Konuşmak ya da konuşmamak...

Konuşmak ya da konuşmamak...

Atalarımız bir cümleyle özetlemiş aslında durumu; “Söz gümüşse sükut altındır" diyerek.. 

Yüzyıllar geçse de günlük yaşantımızda o kadar çok kullanmışız ki bu sözü, unutulup gitmesi ya da başka bir söz ile değişmesi gereği duyulmamış çünkü açık ve net olan ifade, bir daha başka nasıl anlatılabilir ki... 

Kısa, öz ve güzel; direk etkili başka bir cümle oluşamamış bu sözün üstüne... 

Türk toplumu olarak “muhabbetçi" insanları severiz; haliyle konuşmayı da severiz..

Ve ciddi oranda da konuşma potansiyeli çok olan insan geni taşıyoruz…

Her şeyi "biz biliyoruz" ve haliyle, her konu hakkında da rahatlıkla fikir beyan edebiliriz…

"Kitabın yanından geçmemiş, mektep görmemiş olabiliriz ama bizim de bir yaşanmışlığımız; bir hayat tecrübemiz var tabii…" diyerek anlatırız da anlatırız…

Resmen esir alırız karşımızdakini..

Erkek ise eğer, siyaset, futbol ve kadınlardır değişmez konular; arada arabalar vs. yani az konu çok laf.

Peki kadınlarda öyle mi!..

Asla…

Moda, çocuklar, kayınvalide, elti ya da görümce, eşler, mutfak pratiği, cilt bakımı, kuaför ya da diyet tavsiyeleri vs. vs… der gider...

Ne çok mevzu değil mi!..

Peki bu kadar çok konuda bilinçsizce konuşma, anlatma potansiyelimiz varken, ortak bir paydada buluşup karşıdaki kişinin ihtiyaç duyabileceği ya da kaldırabileceği kadar konuşmak daha mantıklı değil mi!.. 

Az ve öz; daha çok öğrenmeye-öğretmeye eğilimli olan bir bilgi alışverişi şeklinde olsa…

Sanki telefonlar daha az çalışır, daha az dedikodu olur, haliyle insanın kendine ayıracağı vakti de kalır ve kendini dinleme fırsatı bularak içsel gelişimine de odaklanabilir insan.

Bir insanın ne kadar çok konuşuyorsa yalan söyleme ihtimalinin de o kadar yüksek olduğunu düşünenlerdenim...

Aslında bu bilimsel olarak da ispatlanmış..

Anlatma ihtiyacı duymanın yanında, ne anlattığın kadar muhatabının ne anladığı daha önemlidir..

Ne anlatırsan anlat, karşındakinin anladığı kadarsın…

Bunu fark ettiğimden beri, kendimi anlatarak ifade etmekten vazgeçtim…

Ne kadar konuşursan konuş, muhatabın senin yerine karar verecek; kafasına göre boşlukları dolduracak ve seni tam da belki olmadığın ya da olmak istemediğin ya da asla olamayacağın bir karaktere büründürüp, karşılıklı ilişkinize o noktadan devam edeceksiniz...

Uzun konuşmalar onun için "çok yararlıdır" diyemediğimiz gibi, uzun suskunluklar da “faydalıdır" diyemiyoruz; hatta uzun suskunluklar, konuşkanların yanında daha tehlikelidir...

Ama suskunun, konuşandan daha çok şey anlattığı da bir gerçektir; o sebeple, konuşandan  çok susanın hal ve hareketlerine dikkat etmeli…

Orada ciddi bir şey anlatılıyor çünkü…

Bir durum var!..

Öfke olabilir…

Kıskançlık olabilir…

Açlık olabilir…

Sevgisizlik olabilir…

Bu suskunluk ihanet olabilir!..

Aldatma ya da aldanma da olabilir…

En kötüsü de derin bir acı olabilir…

Susmak bir başka derinliktir o yüzden…

İçeriden bir halin, dışa vurumu vardır o noktada...

Atalarımızın da dediği gibi “Söz gümüşse sükut altındır" ve altın, yerinde ağırdır onun için…

.

Mine Tuna, dikGAZETE.com

Atalarımız bir cümleyle özetlemiş aslında durumu; “Söz gümüşse sükut altındır" diyerek.. 

Yüzyıllar geçse de günlük yaşantımızda o kadar çok kullanmışız ki bu sözü, unutulup gitmesi ya da başka bir söz ile değişmesi gereği duyulmamış çünkü açık ve net olan ifade, bir daha başka nasıl anlatılabilir ki... 

Kısa, öz ve güzel; direk etkili başka bir cümle oluşamamış bu sözün üstüne... 

Türk toplumu olarak “muhabbetçi" insanları severiz; haliyle konuşmayı da severiz..

Ve ciddi oranda da konuşma potansiyeli çok olan insan geni taşıyoruz…

Her şeyi "biz biliyoruz" ve haliyle, her konu hakkında da rahatlıkla fikir beyan edebiliriz…

"Kitabın yanından geçmemiş, mektep görmemiş olabiliriz ama bizim de bir yaşanmışlığımız; bir hayat tecrübemiz var tabii…" diyerek anlatırız da anlatırız…

Resmen esir alırız karşımızdakini..

Erkek ise eğer, siyaset, futbol ve kadınlardır değişmez konular; arada arabalar vs. yani az konu çok laf.

Peki kadınlarda öyle mi!..

Asla…

Moda, çocuklar, kayınvalide, elti ya da görümce, eşler, mutfak pratiği, cilt bakımı, kuaför ya da diyet tavsiyeleri vs. vs… der gider...

Ne çok mevzu değil mi!..

Peki bu kadar çok konuda bilinçsizce konuşma, anlatma potansiyelimiz varken, ortak bir paydada buluşup karşıdaki kişinin ihtiyaç duyabileceği ya da kaldırabileceği kadar konuşmak daha mantıklı değil mi!.. 

Az ve öz; daha çok öğrenmeye-öğretmeye eğilimli olan bir bilgi alışverişi şeklinde olsa…

Sanki telefonlar daha az çalışır, daha az dedikodu olur, haliyle insanın kendine ayıracağı vakti de kalır ve kendini dinleme fırsatı bularak içsel gelişimine de odaklanabilir insan.

Bir insanın ne kadar çok konuşuyorsa yalan söyleme ihtimalinin de o kadar yüksek olduğunu düşünenlerdenim...

Aslında bu bilimsel olarak da ispatlanmış..

Anlatma ihtiyacı duymanın yanında, ne anlattığın kadar muhatabının ne anladığı daha önemlidir..

Ne anlatırsan anlat, karşındakinin anladığı kadarsın…

Bunu fark ettiğimden beri, kendimi anlatarak ifade etmekten vazgeçtim…

Ne kadar konuşursan konuş, muhatabın senin yerine karar verecek; kafasına göre boşlukları dolduracak ve seni tam da belki olmadığın ya da olmak istemediğin ya da asla olamayacağın bir karaktere büründürüp, karşılıklı ilişkinize o noktadan devam edeceksiniz...

Uzun konuşmalar onun için "çok yararlıdır" diyemediğimiz gibi, uzun suskunluklar da “faydalıdır" diyemiyoruz; hatta uzun suskunluklar, konuşkanların yanında daha tehlikelidir...

Ama suskunun, konuşandan daha çok şey anlattığı da bir gerçektir; o sebeple, konuşandan  çok susanın hal ve hareketlerine dikkat etmeli…

Orada ciddi bir şey anlatılıyor çünkü…

Bir durum var!..

Öfke olabilir…

Kıskançlık olabilir…

Açlık olabilir…

Sevgisizlik olabilir…

Bu suskunluk ihanet olabilir!..

Aldatma ya da aldanma da olabilir…

En kötüsü de derin bir acı olabilir…

Susmak bir başka derinliktir o yüzden…

İçeriden bir halin, dışa vurumu vardır o noktada...

Atalarımızın da dediği gibi “Söz gümüşse sükut altındır" ve altın, yerinde ağırdır onun için…

.

Mine Tuna, dikGAZETE.com