Deniz ve bendeniz…

Deniz ve bendeniz…

Yıllar önce bir sohbet esnasında denizin erkek, toprağın dişi olduğu konuşulmuştu.

Nasıl..." diye düşünürken...

"Şöyle ki…" diyerek bir arkadaş anlatmaya başladı;

"Toprak anadır, sahiplenir, koynuna alır, bırakmaz; bir ekersin, bin alırsın, doğurgandır, verimlidir... Bu anne kimliği, kadın kimliği göstergesidir!..

Peki, deniz öyle mi!.. Denize düştün, dalga geldi, seni alıp götürdü; artık hangi kıyıda, hangi şehrin sahilinde seni karaya atacak bilinmez ya da açık denizlere doğru akıntısıyla alıp götürebilir… Çok iyi yüzme bilmek de çare olmaz çoğu zaman... Deniz yorar insanı; erkektir!..

Bu anlatılanın itici, ürpertici yanından ayrı, denizin huzur veren, dinlendiren, insanı kendine çeken bir yanı da vardır aslında ama ona sonra gelelim.

Denize bakarken karşımda hep, bahsedildiği gibi bir “Erkek" varmış gibi hissettim o anlatılanlardan sonra…

Kimi zaman sakin, kimi zaman hırçın, öfkeli, kimi zaman tatlı dilli, kimi zaman seni senden almak isteyen biri gibi sanki…

Belki bu yüzden, oldum olası korkar, ürperirim denizden; o kadar çok sevilesi olmasına rağmen bu korku, o deryadan çekilmeme sebeb oluyor…

İnsanlar arası ilişkilerde de böyle değil midir!..

Tanırsın, ya tam bir güven sağlarsın ya da ufak bir şüphe kırıntısı olur ve giderilmezse hep bir korku ve tedirginlikle yaklaşırsın o kişiye ya da hiç yaklaşmaz uzak durursun.

Duvarlar ötesine bırakırsın; artık yaklaşıp gelen köpüklü, hoş bir deniz dalgası da olsa, duvar örülmüştür bir kere!..

O durumda "Zor dostum zor" ağzınla kuş tutsan yaramazsın!..

Dalgalarla, duvarlar arasında sürüp giden günümüzün insan ilişkilerine bu şekilde bakacak olursak, kadın-erkek içerikli, aşklı-meşkli, gelip-geçici canım-cicimli “ilişkiler” bir yana, uzun süreli dostluklar da kalmadı artık.

Ne ana gibi sahiplenen bir toprak, ne denizin o dinlendiren, insanı kendine çeken köpüklü suları.

Eskiden, okuldan veya mahalleden tanıdığın ve yıllar öncesinde kurulan arkadaşlıklar, komşuluklar, dostluklar yıllar boyu devam ederken, günümüzde yapılan veya kurulmaya çalışan benzer ilişkiler nedense uzun soluklu olmaktan çok uzak kalıyor…

Bugünkü durum için öncelikle sıralanabilecek bir çok sebep olabilir; zamanın çok çabuk geçmesi algısıyla oluşan vakitsizlik, yoğun iş temposu, güvensizlik, sosyal medyada harcanan zaman, sanal alemin geçici albenisi vesaire.

Sonrasında insanların kendilerine ait olmayan ama “şahsi” olarak adlandırdıkları çeşitli görüşleri, yaşayışları, zevkleri…

İnsanları tek kalmaya, yalnız olmaya, toplum ve topluluklardan uzak bir hayat sürmeye iten sebepler ne kadar boş olursa, içinin doldurulması da o kadar kolay oluyor..

İnsan, yalnız olmayı kendi seçer, toplum yardımcı olur; bir deniz kıyısında huzura değil de korkuya kapılsa da sonunda toprak, ana gibi denizin alıp götüreceği ya da kendinden verebileceği ne varsa hepsinin üstünü bastıracaktır.

Deniz de toprak da esasında huzura bir vesile; huzura bir türlü eremeyene ne çare.

.

Mine Tuna, dikGAZETE.com

Yıllar önce bir sohbet esnasında denizin erkek, toprağın dişi olduğu konuşulmuştu.

Nasıl..." diye düşünürken...

"Şöyle ki…" diyerek bir arkadaş anlatmaya başladı;

"Toprak anadır, sahiplenir, koynuna alır, bırakmaz; bir ekersin, bin alırsın, doğurgandır, verimlidir... Bu anne kimliği, kadın kimliği göstergesidir!..

Peki, deniz öyle mi!.. Denize düştün, dalga geldi, seni alıp götürdü; artık hangi kıyıda, hangi şehrin sahilinde seni karaya atacak bilinmez ya da açık denizlere doğru akıntısıyla alıp götürebilir… Çok iyi yüzme bilmek de çare olmaz çoğu zaman... Deniz yorar insanı; erkektir!..

Bu anlatılanın itici, ürpertici yanından ayrı, denizin huzur veren, dinlendiren, insanı kendine çeken bir yanı da vardır aslında ama ona sonra gelelim.

Denize bakarken karşımda hep, bahsedildiği gibi bir “Erkek" varmış gibi hissettim o anlatılanlardan sonra…

Kimi zaman sakin, kimi zaman hırçın, öfkeli, kimi zaman tatlı dilli, kimi zaman seni senden almak isteyen biri gibi sanki…

Belki bu yüzden, oldum olası korkar, ürperirim denizden; o kadar çok sevilesi olmasına rağmen bu korku, o deryadan çekilmeme sebeb oluyor…

İnsanlar arası ilişkilerde de böyle değil midir!..

Tanırsın, ya tam bir güven sağlarsın ya da ufak bir şüphe kırıntısı olur ve giderilmezse hep bir korku ve tedirginlikle yaklaşırsın o kişiye ya da hiç yaklaşmaz uzak durursun.

Duvarlar ötesine bırakırsın; artık yaklaşıp gelen köpüklü, hoş bir deniz dalgası da olsa, duvar örülmüştür bir kere!..

O durumda "Zor dostum zor" ağzınla kuş tutsan yaramazsın!..

Dalgalarla, duvarlar arasında sürüp giden günümüzün insan ilişkilerine bu şekilde bakacak olursak, kadın-erkek içerikli, aşklı-meşkli, gelip-geçici canım-cicimli “ilişkiler” bir yana, uzun süreli dostluklar da kalmadı artık.

Ne ana gibi sahiplenen bir toprak, ne denizin o dinlendiren, insanı kendine çeken köpüklü suları.

Eskiden, okuldan veya mahalleden tanıdığın ve yıllar öncesinde kurulan arkadaşlıklar, komşuluklar, dostluklar yıllar boyu devam ederken, günümüzde yapılan veya kurulmaya çalışan benzer ilişkiler nedense uzun soluklu olmaktan çok uzak kalıyor…

Bugünkü durum için öncelikle sıralanabilecek bir çok sebep olabilir; zamanın çok çabuk geçmesi algısıyla oluşan vakitsizlik, yoğun iş temposu, güvensizlik, sosyal medyada harcanan zaman, sanal alemin geçici albenisi vesaire.

Sonrasında insanların kendilerine ait olmayan ama “şahsi” olarak adlandırdıkları çeşitli görüşleri, yaşayışları, zevkleri…

İnsanları tek kalmaya, yalnız olmaya, toplum ve topluluklardan uzak bir hayat sürmeye iten sebepler ne kadar boş olursa, içinin doldurulması da o kadar kolay oluyor..

İnsan, yalnız olmayı kendi seçer, toplum yardımcı olur; bir deniz kıyısında huzura değil de korkuya kapılsa da sonunda toprak, ana gibi denizin alıp götüreceği ya da kendinden verebileceği ne varsa hepsinin üstünü bastıracaktır.

Deniz de toprak da esasında huzura bir vesile; huzura bir türlü eremeyene ne çare.

.

Mine Tuna, dikGAZETE.com