Christ the Redeemer Ver. 2022: Bekliyoruz, gelmiyorsun!
Christ the Redeemer Ver. 2022: Bekliyoruz, gelmiyorsun!
- 10-08-2022 06:29
- 4727
- 10-08-2022 06:29
- 4727
Ruh ve beden kontağı kurabildiğim, duyup hissedebildiğim bir yaşantının rasathanesinden bildiriyorum.
Etkisine göre bazen bir duygu ve düşünce bazen bir renk ve müzik olarak yansıyor zihnime kesişen yaşantılar.
Kimileri dokunduğu gibi yakan, kimileri ise bir gölge gibi belli belirsiz geçip gidiyor hayatlarımızdan.
Kimini bu denli hissettiren, kimini silikleştiren ne olabilir?
Ruhumu başka bir bedende görüp de “Jeeeeeez!” dedikten sonra, güneşlenmeye devam edebilir miyim plajda? Aynada bir başkasını görüp, ruj sürmekten vazgeçer miyim?
Zihnimde bunlar dönerken, duygu ve düşüncelerimi odaklayıp derinleşebildiğim kadar derine köklere inmişim. Bu yazı da öyle bir zamanın mahsulü bir ‘popsicle’.
2022, ateş elementinin baskın olduğu yakıcı, hızlı, savaş ve mücadelenin iç dinamiklerimizi etkilediği şiddetli bir yıl.
Bu durum, bu yıl yerleşik düzene geçmek isteyenlerin zorluklarla mücadele halinde olmasını kaçınılmaz kılıyor.
İlahi bir el, bir “deus ex machina”nın gelip bizi kurtaracağı bir kurgunun içinde olmadığımıza göre mücadele kaçınılmaz.
Bu süreçten güçlü çıkmak için önce süreci anlamalı sonra da gerekenleri yapmalıyız.
Ateşin çabuk parlayan hızlı, fevri ruhuna körükle gitmek yerine topraklanma ve köklenme kavramının üstünde duracağım.
Kökleri anlamak, elementlerin dengesine göre hareket etmek ve kendi alanımızı belirleyip tutunmak zorundayız.
Şartları ve imkanları zorlamak, boş beklentilere kapılmaktan başka bir şey değil. Zira karşımıza çıkan zorluklar, zamanın ruhu ve ilahi düzen ile alakalı.
Toprağa bağlanma uzuvları, ait olduğumuz yere aidiyetimizin göstergesidir kökler.
Ne kadar sağlamsa kökler o kadar sarsılmazdır, güvendedir gövde.
Havanın değişkenliğine, suyun alışkanlığına ve ateşin yakıcılığına karşı dirençlidir.
Topraktır zırhı köklerin.
Her canlı, kökleriyle bağlıdır toprağa.
Yuva yapma içgüdüsü de köklenme ihtiyacından doğar. Topraktan, sabitliğin ve yerleşikliğin potansiyel enerjisinden beslenir, dengeleniriz.
Bu denge, imkanlara ve olanaklara gebedir; köklendikçe ve topraklandıkça zenginleşir, besleniriz.
Ancak o zaman üzerine inşa edilecek sağlam bir temelimiz olur. Ancak o zaman devam etmek mümkün…
Kök sadece fiziksel de değildir.
Zihinsel köklerimiz de vardır.
Fiziksel kök neredeyse zihinsel kök de (gecikmeli olsa da) oraya taşınır.
Köklerimizden uzağa düştükçe, bulunduğumuz yere ait olmakla ilgili sorunlar başlar.
Fiziksel uzaklık, zihinsel uzaklığı da beraberinde getirir.
Kök kavramı, toprağın derinini ifade ederken aynı zamanda göklere de işaret eder.
Hermetik inanışta; “gökte ne varsa yerde, yerde ne varsa gökte”dir.
Bu anlamda gök ve kök bir dualiteden çok aynılığı gösterir.
Bu, kadim kültürlerde kökleri göklerde aramanın belgeleri ile doğrulanır.
Yıldızların karakterlerimiz üzerine olan etkisinin temelinde de bu inanç olabilir.
Astrolojinin kök inançlarımızın, gökteki gezegenlerle bağını anlattığını düşünebiliriz.
Eski Türk Yazıtlarında kök kelimesi yer yer mavi, yer yer gökyüzü anlamında kullanılmıştır.
Türk mitolojisinde köklerin Sirius yıldızında olduğuna inanılır. Orhun Yazıtlarında;
“üze kök teŋri asra yagız yér kılındukda” (yukarıda mavi gök aşağıda kara yer yaratıldığında) (735),
Uygurca, İyi ve Kötü Prens Öyküsü (1000 yılından önce): “ol altun tağka tegser siz kök lenχua körgey siz” (o altın dağa ulaştığınızda mavi lotus çiçeği göreceksiniz),
kök "gökyüzü" (Divan-i Lugat-it Türk -1070): “bulıt örüp kök örtüldi, tuman türüp tolı yağdı” (bulut çıktı gök örtüldü, duman çıktı dolu yağdı) metinlerinde kök ve gök kavramlarının işaret ettiklerini incelediğimizde, aralarındaki ilişkiyi görebiliriz.
Türklerin yanı sıra kökeninin Siriusa dayandığına inanan pek çok kadim medeniyete rastlayabiliriz.
İnsanın en temel ihtiyacı olan köklenmeye, ait olduğu yere bağlı bulunmaya ve bunun hayatlarımıza etkisine dönelim.
Köklenmek, en başta topraklanmayı, topraklanma ise canlılık ve istikrarı getirir.
Hayatta kalmak, hayatta kalmaya dair içgüdülerin gelişimi; güvende olmak, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması köklenmekle oluşur.
İnançlar, değerler ve aile bağları da öyle.
Topraklanmayıp köklenmedikçe, projeden projeye atlayan, fazla detaylı düşünen, tükenmişliğe doğru ilerleyen insanlar haline geliriz.
Uyuşuk ve yenik hissedebilir ya da yapmak istediklerimizi yapmamız için gereken adımları atamayabiliriz.
Kısacası bulunduğunuz yere, mental, fiziksel, zihinsel kökleri ve köklere dokunan her şeyi özenle yerleştirmek ve derinleşmeye izin vermektir köklenmek.
Ateş elementinin kasıp kavurduğu ve hükmünü sürdüğü günlerden, toprağın durağan, şefkatli kollarına atılmak isterken bir “Christ the Redeemer” beklentisi hepimizde var.
Fakat gemideki bu yangından kurtulanlar, demir atıp köklenen, toprağı çapalayan ve sabırla çabalayanlar olacak.
.
Nickola Berrygele, dikGAZETE.com
Ruh ve beden kontağı kurabildiğim, duyup hissedebildiğim bir yaşantının rasathanesinden bildiriyorum.
Etkisine göre bazen bir duygu ve düşünce bazen bir renk ve müzik olarak yansıyor zihnime kesişen yaşantılar.
Kimileri dokunduğu gibi yakan, kimileri ise bir gölge gibi belli belirsiz geçip gidiyor hayatlarımızdan.
Kimini bu denli hissettiren, kimini silikleştiren ne olabilir?
Ruhumu başka bir bedende görüp de “Jeeeeeez!” dedikten sonra, güneşlenmeye devam edebilir miyim plajda? Aynada bir başkasını görüp, ruj sürmekten vazgeçer miyim?
Zihnimde bunlar dönerken, duygu ve düşüncelerimi odaklayıp derinleşebildiğim kadar derine köklere inmişim. Bu yazı da öyle bir zamanın mahsulü bir ‘popsicle’.
2022, ateş elementinin baskın olduğu yakıcı, hızlı, savaş ve mücadelenin iç dinamiklerimizi etkilediği şiddetli bir yıl.
Bu durum, bu yıl yerleşik düzene geçmek isteyenlerin zorluklarla mücadele halinde olmasını kaçınılmaz kılıyor.
İlahi bir el, bir “deus ex machina”nın gelip bizi kurtaracağı bir kurgunun içinde olmadığımıza göre mücadele kaçınılmaz.
Bu süreçten güçlü çıkmak için önce süreci anlamalı sonra da gerekenleri yapmalıyız.
Ateşin çabuk parlayan hızlı, fevri ruhuna körükle gitmek yerine topraklanma ve köklenme kavramının üstünde duracağım.
Kökleri anlamak, elementlerin dengesine göre hareket etmek ve kendi alanımızı belirleyip tutunmak zorundayız.
Şartları ve imkanları zorlamak, boş beklentilere kapılmaktan başka bir şey değil. Zira karşımıza çıkan zorluklar, zamanın ruhu ve ilahi düzen ile alakalı.
Toprağa bağlanma uzuvları, ait olduğumuz yere aidiyetimizin göstergesidir kökler.
Ne kadar sağlamsa kökler o kadar sarsılmazdır, güvendedir gövde.
Havanın değişkenliğine, suyun alışkanlığına ve ateşin yakıcılığına karşı dirençlidir.
Topraktır zırhı köklerin.
Her canlı, kökleriyle bağlıdır toprağa.
Yuva yapma içgüdüsü de köklenme ihtiyacından doğar. Topraktan, sabitliğin ve yerleşikliğin potansiyel enerjisinden beslenir, dengeleniriz.
Bu denge, imkanlara ve olanaklara gebedir; köklendikçe ve topraklandıkça zenginleşir, besleniriz.
Ancak o zaman üzerine inşa edilecek sağlam bir temelimiz olur. Ancak o zaman devam etmek mümkün…
Kök sadece fiziksel de değildir.
Zihinsel köklerimiz de vardır.
Fiziksel kök neredeyse zihinsel kök de (gecikmeli olsa da) oraya taşınır.
Köklerimizden uzağa düştükçe, bulunduğumuz yere ait olmakla ilgili sorunlar başlar.
Fiziksel uzaklık, zihinsel uzaklığı da beraberinde getirir.
Kök kavramı, toprağın derinini ifade ederken aynı zamanda göklere de işaret eder.
Hermetik inanışta; “gökte ne varsa yerde, yerde ne varsa gökte”dir.
Bu anlamda gök ve kök bir dualiteden çok aynılığı gösterir.
Bu, kadim kültürlerde kökleri göklerde aramanın belgeleri ile doğrulanır.
Yıldızların karakterlerimiz üzerine olan etkisinin temelinde de bu inanç olabilir.
Astrolojinin kök inançlarımızın, gökteki gezegenlerle bağını anlattığını düşünebiliriz.
Eski Türk Yazıtlarında kök kelimesi yer yer mavi, yer yer gökyüzü anlamında kullanılmıştır.
Türk mitolojisinde köklerin Sirius yıldızında olduğuna inanılır. Orhun Yazıtlarında;
“üze kök teŋri asra yagız yér kılındukda” (yukarıda mavi gök aşağıda kara yer yaratıldığında) (735),
Uygurca, İyi ve Kötü Prens Öyküsü (1000 yılından önce): “ol altun tağka tegser siz kök lenχua körgey siz” (o altın dağa ulaştığınızda mavi lotus çiçeği göreceksiniz),
kök "gökyüzü" (Divan-i Lugat-it Türk -1070): “bulıt örüp kök örtüldi, tuman türüp tolı yağdı” (bulut çıktı gök örtüldü, duman çıktı dolu yağdı) metinlerinde kök ve gök kavramlarının işaret ettiklerini incelediğimizde, aralarındaki ilişkiyi görebiliriz.
Türklerin yanı sıra kökeninin Siriusa dayandığına inanan pek çok kadim medeniyete rastlayabiliriz.
İnsanın en temel ihtiyacı olan köklenmeye, ait olduğu yere bağlı bulunmaya ve bunun hayatlarımıza etkisine dönelim.
Köklenmek, en başta topraklanmayı, topraklanma ise canlılık ve istikrarı getirir.
Hayatta kalmak, hayatta kalmaya dair içgüdülerin gelişimi; güvende olmak, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarının karşılanması köklenmekle oluşur.
İnançlar, değerler ve aile bağları da öyle.
Topraklanmayıp köklenmedikçe, projeden projeye atlayan, fazla detaylı düşünen, tükenmişliğe doğru ilerleyen insanlar haline geliriz.
Uyuşuk ve yenik hissedebilir ya da yapmak istediklerimizi yapmamız için gereken adımları atamayabiliriz.
Kısacası bulunduğunuz yere, mental, fiziksel, zihinsel kökleri ve köklere dokunan her şeyi özenle yerleştirmek ve derinleşmeye izin vermektir köklenmek.
Ateş elementinin kasıp kavurduğu ve hükmünü sürdüğü günlerden, toprağın durağan, şefkatli kollarına atılmak isterken bir “Christ the Redeemer” beklentisi hepimizde var.
Fakat gemideki bu yangından kurtulanlar, demir atıp köklenen, toprağı çapalayan ve sabırla çabalayanlar olacak.