönüştürmek de mümkün.

Ve kimse kim, neyse ne, hakikatimizin sesi nereden nasıl gelirse gelsin duyar, tanırız.

Kitlesel manipülasyonların olayı da genellikle bunu çeldirmek. Tam da kendi büyülü muazzam hakikatimizden bir parmak bal çalındığı sırada yükselen enerjiyi başka tarafa baktırarak sanrı yaşatılması...

İllüzyonistler de böyle yapar. Çoğu numara, basitçe başka tarafa baktırmaktan ibaret.

Bazen de soruların, merakın etkilerine hizmet eden araçları ve kişileri sırf 'yargılamak amacıyla' takip ederken ederken bir de bakmış ki; Sakince 'eşleşen' iç ses ve soru sayılan içsel saf merakın deneyimleri alanda duymamazlıktan gelinemiyor artık. 

Kimse, özel olarak 'beyazlar içindeki' 'aydınlatıcı', 'uyandırıcı' da değil. 

Her an şimdiye bir uyanışken, hangi ‘uyanıştan' bahsediliyor ayrıca?

Bak, gözler bir açılıyor, bir kapanıyor.

Bir 'varmış', bir 'yokmuş'...

Sürekli değil biri de...

Şimdi seçtim, şimdi seçtim, şimdi seçtim... 

Bu gidişatın olasılıkları da sayısız yönde ilerler...

Nereye kadar, nasıl uyanış? Tüm olasılıkları mı bilecek?

"Karanlık" dediğimiz, bizim için bilinmeyen, bir anda bilinemeyecek, bakılmayan, bir anda bakılamayacak tüm-sonsuz olasılıklara işaret eder.

Karanlık, bir bakışımızla aydınlatılabilir ama aydınlık tümüyle karartılamaz.

Bizler bilemesek, göremesek de; Tümüne zaten bakan, tümünü zaten bilen, tümünü zaten aydınlatan, yalınızca bir tek bütün zaten var...

Bakınca aydınlanıyor bu hayat. Bu hayatın sırrı da uyanışı da hep kendinden kendine. 

BU?

Herkes, her karşılaşma zaten birbirine hizmet ediyor. Farkında olarak veya olmayarak, fark etmez. 

Kimse uyandırılamaz. Kendine uyanabilir ancak. O da, kendini yine de bilemez bu algıyla.

Bilinemez SIR kendisi.

Geleceğin de, esasında her bir birey için bilinemez olduğu gibi...

"Ben biliyorum, görüyorum!" Sahi mi?

Mutlak geleceği gördüğünden mi?

Yoksa toplam enerji alanında bulunan 'kodlamaların' gidişatına mı işaret ediyor bilinçdışı bütünün?

Ya, bu ihtimali şimdide duyabilensen, şimdide güncelleyebilensen de?

Belki de sırf bunun için duyuyor, görüyorsundur hatta. Bunun yerine, tellal edip daha çok insanı inandırmak ve enerjilerini buna çeldirmek için değil.

Kimse, tek olasılık düzleminde saydığı zaman algısıyla mutlak geleceği ve SIR bütünü bilemez. Hatta geçmişi bile bildiğini sanır yalnızca.

Sadece saf niyetini ortaya koyabilir ve bununla niyeti - özü-sözü - hissiyatı - eylemleri bir-bütün hareket edebilir.

Bir ara sorduysa elbet, bir vesile ile titreşim alır. Bu da kişisel 'kayıt' bütünündeki ilgili olasılığın frekansını açar. Konu her neyse, kendisi sorusuna dair idraki yaşayıncaya kadar da bir şekil devam edebilir...

'Zeka' da gözlem yeteneğiyle çok ilgili. Hiçbir şehadet boşuna gelmez. Bütünümüzün kendimize has muazzam iletişimini bilinçle duyabildiğimiz sürece, konuya dair hepsini de fiilen kendimiz deneyimlemeyi beklemeyiz herhalde...

Halen de herkes için bilinecek 'bir tek doğru' yok, belki de 'yok' da yok ondan...

Genelde hatırlanması elzem konu: Görüyorsak, bu sadece inanç sistemimizi, şişmiş bir sabit fikri gösteriyorsa misal, “Tam da bildiğim gibi, bak haklı çıktım yine!” demek için değil, yalnızca şuursuz birikimi görebilmemiz içindir de...

"Ben nasıl iş bulamıyorum?" dedi örneğin.

Akabinde 'olumsuz' etiketlenen, hoşlanılmayan bir deneyim yaşanırsa da şaşmayalım.

"Nasıl iş bulamadığını" gösterirken, asıl niyete mani olan düşünce ve inanç kalıplarıyla resmi geçit yapan duygu birikimi de açığa çıkmıştır.

Bunları şuurla, yargısızca izleyip işlerse nasıl iş bulacağını, özetle buna izin vermeyen inanç ve duygu sıkışması da eşzamanlı gösterilmiştir esasında...

Gördüğümüz ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, nasıl görünüyorsa görünsün, gerçekte bunun içindeki bütünü de, başka şahısların sebeplerini de göremeyiz.

"Ben bilmem..."

Gördüğümüz bir tek; bunun bizde tetiklediğini hafıza neticesinde açığa çıkmış kendi birikimimiz.

Her konuda 'uyanmış' olmak da bir tek tekliğe mahsus dolayısıyla.

Bizimki 'konuya' uyanmak sadece...

Hadi bu alemin kafasına göre fazlaca 'uyanmışı' diyelim. O zaman da kanlı-canlı ortak bir alana girilemezdi herhalde...

Bir ekranda iki farklı kanalın frekansları eşzamanlı bulunamadığı gibi...

Halen tüm kanallar da bir niyet ötesi el altındayken...

Bu 'büyülü' SIR varlığımızın muazzamlığını bizden iyi bilenler, "büyü" diye ilginç bir bakış açısı da uydurmuşlar;

İnsan denilen varlık, muazzam 'büyülü' bir alemken, 

Muazzam 'büyülü' alemine göz açmışken...

Farkında olsa da olmasa da varlığının her zerresi mayasından 'büyülüyken'...

"İlah yok! Tümü TEK BİR"

YALINIZ, yalnız değil.

Almanca 'allein': all = tümü; ein = bir 

İngilizce 'allone': all = tümü; one = bir

"Tümü tek bir-bütün" diyor 'teklik' için hepsi, 'tek başınalık' ifadesi için de :) Çok manidar.

Çatlasan da patlasan da yalınızsın

Çatlasan da patlasan da 'yalnızlık' da bir bakış açısı yalınızca...

"Büyü" denilen esas yapı, kitleleri ve özel birini hipnoz, manipüle etmek için kullanıyorsa 'bildiğimiz' anlamda geri teper.

Özellikle suçluluk duygularını arındırırlar bu sebeplerle. 

Bizlere hiç söylenmeyen, kop-kolay yöntemlerle... 

Ve 'Razı ederek', 

Sözleşerek;

Filmler, toplumsal etkinlikler örneğindeki gibi şuursuzca veya şuuru yönlendirip 'he' dedirterek, imza attırarak, yemin ettirerek, gözlemleterek, izin isteyerek, tüm hakikati de ortaya serip oraya baktırmayarak, soru sorarak, SORDURTARAK... 

Samimiyet ve karşılığında GÖNÜL RIZASI esas temelde...

Ve neticede bu çok önemli geri tepmemesi için de...

Tüm bunları da; 'Modern', 'medeni', çok 'bilimiş' 'bu' alemin neresine bakarsan bak, her yerde görebilirsin.

Sahi, tüm bunlarda kendini kabul ve laf çok yalınken de uygulama kolay olmayabilir...

Belki de;

Esasında hakikatimize dair tek bilinmesi elzem farkındalık, 'büyülü' süper güç, SIR esasımız.

Hal buyken; Asıl kalan ne varsa bütüne dair ve de her dem sır haliyle...

İstediği kadar da inkar etsin kendini;

Dolayısıyla, 'Cenneti' kendi muazzamlığını idrak ve kabul edince, kendi esasını yaşayınca ancak;

İnkar edilen süreçte ise "cehennem" dediği parazit 'yazılımlarla', 'yan etkilerle' ortaya karışık...

"Bu hayat" dediğimiz, hangi "Bu"? 

'Kimin' "Bu"su?

Yalnızca, hepimizin mayası TEK, bununla neler nasıl yaptığımız, hayatla 'muhabbetimiz' ise benzersiz.

"Bu hayat" yalnızca eşsiz - benzersiz kendi 'Bu' hayatımız.

BU' hayatın tümünü senden başka hiç kimse yaşamadı gözlemlemedi.

BU' hayatın bütününü gören 'tek göz' seninkiler...

Bütünde de tümü TEK zaten...

'BU' ?!

'BEN' ?!

'SIR' ?!

Bilemiyoruz gerçekte...

Yalınızca;

Mmmmmuhteşem Bir-Bütün.

Tıpkı, tüm aynı türlerin eşsiz - benzersiz bireysel ifadeleri gibi.

Tıpkı, tabiat elemanı tüm esas türlerin muazzam bir ahenkle işbirliği yapabilmesi, bu bir-bütünlüğü hissedebilmesi gibi...

Hepimiz insanken, her birimizin ayrı ayrı eşsiz benzersiz olabildiği ve bununla birbirimize hizmet de ettiğimiz gibi... 

Birbirimizi duyarız. 

Bireysel söylenmişi kulağımızla, bunun bizde ortaya çıkardığını ve kitlesel ölçüde cereyan edeni ise yüreğimizle...

"Boşluk" dediğimizi de...

Bütünü de...

Her dem duyarız.

"Bende" bile, yalınızca biz varız belki de;

Neticede 'muhabbete limon sıkan' da kim ola ki bu durumda :)

Belki de; bilip - bilmemek de değil, özellikle de çakma 'beklentileri' bırakınca esas;

Yalınızca kendi keyfinin kahyasıyla keyfini çatarak, tadını çıkararak yaşamak maksat.

Ve…

Her karşılaşma bir hediyedir de;

Coşkuyla, yaşam sevinci dolu çocuk saflığında

Sesimi duyar BEN'i dinlersin

Sesini duyar BEN'i dinlerim

?

**

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com